BURADASINIZ: Ana Sayfa » Kanserden Haber Al

  • Kanser Hikayeleri (5)

    16 Eylül 2021 Perşembe tarihinde kanserden haberal eklemiştir.
    752 izlenme
    İyi ki kanser olmuşum diyorum
    10 yıl önceydi. Dida Kaymaz’a “180 gün ömrün kaldı” dediklerinde kanser vücudunun büyük bir bölümüne yayılmıştı.
    Pes etmedi, hayatını 180 derece değiştirerek iyileşti. Mucizelerle dolu hikayesini geçtiğimiz hafta piyasaya çıkan “180” adlı kitabında yazan Kansersiz Yaşam Derneği Başkanı Dida Kaymaz, kitabın amacının kanserle savaşmak deyimini ortadan kaldırmak olduğunu söylüyor.
     
    * Bu kitabı neden yazdınız?
    - İyileşmeye başladığımda dernektekiler hep nasıl iyileştiğimi sordular. Aslında iki yılda yazdığım bu kitap, herkese bir toplu cevap. Amacım Türkiye’deki kanserle savaşmak deyimini ortadan kaldırmak. Benim iyileşmemi sağlayan kişi Profesör Umberto Veronesi, kendisi eski İtalyan sağlık bakanı ve Nobel’e aday olmuş bir bilim insanı. O şöyle der: “Kanserle savaş çok gereksiz bir mantık. Bu vücuduna girmiş bir hücre ve bir gün gidecek. Sen gereken dersleri aldığında seni terk edecek.” Bir de bu hastalığı sevmemek gerekiyor. Kanser hastasının etrafında inanılmaz bir ilgi oluyor, herkes seni daha çok sevmeye başlıyor. Instagram’da fenomen oluyorsun, takipçilerin artıyor. Oysaki bizim takipçimizin artmasını değil, iyileşmeyi istememiz gerekiyor. Kanser tedavisinde kullanılan ilaçlar semptomları iyileştiriyor ama hastalık tamamen duygusal. Bu süreçte seni hasta eden duyguyu bulup, bu duyguyla yüzleştikten sonra iyileşmeye başlıyorsun. Her kanser hastası dört evreden geçiyor.
    * Peki 10 yıl öncesine gidelim. Neden kanser oldunuz?
    - Altı buçuk aylık bebeğimin karnımda kalbi durdu. Ölü doğum yaptım. Tam 48 gün her gün “Allahım bana öyle bir dert ver ki bu acıyı unutabileyim” diye dua ettim. Sonraki ay kanamalarım hiç durmadı, önce jinekolojik kanama zannettim. Kesilmek bilmeyince doktora gittim, buldukları bir kisti patolojiye gönderdiler ve mide zarında rahmin hemen arkasında bir tümör tespit edildi.
     
    * Çağırdınız geldi yani?
    - Aynen ben bu hastalığı herkesin çağırdığına inanıyorum. Bu durduk yere sana gelmiyor. Kanser çok enteresan virajları olan bir hastalık. Her virajda bir mesaj var.
     
    HANGİ AY ÖLECEĞİMİ TAHMİN ETMEYE ÇALIŞTIM
     
    * İlk öğrendiğinizde ne hissettiniz?
    - Çok korktum. 28 yaşındaydım ve altı ay sonra öleceğimi öğrenmiştim. Tam olarak hangi ay öleceğimi tahmin etmeye çalıştığımı hatırlıyorum.
     
    * Bu ömrü biçtiklerinde kaç organınıza yayılmış durumdaydı?
    - 3 ayrı pirimer mide zarı, rahim arkası, kolon ve küçük hücreli akciğer... Bunların metastasları karaciğer, dört kaburga, iki omur. Karaciğerimin hâlâ yüzde 27’sini kullanabiliyorum. İlaçlardan dolayı karaciğer ve böbreklerde sorun var.
     
    * Bu kadar vahim bir tabloya rağmen kabullenmeyişinizin, Prof. Umberto Veronesi’ye gidip, “beni kurtar” demenizin nedeni nedir?
    - Sekiz senedir İtalya’da yaşıyordum. Ve etrafımdakiler onun herkesi iyileştirdiğinden bahsediyordu. Kimselere randevu vermiyordu. Her sabah 5’de hastaneye gittiğini, meditasyon yaptığını sonra da 1000 öğrencinin izleyebildiği canlı ameliyatlara girdiğini öğrendim. Gizlice anfiye sızdım. Çıkışta dakikalarca sıra bekledim, yanına gittim “Merhaba ben Dida, ölüyorum ve sen beni yaşatmak zorundasın” dedim. Güldü. “Böyle bir zorunluluğum var yani” deyip gülümsemesini kahkahaya çevirdi. “Sen herkesi yaşatıyormuşsun” dedim üzülerek. “Senin için ne yapabilirim bilmiyorum ama tek bildiğim şey yüzündeki bu ifadeyle iyileşemezsin” dedi ama beni dinledi. Hemen bir radyo radyoterapi süreci başladık. Biraz toparlandıktan sonra bu hastalığın zihinsel nedenini anlamam için beni 52 gün Peru’ya yolladı. Kabullenişi Peru’da yaşadım. İnsanoğlunun 4 tane bedenin var. Ruhsal, zihinsel, duygusal ve dokunduğu bedeni. Biz ruhsal bedende bir olay yaşıyoruz, bu zihinsel bedene giriyor, düşünmeye kurmaya başlıyorsun ve sonuçta ortaya bir duygu çıkıyor. Öfke patlaması olabilir, nefret olabilir. Ne olursa olsun en kötüsü bastırılmış duygular. Bu duygular sürekli olarak organlara sinyal gönderiyor ve hastalıklar oluşmaya başlıyor. Peru’da bana rahimde ve mide zarında oluşan kanserin, bilinçaltını ve geçmişi temsil ettiğini söylediler. Her organın bir anlamı varmış.
     
    * Tedavi sürecinde en çok hangi konulara hassasiyet gösterdiniz?
    - Beslenme, sağlıklı uyku, aile yakınının tavrı ve doktorunla konuşabilmek çok önemli... Bunların dışında tedavi süresince farklı terapiler gördüm. En çok işe yarayanlardan biri bilinçaltı tedavisiydi. Bilinçaltımı temizledim, herkesi affettim. Tümörlerin aktif olduğu dönemlerde vejetaryen beslendim.
    KANSER KORKUYLA BESLENEN BİR HASTALIK
     
    * Profesör bir hastaya şu kadar vaktin kaldı denilmesini nasıl karşılıyor?
    - “Hiç kimse, hiç kimseye ne kadar yaşayacağını söyleyemez. Ben 55 senedir bu meslekteyim çok fazla mucizeye tanık oldum. Eğer hasta iyileşmek isterse iyileşir” diyor. Ben özgür irademle inanıyorum ki hepimiz bir gün öleceğiz. Hatta ailemle bunca yıldan sonra ben gidip Trafik kazasında ölsem çok gülmez misiniz diye dalga geçiyorum. Biliyorsunuz tüm dünyada trafik kazasından ölme olasılığı, kanserden ölme olasılığından daha fazla. Ama biz kanserden daha çok korkuyoruz. Ve kanser korkuyla beslenen bir hastalık. Korkudan vazgeçip, kabullendiğinde, hastalığı sevmediğinde düğüm çözülüyor.
     
    * Siz bir dönem de olsa hastalığı sevdiniz mi?
    - Sevmez olur muyum? İlk 5 yıl. Ve bu yüzden 5 senede, mantar gibi toplam 7 organıma yayıldı. Acımayla da olsa insanların beni daha çok sevmeleri durumuna bayılıyordum ve dolayısıyla kanserimi seviyordum. Kendimi kandırıyordum, gerçeklikten uzaklaşmıştık.
     
    * Siz hâlâ kanser misiniz?
    - Kitlesel olarak bir tümörüm yok ama 43 ay daha devam edecek bir tedavi protokolünün parçasıyım. Her ay 10 gün İtalya’ya gidiyorum tedavi oluyorum, döndükten üç-dört gün sonra sıkıntılarım oluyor. Isıtılmış kemoterapi ilaçlarını karın boşluğundan veriyorlar. Üç saat içinde beş aylık hamile gibi şişiyorum.
     
    18 AY YATAĞA BAĞLI YAŞADIM 36 KİLOYA DÜŞTÜM
     
    * Kanseri sevmekten nasıl vazgeçtiniz?
    - Küçük hücreli akciğer teşhisi konduğu anda öleceğimi hissettim. Yüzde 80 beyine metastas yapacak da dediler. Ve ilk kemoterapide dedikleri çıktı. 18 ay yatağa bağlı yaşadım, altı ay hafızamı kaybettim, altı buçuk ay çift gördüm, 36 kiloya düştüm, dört ay tekerlekli sandalyeyle yaşadım. Nispeten toparladıktan sonra Türkiye’ye gelip gitmeye başladım. O sıralar İtalyan ve Türk şirketlerinin şirket evliliği ile ilgili çalışıyorum. İstanbul’da olduğum bir ara benzer bir proje ile ilgili biri benimle görüşmek istedi. İşte o biri benim hayatımın aşkı oldu. Ertesi gün bir yaşam koçunu aradım. “Beni şimdi yaşat, çünkü ben aşık oldum. Bir de ne yap et çöplük bilinçaltımı temizle.” dedim. O gün gerçekten iyileşmeye karar verdim. Yavuz bana hayal kurdurdu. Kocamla mutlu günlerin hayalini kurarak hayatta kaldım.
     
    * Hastalığın her sürecinde yanınızda oldu mu?
    - Tabii ben ona kıdemli hasta bakanı diyorum. Benim hiç yalnız bırakmadı. Kendimi de hiç hasta ve ölüme yakın hissettirmedi. Yavuz’un maneviyatı o kadar yüksek ki yanında hasta olduğumu bile unutuyordum. Hayatımda ilk defa özgürleştiğimi hissettim, kıskançlık duygumu kaybettim. Aşkla birlikte hastalığımın nedenlerini anlamaya başladım. Ve o nedenleri özgür bıraktım. Affetmem gereken herkesi affederek hayatımı özgürleştirdim.
     
    HER SABAH KOCAMA DAHA FAZLA AŞIK UYANIYORUM
     
    * Eşinizle nasıl bir düğünle evlendiniz? Ve sonrasında ne değişti?
    - Düğün yapamadık daha. Dört yıl önce nikah kıydık. O gün kafam gözüm sarılıydı. Hastalık dört kaburgaya, beş omurga ve küçük hücreli olarak akciğere sıçramıştı. Evlendikten sonra hiçbir şey değişmeyecekse evlenmeli insan. Bizim hayatımızda hiçbir şey değişmedi. Her sabah kocama daha fazla hayran, daha fazla aşık uyanıyorum. O benim yol arkadaşım.
     
    * Ermiş biri eşiniz galiba?
    - Spastik bir ağabey ile büyümüş. Abi 22 yaşında vefat ettiğinde, Yavuz 20’sindeymiş. Şu anda Türkiye Engelliler Spor Yardım ve Eğitim Vakfı başkanı. Yılda 63 bin 800 ameliyat yaptırıyor onun vakfı, 5000 tane eğitim bursu veriyor. Senede bir kere bursiyerler toplantısı yapıyorlar, o konferansa Türkiye’nin her yerinden 500 tane engelli çocuk geliyor.
     
    * Çocuk sahibi olabilecek misiniz?
    - Tedavilerden ötürü böyle bir imkan kalmadı. Ama dernekte bir sürü çocuğum var benim. Onlar için yakında çok güzel bir Tarkan balosu yapmayı hayal ediyorum. O baloyla içinde banyosu, refakatçinin banyosu refakatçinin yaşam alanının olduğu odalar yapacağım.
     
    İNSANLARIN HAYRINA, KANSER SAYESİNDE ÇALIŞIYORUM
     
    * Tedaviniz sırasında hiçbir maddi zorluk yaşamamış olmanız ne kadar avantaj?
    - Çok büyük şans... Kansersiz Yaşam Derneği’ni kurmamızın en büyük nedeni de bu. Benim aldığım tedavilere ücretsiz ulaşabilsinler istiyorum. Hastaneleri yeniliyoruz. İlk proje Gaziosmanpaşa’ya taşınacak Taksim İlkyardım. Orada bize iki kat verecekler.
     
    * Peki biraz yükselip yaşadığınız 10 yıla kuş bakışı baktığınızda iyi ki kanser olmuşum dediğiniz anlar oluyor mu? Çünkü siz kanser olmasaydınız bugün yüzlerce hastaya dokunan bir vakıf olamayacaktı belki...
    - Kesinlikle diyorum. Şu an kanser bana hayatımdaki en güzel şeyleri hediye eden bir yolculuk. Maddiyattan kopup insanların hayrına kanser sayesinde çalışıyorum. Ben ilk defa dernekle birlikte vermeyi öğrendim, daha önce hep bekleyen biriydim.
     
     
    Alternatif tedavi ile kanserden kurtuldu---------------
     
    Göğüs kanseri olduğu ve sadece 3 ay ömrü kaldığı söylenen kadın alternatif bir tedavi ile hayata tutundu, iki yılın sonunda vücudunda kanserden iz kalmadı.
    2 ay ömrü kaldığı söylenen ileri evre göğüs kanseri hastası 49 yaşındaki bir kadın, alternatif bir tedavi sonrası kurtuldu. 90 milyar akyuvar vücuduna enjekte edilen Judy Perkins adlı kadında 2 yıl sonra kanserden eser kalmadı.
     
    BBC Türkçe'de yer alan habere göre, uzmanlar şu ana dek bir kişide denenen tedavinin hayat kurtaracağını söylemek için erken olduğunu söylüyor.
     
    Ancak kimilerine göre her hastaya özel tedavi sunan bu yöntem, tıp dünyasında çığır açabilir.
     
    Önce düşmanını tanı
    İleri evre göğüs kanseri kemoterapi gibi geleneksel tedavilere yanıt vermeyen Perkins'in hastalığı, diğer organlara da yayılmıştı. Karaciğerinde tenis topu büyüklüğünde tümörler vardı.
    Dünyanın önde gelen kanser araştırma kuruluşlarından ABD merkezli Ulusal Kanser Enstitüsü ise Perkins'e yeni bir terapi uyguladı.
     
    Tıp dünyasını heyecanlandıran tedavide, hastanın kendi akyuvarları ile bazı ilaçlar kullanılıyor.
     
    Terapi "düşmanını tanı" yöntemiyle başlıyor.
     
    Önce tümörün genetiği ve geçirdiği mutasyonlar inceleniyor. Kanser böylece bağışıklık sisteminde daha görünür oluyor.
     
    Hastanın bağışıklık sistemi zaten tümörlere karşı savaşıyor ama akyuvarlar ile kanser arasındaki mücadelede yenik düşüyor.
    Perkins'in hastalığında 62 genetik anomaliden sadece 4'ü kansere saldırabilecek durumda.
     
    Doktorlar avına devam ediyor.
     
    Göğüs taramalarında kanseri öldürebilecek olan akyuvarlar saptanıyor. Sayıca yetersiz olan bu hücreler laboratuarda çoğaltılıyor. Perkins'in vücuduna yeniden enjekte edilen 90 milyar hücreye destek için ilaç tedavisi de uygulanıyor.
    'Göğsümdeki tümörün giderek küçüldüğünü hissediyordum'
    Judy Perkins, daha tedavinin bitiminden bir hafta sonra vücudunda bir değişiklik hissettiğini söylüyor.
    BBC'ye konuşan Perkins "Göğsümdeki tümörün giderek küçüldüğünü hissediyordum. Bir iki hafta sonraysa tamamen kayboldu" diyor.
     
    Perkins tedavi sonrasında yaptırdığı ilk göğüs taramasını unutmuyor.
     
    Doktorlarla beraber heyecandan zıplamaya başlayan kadın, işte o zaman beklediği sözleri işitmiş: "İyileşebilirsin."
     
    Perkins şimdi hayatın tadını çıkarıyor. Sırt çantasını toplayıp seyahat ediyor, deniz kanosuyla geziyor.
     
    Florida'nın etrafındaki 5 haftalık seyri yeni bitmiş.
    'Yaşayan ilaç'
     
    Doktorlar, bu teknoloji için "yaşayan ilaç" tanımını yapıyor çünkü hastanın kendi canlı hücrelerinden üretiliyor.
     
    BBC'ye konuşan Ulusal Kanser Enstitüsü'nden Dr Steven Rosenberg "Akla hayale gelebilecek en kişiye özel tedavi yönteminden bahsediyoruz" diyor.
     
    Tedavi sadece bir hastada denendi ve bulguların doğrulanması için daha çok deney yapılması gerekecek.
     
    Kanser hastalarındaki bağışıklık tedavisi için en büyük zorluk bazı hastalarda işe yararken çoğunlukta işe yaramaması.
     
    Buna rağmen "her kanser hastasına özel ilaç tedavisinin" yeni terapiler için önemli bir adım olduğu düşünülüyor.
    ------------
    2 ay ömrüm kaldı diye düşünürken 9 yıl geçti’
    Erkek kardeşini kansere kurban veren Beyhan Melih, erken tanı ve kendisiyle barışık sürdürdüğü tedavi sürecinin sonunda sağlığına tekrar kavuşanlardan...
    Kanser, 21. yüzyılın korkulu rüyası... Öyle ki; günümüzde adeta nezle veya grip kadar yaygın duruma gelen bu hastalığı, her ev veya ailede görmek mümkün. Her gün onlarca kişiyi yaşamdan koparan sinsi hastalığın son kurbanı sanatçı Kayahan olurken, dünyada her yıl 7 milyondan fazla insanın kanser nedeniyle yaşamını kaybettiği belirtiliyor. Sigara, alkol, stres, düzensiz beslenme, doğal olmayan gıdalar, bilişim cihazlarının yaydığı radyasyon, çevre kirliliği ve genetik faktörler kanserin başlıca nedenleri arasında sayılıyor. Üstelik kanser türleri yaş ayrımı da yapmıyor. Gün geçtikçe yaygınlaşmasına karşı, gelişen tıp teknolojisi, yeni tedavi yöntemleri ve erken tanı sayesinde birçok kanser türü tedavi edilerek, kontrol altına alınabiliyor. Kanserden kurtulanlar ise yeni hayat adını verdikleri yaşamlarını mutlu bir şekilde sürdürebiliyorlar.
     
    Her yıl 1-7 Nisan tarihleri Kanser Haftası olarak kabul ediliyor. Uluslararası Kanser Ajansı verilerine göre kanser dünyadaki ölüm nedenlerinde kalp hastalıklarından sonra ikinci sırada. Her yıl 8.2 milyon kişi kanserden hayatını kaybediyor. Dünyada her yıl 14 milyon yeni kanser vakası tespit edilirken bu sayının gelecek 20 yıl içinde yüzde 70 artarak 22 milyona ulaşabileceği belirtiliyor. Bu tabloya rağmen, erken teşhis ve tedaviyle hayata yeniden tutunmak da mümkün.
    Beyhan Mehin, kanseri yenen, hayata sımsıkı bağlanan isimlerden sadece biri. 68 yaşındaki Mehin, şimdi Kaz dağlarının eteklerindeki Akçay ile İstanbul arasında yaşamın keyfini çıkarıyor. Mehin, kanserle tanışmasını ve verdiği mücadeleyi anlatırken, herkese örnek olacak bir hayat hikayesinin de yolunu gösteriyor:
     
    2002’de ağabeyime akciğer kanseri tanısı konduğunda son evre olan 4. evredeydi. Prof. Dr. Necdet Üskent’in yoğun tedavi programı, doğal gıdalar ve İstanbul’un kaotik ortamından uzaklaşmak sonuç verdi. Ağabeyim 8 ay sonunda hastalıktan kurtuldu. Hastalığının son evresinde birkaç hafta ömür biçilen ağabeyim 6 yıl daha yaşadı. Aslında daha uzun hayatta kalabilirdi. Ancak iyileştikten sonra özel bir takım sorunlar yaşayınca sigaraya başlayıp, doktor tavsiyelerinden uzaklaştı.
    Bana göre kanserin başlıca nedeni stres ve üzüntü. Üzülünce bağışıklık sistemi çöküyor ve vücuttaki akıllı mikroplar ortaya çıkıyor. 2006’da meme kanserine yakalandım. Aslında ilk tanıyı kendim koydum. 2004’te göğüs ve meme bölgesine dokunduğumda bezeler olduğunu fark ettim. O dönem biopsi yapıldı ancak temiz çıktı. 3-5 ayda bir kontrol oluyordum. 2006’da kanser teşhisi konulmuştu. Sol göğsümde hızla ilerleyen bir cins tümör olduğunu ve ikinci devreye geçtiğini öğrendim.
     
    ‘Tüm vücuduma sıçradı’
    Ağabeyimin hastalığından dolayı nasıl savaş vermem gerektiğini biliyordum. Hayatım boyunca hep başkalarının sorunlarına koşturmuş, kendimi ihmal etmiştim. Kanser olunca karar verdim, kendimi sevecek, kendim için yaşacaktım. Tedavi sürecinde iki göğsüm alınarak yapay göğüs takıldı. Dört kez kemoterapiye girdim. Ancak kanser 1.5 yıl sonra akciğer, karaciğer, boyun, omurilik ve kasığıma sıçramıştı bu süreçte umutlarım tükenmek üzereydi. Müthiş bir halsizlik ve ölüm korkusu her yerimi kaplamıştı. 2 aylık ömrüm kaldığını düşünüyordum. Çevremdekiler de umudu kesmişti. Kendimi ölüme şartlandırmıştım. Hatta bir akşam rakı sofrası kurup ‘kendi ölümüme’ kadeh kaldırdım. O an hayatımı sorguluyor kendim için ne yaptığımı düşünüyordum. Koca bir hiçti. Hep başkaları için yaşamıştım.
     
    ‘2 yıl saçsız dolaştım’
    Ağabeyimin doktorunu aradım. Hemen hastaneye yatışımı sağladı. Ertesi gün tedavi bombardımanına başlamıştı. Kemoterapi ve radyoterapi süreci... 1 hafta sonra saçlarım, tırnaklarımın tümü döküldü. Ağrı ve bitkinlikten tuvalete bile kalkamıyordum. 2 yıldan fazla saçsız dolaştım. Ziyaretime gelen yakınlarım bir daha yataktan kalkamayacağımı düşünmüş. Doktorum beni inandırmıştı. 1.5 ay sonunda yeniden ayağa kalkmaya başladım. Belki saçlarım yoktu, iyi görünmüyordum ama hayattaydım.
     
    ‘İkinci baharım’
    1.5 yıllık tedavi sürecinden sonra iyileşmiştim. 2010’dan sonra hayatımın ikinci baharını yaşamaya başladım. Sevmediğim insanları, beni üzenleri hayatımdan çıkardım. 2011’de Akçay’dan ev aldım. İstanbul-Akçay arasında mekik dokuyorum. Şu an hiçbir sıkıntım kalmadı. 3 ayda bir kontrollerim yapılıyor. Artık bu duruma alıştım ve kanıksadım. 2006’da 2 ay ömrüm kaldığını düşünürken üzerinden tam 9 yıl geçti. Kendimi şanslı sayıyorum. Yaşama dört elle sarıldım. Kendimi sevmeyi, değer vermeyi öğrendim. Kanser illetine karşı savaşmayı göze aldım. Göğüs ameliyatım 8 saat sürmüştü. 1.5 yıl biraz sıkıntı olsa da şimdi mutluyum. Kanserle mücadele edenlere tavsiyem; her şeyi kendinize dert etmeyin. Bardağın boş tarafını değil, dolu kısmını görün. Asla ama asla pes etmeyin.”
    -------------
    Kanserden nasıl kurtuldum
     
    Şayet ölüm saati ecel gelmediyse dünyada yiyeceğin, içeceğin rızkın kesilmediyse yaşaman için mucizeler önüne çıkar Allahın izniyle yıllarca hayatını sağlıklı bir şekilde sürdürülmeye devam edebilirsin. Kanser başlangıcında Erken teçhiz, Hastalık daha müzminleşmeden, ilaç veya ameliyatla tedavi başta olmak üzere bu hastalıktan kurtulma şansı daha çoktur. Hastanın morali, maneviyat Allaha daha çok dualarla yönelmek, doktorun tavsiyelerini yerine getirmekte büyük rol oynar kanser hastalığında.
     
    Üç beş sene sol umuzumdan aşağıya doğru bir ağrı oluyordu, bu ağrı bazen çok fazla acı verdiği için sağ elimle sol omzumu tutar açıyı hafifletmeye çalışırdım. Bir defasında rahmetli Doktor Ali erenle sohbet ederken omzumu elimle devamlı tuttuğumu görünce nedenini sormuş bende durumu kendisine anlatınca bir kâğıda bir not yazarak bunu eczaneden alıp kendisine getirmemi söylemişti. Eczaneden aldığım bir iğneydi sol omzumdan iğneyi yaptı fakat bu iğnede fayda etmemişti.
     
    yılının Ramazan ayı teravi namazının her dört rekâttan sonra cemaatin topluca sesli söylediği salâvatı okurken sesimin kısıldığını fark ettim. Sabahleyin Antalya Devlet hastanesinde bir aylık uğraş bir netice vermedi ve Beni üniversite Göğüs hastalıkları servisine havale ettiler. O yıllarda doçent olan Doktor Alpay Serpel ile tanışmış olduk, yapılan sıkı kontroller, kan tahlilleri ve çekilen röntgen filmleri sonucunda sol akciğerde yedi santimlik KİTLE olduğu tespit edilmişti. Yani bu bir nevi iyi huylu kanser olduğunu tespit ettiler. Doktor Alpay bey, bu kitleyi küçültmek için kemoterapi almam gerektiğini, ameliyat yapacaklarını, ameliyatın olabilmesi için de kimyasal tedavi görmem gerektiğini şayet bu uygulamayı kabul etmezsem ameliyat yapamayacaklarını ve acele bir karar vermem gerektiğini yoksa sonu ölümle biteceğini tatlı bir dille anlattılar. Kemoterapi görenlerin sac ve sakallarının döküldüğünü, zor şartlar altında bu ilacın damara zerk edildiğini duyduğum için karar vermekte günlerce zorlandım. Doktorumun tatlı diliyle anlatımları ve son olarak ameliyat olmazsan “hayatını kaybedersin” sözü üzerine sözleşmeleri imzaladım ve ilacı almaya karar verdim. Sekiz seans haftada iki kez olmak üzere kimyasal tedavi almaya başladım ve her seans 4 saat sürüyordu, yatarak veya oturarak serum şişelerine encekte edilen ilaçlar ellerimdeki damardan vücuda veriliyordu. Her seans bittiğinde filmler çekiliyor tekrar seans başlıyordu. İkinci haftanın sonunda üçüncü seans bittikten sonra çekilen filmde kitlenin 3 santim küçüldüğünü gören doktorlar bana” haydi gözün aydın ameliyata hazır ol” dediler.
    Bir ameliyatın gerçekleşebilmesi için ilk önce hastanın ameliyat sırasında ağrı, açı hissetmemesi için anestezi (ilaçla bir nevi uyuşturma, uyutma) yöntemi yapılması gerekir. Bu işlemlerin yapılabilmesi için anestezi uzmanları tarafından hasta takibe alınarak vücutta ölçümler yapılmakta, kaç derece ilaç yükleneceğinin hesapları yapılmaktadır. Bütün işlemler bittikten sonra ameliyat odasına alınan hasta ameliyat yapacak doktor ile konuşuyorken uyuşturucu ilaç ta vücuda zerk ediliyor iki, üç dakika sonra hasta da kendinden geçtiği için artık ameliyat başlıyor. Benim bunlardan haberim olmadı altı buçuk saat süren uzun ameliyat sonrasında sol akciğerde bulunan kitle oradan DR. ifadesiyle sıyrılarak alınmış. Arka sırt kısmımda boyundan bir karış aşağıda ve 35 santim aşağıya doğru kesmişler. Tabi bunların kesilmesi, kaburga kemikleri arasından girilerek akciğere ulaşılması ve orada kitleyi sıyırıp almaları saatleri bulmuş olabilir. Ben gözümü açtığımda yoğun bakım ünitesinde olduğumu söylediler. Sol kaburga kemiğimin hemen altında iki delik açtıklarını ve buraya iki hortum bağlandığını gördüm. Bunların ne işe yaradığını sorduğumda biriken kanın bu hortumlarla dışarıya atıldığını hortumun ucuna da bir naylon şişe bağlanmıştı, kanlı atılım orada birikiyordu. İki gün yoğun bakımda kaldıktan sonra normal odaya çıktım.
     
    Allah kimseyi düşürmesin, yokluğunu da göstermesin hastanede on gün kadar kontroller, filmler çekilerek incelendi zor günler sonunda taburcu oldum. Bir sene boyunca 15 günlük, aylık kontroller devam etti ve Allaha şükür aradan yılla geçti ne kolumda eskisi gibi ağrı nede başka rahatsızlık duymadan Allaha çok şükür, binlerce şükürler olsun hayatımızı sağlıklı sürdürmeye devam ediyoruz. Burada okuyucularım şunu paylaşmak isterim; vücudun herhangi bir yerinde bir şişkinlik ve ur belirtileri veya Devamlı ağrıyan yeriniz olduğunda hiç ihmal etmeden mutlaka bir doktor muayenesinden geçmeniz gerekmektedir. Hatta hiçbir belirti ve ağrı olmaksızın senede bir defa muayene olmak en iyisidir. Kanser başta olmak üzere her türlü hastalığın erken teşhisle o hastalıktan tedavi edilerek kurtulma şansınız çok daha fazladır.
    -----
    Hepimizin hikayeleri, duyguları, arzuları ve yaşama dair planları var.
    Bu seferki kabus, Seattle’da başladı. Yolda yürüyordum ve 3 adam arabadan inip üzerime doğru geldi. Onlara bir gülümsemeyle karşılık verdim ancak benim dostça attığım adım onların bana saldırmasıyla kavgaya dönüştü. Ardından birden doğduğum ülke Suriye’de bulduk kendimizi. 911’i (Acil Servisi)aramaya çalıştım ama parmaklarımı oynatamıyordum.  Sonunda iki arkadaşımla kaldığımız eve kadar bana eşlik edebilecek bir polis buldum. Eve girdiğim anda takip edildiğimizi fark ettim. Adamların araçlarını dışarıya park ettiklerini görebiliyordum. Hızlıca yere doğru eğilip, gizlenmeye çalıştım. Ama artık çok geçti, adamlar kapının önündeydi. Kapı çaldığında, arkadaşlarım onları içeri almıştı. Rüya saklandığım yeri bulan adam ve nefret dolu bakışlarıyla sona erdi.
     
    Bu kabus, geçen son birkaç haftada yaşadığım çaresiz ve güçsüz duygularımı yansıtıyor. COVID-19 döneminde, 4. Evre akciğer kanseri tanısı ile yaşamak çok zor. İş yüküyle patlamak üzere olan bir sağlık sisteminde poliçelerin, tedavi talebimizi reddedebileceğini öğrenmek, beni çaresiz ve korunmasız bırakıyor.  Tek korkan ben değilim. Kenara itilmiş tüm topluluklar benzer bir kabus yaşıyor. Dahil olduğum kanserli hasta grubu ise özellikle savunmasız.
     
    4.Evre akciğer kanseri tanısı almış üç kişiyle daha röportaj yaptım. ‘’Korkuyorum’’ diyor 32 yaşındaki Rose. ‘’Virüs ciğerlerinize saldırıyor. Akciğerlerim zaten kanserle savaşıyor ve risk altında. Bir de zatürre ile uğraşmak büyük bir muharebe olur(du).’’64 yaşındaki Edward, çok endişeli: ‘’Birçok insan ölecek ve ilk gidecek olan bizleriz’. Edward kendini iyice korunmasız hissediyor. ‘’Bu virüs 60 yaşın üzerindeki, diyabet tanılı, kanser ve akciğer kanseri tanısı olanları etkiliyor ve ben dört kategoriye de uyuyorum.’’ 73 yaşında, emekli doktor ve kanser hastası olan Jane, ‘’Virüsü kaparsam, çok büyük olasılıkla beni öldürür’’ diyor.  Üstelik sadece kendisi için endişelenmiyor. Oğlu diyabet tanılı ve gelini de hamile. Hepsi yüksek risk grubunda yer alıyor.
     
    Kanser tanısı almış kişiler olarak içinde bulunduğumuz riskin farkındayız ve hayatta kalmak için elimizden geleni yapıyoruz. Jane kendini izole ediyor: ‘’Yatak odamdayım, çoğu zaman odamdan dışarı çıkmıyorum. Sadece aşağıya inip verandada temiz hava alıyorum.’’ Rose da aynısı yapıyor. ‘’Hiçbir yere gitmiyoruz; 7/24 evdeyiz.’’ Başlangıçta çocuklarının eve virüs taşımasından endişe ediyordu. Şimdi okulların kapanmasıyla, sadece eşi evden çıkıyor. O da Rose’un hastalığı konusunda çok hassas ve kendini işinde izole ediyor.
     
    Kanser tanısı almış kişiler güvende kalmak için ellerinden gelen her şeyi yapsalar dahi başkalarının kendi üzerlerine düşeni yapmadıklarını düşünüyorlar. Rose, “İnsanların bu durumu yeterince ciddiye aldıklarını düşünmüyorum. Birçok insana, okulların ve işlerin kapanması tatil gibi geldi.’’ Edward da korkuyor: ‘’Bazı insanlar hepimizi tehlikeye atıyor.’’ En son ofisine gitmek zorunda kaldığında, iş arkadaşlarının çoğunun orada olduğunu görünce şaşırdığını şöyle anlatıyor: “Resmi olarak kapandığından ofisin boş olacağını düşünmüştüm ancak insanların üçte biri ofiste çalışıyordu.’’
     
    Ayrıca kanser tanısı almış kişiler COVID-19 kaparlarsa, tedaviye erişemeyecekleri için de endişeleniyorlar. Edward bunu şöyle açıklıyor: ‘’ Yeterli solunum cihazı olmayacak. Uzun bir yaşam sürme şansı en yüksek olan insanlara bu cihazları verecekler. Yaşı 60’ın üzerinde bir kanser hastası olarak bu listesinin en alt kısmında yer alacağım.’’ Bakım önceliği hakkında akciğer kanseri grubuyla konuşan Jane de insanların kendilerini ikinci sınıf vatandaş gibi hissettiklerini ve hayatlarının neden daha az değerli sayıldığını merak ettiklerini söylüyor.
     
    Bakımın reddedilme ihtimali varken, başkalarının sorumsuzluğu nedeniyle virüs kapmak,  çok büyük hayal kırıklığı yaratıyor. Edward, ‘’Kızgın ve kırgınım. Ayrıca diğer insanların yapması gerekenleri yapmalarını sağlayamadığım için çaresiz hissediyorum’’ diye açıklıyor duygularını.
     
    Edward, Rose ve Jane bir yandan böyle hissederlerken, diğer yandan ileriye bakıyor ve yaşamlarına devam ediyorlar. Jane iki ay sonra doğacak torununu görmek istiyor. Edward, hayat kalitesinin ‘’mükemmel’’ olduğunu ve şimdi kanser olmadan önce olduğundan daha da mutlu olduğunu söylüyor. Rose bugünlerde zor zamanlardan geçiyor ve ilk röportajımızda gözyaşlarını zor tutuyordu.  Ama son sohbetimizde artık daha iyiydi ve hayattan yeniden keyif almaya başlamıştı.
     
    Toplum olarak kimin tedaviye erişeceğine karar vermek için stratejiler konusunda düşünürken, insanlığımızı unutmayalım. Birbirimize yalnızca birer sayıdan ibaretmişiz gibi davranmayalım. Hepimizin hikayeleri, duyguları, arzuları ve yaşama dair planları var.
     
    Biz de yaşamak istiyoruz.
     
    Morhaf Al Achkar, MD. PhD
    Aile Sağlığı Hekimi Washington Üniversitesi, ‘’ Roads to Meaning and Resilience  with Cancer’’ Kanserle Anlam ve Dayanıklılığa Giden Yollar kitabı yazarı.
    ------
    Kanseri 2 kez yendim
     
    İki kez kanseri yenen 41 yaşındaki kaleci Nurcan Çelik’in hikayesi
    Turkcell Kadın Futbol Ligi'nde bu sezon Kireçburnu Spor Kulübü forması altında boy gösteren 41 yaşındaki Nurcan Çelik, 27 yıllık futbol yaşantısı sırasında 2 kez kanser hastalığına yakalandı. Futbol ve spora olan tutkusuyla hastalığı 2 kez yendiğini ifade eden Nurcan Çelik, birçok konuda açıklamalarda bulundu.
     
    Futbol ve spor tutkusuyla kadınlara ilham olan 41 yaşındaki Nurcan Çelik, 2008 yılında milli takım kampındayken tiroid kanseri olduğunu öğrendi.
     
    Kanserle ilk savaşından 2009 yılında galip çıkan Çelik, 2012 yılında da meme kanseri haberiyle sarsıldı. Asla pes etmeyen Nurcan Çelik, 2014 yılında da meme kanserini yendi. Kendi adıyla kurduğu Nurçelikspor’un hem başkanı hem de kalecisi olan Nurcan Çelik, hastalığa ikinci kez yakalanmasının ardından tedavi sürecinde yaşadığı duyguları şöyle aktarıyor:
     
    “Kemoterapiler, o süreçler, memenin alınması, silikon meme konulmasının ardından enfekte olmam. Onunla beraber terapi alıyor olmam beni inanılmaz yormuştu. Artık son noktaya gelmiştim. Dedim ki, artık yeter, ben buna katlanamıyorum. Burada iğne mi yapıyorsunuz, ne yapıyorsanız yapın, bu acıyı sonlandırın.”
     
    Galatasaray’da forma giyen Roman Kosecki’ye duyduğu platonik aşk sonrasında futbola başladığını söyleyen Nurcan Çelik, “Futbola 1993 yılında Bursaspor’da başladım. Babam Galatasaraylı olduğu için ben de koyu bir Galatasaray taraftarıydım. Roman Kosecki’ye duyduğum platonik aşktan dolayı futbola başlamış oldum” dedi.
     
     
    “KARİYERİMİN ZİRVESİNDE KANSERE YAKALANDIM”
     
    Yakalandığı hastalıklar sonrasında futbola 3 kez başladığını söylediğini belirten Çelik, “Futbola üç kez başladığım söylenebilir. Kariyerimin zirvesinde tiroid kanserine yakalandığımı öğrendim. Bunu da bir milli takım kampında öğrendim. Onun üzüntüsünü çok uzun bir süre yaşadım çünkü kariyerimi sonlandırmak durumunda kaldım. Dolayısıyla tedavilerim sonuçlandıktan sonra, ‘tekrar futbola dönmeliyim’ dedim. Bu arada da Akdeniz Nurçelikspor adı altında bir kadın futbol takımı kurdum. Şu an kadınlar 2’nci liginde yer alıyor. Akabinde 2012 yılında da meme kanserine yakalandım. Bu süreç çok zorlu geçti. Bir sporcunun başına gelebilecek en büyük felaketlerden biri. Dolayısıyla yine hayata dört elle sarıldım. Sporcu savaşan ve istediğini sonunda kazanandır, ben buradan kazanan şekilde çıkmalıyım diye düşündüm” ifadelerini kullandı.
     
    “İNSAN ASLA AŞIK OLDUĞU BİR ŞEYİ YARIM BIRAKMAZ”
    Kanseri yenmesinde futbolun ve sporun önemine de değinen Çelik, “Sporun, futbolun hastalığımı yenmede %100 etkisi var. Hayatta bir amacınızın olması gerekir. İnsanlar hayal ettiği kadar yaşar. Benim de hayallerim yarım kalmıştı ve bunu tamamlamam gerekiyor diye düşündüm. Dolayısıyla bu nedenden dört elle sarıldım. Spor benim yaşam biçimim. Hayat felsefem. Bu da beni bugüne kadar ayakta tuttu. Bu bir tutku, aşk hikayesi gibi bir şey. İnsan asla aşık olduğu bir şeyi yarım bırakmaz. Sporsuz bir günüm geçmez benim. Bugün futbol oynamasam da bir spor branşıyla günüm geçer. En kötü ihtimalle koşar ya da pilates yaparım” şeklinde konuştu.
     
     
    “AVRUPA’DAKİ TAKIMLAR EKONOMİK ŞARTLARDA DAHA İYİ”
    Kariyerinin bir döneminde Almanya’nın Wolfsburg takımında da forma giyen tecrübeli file bekçisi, yurt dışındaki takımların ekonomik olarak daha kuvvetli olduğunu söyledi. Çelik, “Avrupa’daki takımlar ekonomik şartlarda daha iyi, daha kuvvetliler. Şartlar eşit olsaydı biz de eminim çok büyük başarılara imza atarız. Fakat bu onları daha güçlü kılıyor. Her zaman birkaç adım önde oluyorlar. Eşit olmayan bir seviyede onlarla yarışmak çok zor” diye konuştu.
     
    “ÇOCUKLAR ÇOK BÜYÜK BİR TECRÜBE KAZANMIŞ OLDULAR”
    Kendi adına kurduğu takımla bu sezon Kireçburnu Spor Kulübü adına Turkcell Kadın Futbol Ligi’nde boy gösterdiklerini belirten Nurcan Çelik, “Nurçelik Spor olarak, Kireçburnu Spor Kulübü’yle anlaştık. Takım olarak oraya transfer olduk. Onları 1’inci Lig’de temsil ettik. Kendi sporcularıma teşekkür etmek istiyorum çünkü kızlarımız orada bir alan açmış oldular. Çocuklar çok büyük bir tecrübe kazanmış oldular. Çünkü daha önce 1’inci lig tecrübesi yaşamamışlardı. Bir oyuncumuz da U19 Milli Takımı’na seçildi. Onunla da gurur duyuyorum. Bizim adımıza güzel bir organizasyon oldu diyebilirim” ifadelerini kullandı.
     
    “KADIN FUTBOLU GELİŞİM AŞAMASINDA”
    Kansere yakalandığı dönemde futboldan uzak kaldığını, bunun sonrasında kendi ismini taşıyan Akdeniz Nurçelik Spor’u kurduğunu anlatan Nurcan Çelik, “Spordan uzak kalamazdım. Kansere yakalandığım dönem futbol oynayamadım ama spordan uzak kalmamalıyım diye düşündüm. Kendime bir kulüp kurmalıyım, dedim. Kız çocuklarına sosyal olarak çok fazla olanak sağlanmaz. Dolayısıyla onlara sevdikleri bir spor dalında alan açmak istedim. Kadın futbol kulübünü bu nedenle kurdum ve sponsorlarla yürüyoruz bu yolu. Onlar olmadan mümkün değil. Birçok desteği kendi çevremden sağlamak durumunda kalıyorum. Federasyonun da ufak tefek katkıları oluyor. Bu şekilde toparlayıp 10-11 yıl boyunca götürmeyi başardık. İsterim ki daha iyi olanaklarım olsun. Daha iyi imkanlar sunabileyim. Kadın futbolu ülkemizde gelişim aşamasında. Dolayısıyla çok fazla bir talep ya da sponsor olma isteği olmadı. Bugünden sonra ise olacağını düşünüyorum çünkü Antalya’da yapılan Kadın Futbol Ligi’nde 1’inci olan takım ülkemizi Şampiyonlar Ligi’nde temsil edecek” dedi.
     
    “SPONSORLAR DEVREYE GİRERSE…”
    Kadın futboluna sponsorların destek vermesi halinde daha rekabetçi bir ortam oluşacağına dikkat çeken Çelik, şu ifadeleri kullandı: “1’inci Lig’de kızlarımız daha iyi şartlarda, belki sponsorlar devreye girerse biraz daha kuvvetlenir. Daha rekabetçi takımlar olur. Burada 1’inci Lig’de hangi takım şampiyon olur derseniz, iki takım yarışıyor. 16 tane takım var. Şampiyon belli olmuş oluyor, isterim ki şampiyon belli olmasın. Böyle bir lig yok. Daha geniş oyuncu havuzu kitlesine sahip kulüplerimiz olsun. Böylece kadın futbol kulüpleri ve ligleri de gelişmiş olsun diye umut ediyorum. Bu da daha sonrasında milli takımlara yansıyacaktır.”
     
    “NE YAPIYORSANIZ YAPIN, BU ACIYI SONLANDIRIN…”
    4 yaşında annesini meme kanseri hastalığından dolayı kaybettiğini söyleyen Çelik, sonrasında babasının bir evlilik daha yaptığını ve diğer annesinin de meme kanseri hastalığı sonrası vefat ettiğini belirtti. Kemoterapi aldığı sırada kötü ve zor zamanlar geçirdiğini ifade eden Çelik, “Annem meme kanserinden rahmetli oldu. Ben daha 4 yaşındayken. Sonrasında babam tekrar evlendi. 2’nci annem de keza meme kanserinden rahmetli oldu. Ben Karadenizliyim, bunu biraz Çernobil olayına bağlıyorum. Ben çocukken kulaktan dolma duyduklarım, 30 yıl geçsin, 30 yıl sonra bunun etkisi çocuklarda da görülür deniliyordu. Nitekim ki Karadeniz halkında görülüyor. Bu genetik bir durum. İster istemez, ilk duyduğumda ‘tamam benim de sonum geldi’ diye böyle bir duygu oluştu istemsizce. Ancak ben psikolojik olarak güçlü bir yapıya, bunu çok çabuk ekarte edebilecek hayal gücüne sahibim. Yani kendim doktorum, kendimdim. Düşünce olarak daha olumlu, daha pozitif, hayata toz pembe bakan bir yapım var. Kötü, şu olacak, bu olacak işte kemoterapi alıyorum. Gerçekten kötü, ağır durumlar geçirdim diyebilirim. Kemoterapiler, o süreçler, memenin alınması, silikon meme konulmasının ardından enfekte olmam. Onunla beraber terapi alıyor olmam beni inanılmaz yormuştu. Artık son noktaya gelmiştim. Dedim ki, artık yeter, ben buna katlanamıyorum. Burada iğne mi yapıyorsunuz, ne yapıyorsanız yapın, bu acıyı sonlandırın. Gerçekten çok acı bir süreç oluyor. Buradan bütün hastalara gönülden şifalar diliyorum. Kimse böyle bir duruma düşmesin. Allah düşmanımın başına bile vermesin” şeklinde konuştu.
     
    “60 YAŞINA KADAR OYNAMAYI PLANLIYORUM”
    Hastalığı nedeniyle futbola verdiği araları şu anda kapatmaya çalıştığını belirten Çelik, “60 yaşına kadar oynamayı planlıyorum. (Gülerek) Az önce de konuştuk. Sekteye uğrayan bir kariyerim var. Belli aralıklarla maalesef mola vermek zorunda kaldım. Ben de o molaları kapatmaya çalışıyorum aslında. Bugün oynuyor olmam, en formda, kendimi en iyi hissettiğim zamanlarda hastalığa yakalanmamdan kaynaklı. Bugün oynama arzusu hala devam ediyor. Kendimi formda hissediyorum, kötü olduğumu düşünmüyorum. Bugün gençlerle yarışabilecek bir fizik kapasiteye sahibim diyebilirim” dedi.
     
    “HEDEFİM ŞAMPİYONLAR LİGİ ŞAMPİYONU OLMAK”
    Kendi adıyla kurduğu kulübüyle Şampiyonlar Ligi şampiyonu olmayı hedeflediğini söyleyen Çelik, konuşmasını şöyle noktaladı: “Hedefim kendi kulübümle Şampiyonlar Ligi’ni görebilmek, Şampiyonlar Ligi şampiyonu olmak. Dedim ya insanlar hayal ettiği sürece yaşar. Dolayısıyla ben de bunun hayaliyle yaşayacağım. Bir gün bu da olacaktır diye düşünüyorum.”
    -----
    Bir kanser hikayesi!
    Pencerenin önünde örgü örüyordu , her zamanki günlerden biriydi , hava soğuk ve yine İstanbul trafiği hakkında radyoda yine o bildik haberleri veriyordu.
    Bir kanser hikayesi!
    Çocuk okuldan nasıl dönecekti , inşallah hasta da olmazdı. Yarın da sınavı vardı oğlanın , kerata yine eve gecikecek , gelir gelmez o televizyon dizisini , 70'li yılları hiç bilmeden heyecanla izleyecek ve babadan fırça yiyecekti. Tüm bunlar aklından geçerken , örgüde bir düğüm atladığını hissetti , yaşlanıyor muydu ne? Dikkatini dağıtan şeyin komşu apartmanın önüne asılan ilan panosundaki "meme okulu" yazısı olduğunu farketti. Ne garip işti bu ? Böyle isim mi olur? "Meme Okulu" ... Pes doğrusu , bu reklam işinde iyice aşırıya kaçmışlar dedi kendi kendine. Birden bunun bir reklam olmadığını , belediyenin de desteğiyle yapılan kadın eğitimlerinin ilanı olduğunu farketti. Ama ona neydi ki? Meme kanseri onun hayatında hiç yer etmiyordu. Ne annesi , ne teyzesi , kimsede yoktu , televizyondaki dizi yıldızlarından bulaşacak hali de yoktu ya!
     
     
     
    Aradan kaç dakika geçti bilinmez , kapı çaldı , okul aile birliğinden arkadaşıydı kapıdaki. Çok iyi ve girişken bir kadındı , eğitim, sağlık , spor, çocukların kadınların yararına nerede ne var , hepsi mahallede ondan sorulurdu. Canı sıkkındı kadının , bir kahve içip , iki çift laf etmek için gelmişti arkadaşına. Geçenlerde telefonla haber almıştı akrabasından, meme kanseri olmuştu. Ameliyat olacaktı , ama o kadar korkuyormuş ki kadıncağız doktordan kaçıyormuş... "Amaaaan dedi birden , öyle şey mi olur? doktordan korkulur mu hiç?"
     
    Laf nereden döndü dolaştı bilinmez , birden kapıya asılan ilan panosundan açıldı söz. Meme okulu sözleri üzerine gülüştüler , esprinin bini bir paraydı. Bir anda meme kanseri olan akraba için bile olumlu şeyler konuşulur hale gelmişti. Sihirli bir kelimeydi sanki : "Meme Okulu"... Komşu herşeyi bilirdi nasıl olsa , bunu da biliyor olmalıydı. Ve cevap gecikmedi , belediyeyle , bir meme merkezi işbirliği yapmış kadınları eğitiyormuş. Doktoru da tanıyormuş , genç , konuşkan bir tipmiş , avrupada okumuş mu ne? Her giden hastaya heyecanla aynı projeleri tek tek anlatıp , kadınları eğitmekten , meme kanseri ile ilgili bilinenleri ve bu ülkede yurtdşındaki kadınlarda görmediği korkuları yoketmek gibi , boş ve uzun konuşmalar sonrası muayeneye geçiyormuş , ama yine de güvenilir bir tipmiş.
     
    Kahveler bitmişti , ama muhabbet bitmek bilmiyordu . Birden , hadi gidelim mi , meme okuluna dedi komşu? Gülüştüler, ciddi misin? dedi komşusuna. Zaten o kadar iş güç vardı , ama yine de denemeye değerdi, hem hastane de Cihangirdeydi , beğenmezlerse , dönüşte bir kahve içip , eskicileri gezerlerdi. Kaybedecek çok şey olmadığını düşündüler ve karar alındı. Çarşamba gidilecekti , iki gülüp sonra da arka kapıdan hızla kaçılacak ve eşler hastanede bilecek ama hanımlar Cihangir eskicilerinde eve süs bakacaktı , mükemmel bir plandı , herşey tamamdı ve zaten o gün oğlanı okuldan bey alacaktı.
     
    Çarşamba sabah! Aman nereden evet demişti bu teklife? Zaten her çılgınlık da bu komşudan çıkıyordu. Sırf meraktan gidip de meme okuluna kaydolmak , ama gelecek salı yapılacak altın gününe bol muhabbet malzemesi toplanacaktı.Son bir sigara daha yaktı , hastanede içmek hoş olmayacaktı , herkes bahçesi çok güzel dese de , koca kadına hastanede sigara içilmezdi. Aman değer miydi? Meme Okulu gazına gelip , 2 saat sigara da içilemeyecekti. Hanımlar sokağın başında buluştu , yolda, meme okulu üzerine , bol komik espriler üreterek ve heryerde asılı meme okulu ilan panolarına bir espri patlatılarak , levhalar takip edilip o sarı ve güzel binaya gelindi. Bu bina dizide Behlül'ün Bihter'i öptüğü hastane değil miydi? Bir anda bina , bir anlam daha kazanmıştı, güler yüzlü hastane koruması onları toplantı salonuna götürürken , hemen Bihter'in yattığı oda tespit edilip , geçen yılki dizilerle , bu yıl diziler karşılaştırıldı. Bu sene favori Hürrem'di, ama Fatmagül'ün sonu Hülya Avşar filminden bilinse de yine de merak edilmekteydi. Biraz sıkılarak da olsa , toplantı salonuna girildi. Bir sigara içeri girmeden içse miydik acaba? Yanıt yoktu , herkes bir anda salonun ve binanın büyüsüne kapılmıştı. Burası Universal İtalyan Hastanesiydi.
     
     
     
    Duvara yansıyan meme okulu yazısı , yine gülüşmelere neden oluyordu , bellki ki salondaki tüm kadınlar aynı merak ve muzip duygularla gelmişlerdi. Derken salona genç , beyaz önlüğün kenarı özenli ütülenmiş parlak yüzlü bir doktor girdi. Kısa selamdan sonra , doktor o daha önce bildiği hikayesini anlattı , arkadaşına dönüp Avrupalı doktor bu muymuş ayol? Derken birden o çarpıcı sözler genç doktorun ağzından çıkmaya başladı. "Biz bu projeyi , meme kanseri gerçeğinden habersiz evinde örgü ören Ayşe Abla için yazdık...!"
     
     
     
    Ayşe Abla irkilmiş , biraz daha dikkatle dinlemeye başlamıştı farkında olmadan ve sigara açlığı yerini dikkat çekici sözler sarfeden bu adamın sözlerine odaklamıştı onu. Peşpeşe sıralıyordu genç adam: Meme kanseri, ailede meme kanseri olmasa da görülebiliyor , kontrolsüz doğum kontrol hapı kullananlarda , sigara içenlerde risk artıyor, meme kanserinden korunmak mümkün olmasa da , erken teşhis mümkün ve mamografi çekilmeyen kadınlar risk altında, meme kanseri erken teşhis edildiğinde çoğu zaman memenin alınmasına gerek kalmıyor ve hatta kemoterapi bile vermeye gerek kalmıyormuş.”O anda kendisinin hayatında meme kontrolü için hiçbir doktora gitmediği aklına geldi. Bu kadar teadüf olabilir miydi? Genç adamın her cümlesi kendinde bir farkındalık yaratıyordu.Toplantının sonu gelse de randevu alsam diye geçti birden aklından ama, akşama ne pişecekti? O daha önemli geldi birden. Eğitim bitmişti , içinde birşeyler uyanmıştı , doktora gitmeliydi , ama kendinde birşey hissetmiyordu ki, neden gidecekti? Çıkışta doktorun etrafina giden kalabalığa baktı , anlaşılan bazıları doktorun daha önce ameliyat ettiği kadınlardı , kimi hayır duası ediyordu , kimi de sorular soruyordu. Cesaretini topladı , kendi grubundan koptu ve :"Doktor Bey , randevu için kiminle konuşacağız?" diye sordu... "Ablacığım eğer acilse , bugün biraz bekletirim ama bugün ameliyata girmeden bakabilirim" cevabını aldı. Cevap hoşuna gitmişti , ama durum acil olmasa da , tamam dedi , zaten dünden kalan yemekler bugünü de idare ederdi.
     
     
     
    Behlül'ün Bihter'e koştuğu cam koridordan geçilerek gidiliyordu muayene odalarının olduğu kata, dudakları yırtılırcasına gülümseyen bir görevli kız çocuğu ona eşlik ediyordu. Bahçe de hakikaten çok güzeldi. Görevli kıza birden soruverdi , belli etmek istemedi ama doktor hakkında bilgi almak istiyordu. Kız hazır cevap yanıtlayıverdi , “hiç merak etmeyin hanımefendi , muayene sonrası herşey çok değişmiş olacak sizin için” dedi. bir de meme okulu ilanları aklına geldi , gülümsedi.
     
    Doktor bu sefer beyaz önlük altına yeşil bir forma giymişti , ama gülümseme , enerji aynıydı. Sanki içerde iki saat konuşan o adam değildi. "Gençlik" dedi mırıldanarak, ama hala "Abla" lafına takmıştı , belki de biraz kırılmıştı.
     
    Karnı burnunda hamile başka bir sekreter , doktorun muayene odasına eşlik ederken , ondan da son bir tüyo almak istedi ama nafile artık odada ve kendi hikayesiyle başbaşaydı. Bir ilan panosu ve bir anlık muhabbetin büyüsü , birden bambaşka bir yere getirmişti onu. Yabancıydı buralara , nerelerden geliyordu? Şarkıdaki gibi...
     
    Soru cevap faslından sonra , merakla beklenen muayene anı geldi , doktorun muayene sırasında yüzünün hali , onu hiç ilgilendirmiyordu ama, bir yere takılıp duruyordu genç adam muayenede, "birşey mi var acaba diye soracak oldu ama ne olabilir di ki? bu sadece basit bir ilk kontrol muayenesiydi. İlkinde piyango vuracak hali yoktu ya.
     
    O ara doktor, "daha önce burada birşey var mıydı?" diye sordu. Sürekli birşey olmayacak nasıl olsa diye gülümseyen yüz , bir anda gerildi ve "yooo, yoktu" diye kısık bir sesle yanıtladı. Bugün müsaitseniz bir mamografi çekebilir miyiz? diye sordu doktor.
     
    Mamografi yapıldı , hızlı bir telefon trafiği ve doktorun ameliyat çıkışı beklendi . Kıvırcık saçlı çok sempatik bir doktordu mamografiyle ilgilenen , bir saate yakın yazdı yazdı , sorular sordu . Konuşması sanki yıllarca yabancı ülkede kalanlara benziyordu , tam soracaktı ki birden cep telefonuyla Fransızca konuşmaya başladı doktor. İşinde titiz bir kadına benziyordu , o nasıl olsa ahiretlik sorular sormuştu ona , o da , kadın doktora hemcinsi olmanın verdiği rahatlıkla sordu : "Siz de avrupada mı okudunuz?" , bu sorunun içinde biraz inceden dalga , biraz da ciddi merak vardı... "Ben , Fransa'da meme üzerine radyoloji eğitimi aldım , burada doktor bey'le beraber , meme kanseri üzerine çalışıyoruz cevabını alınca..." , hoşuna da gitmedi değil hani , ve yine merakla, "peki doktor hanım ne gördünüz?" , "ben raporumu yazıyorum , doktor bey size bilgi verecek, ama korkulacak birşey görünmüyor..." Ne demekti bu , yani daha kötülerini mi görmüşlerdi? yoksa bu kötünün iyisi miydi?
     
    Mamografi raporu alındı ve ışık hızıyla , sabahtan beri konuşan , muayene yapan doktora , bu sefer hiç farkında olmadan , "Ablacım , sonuç çıktı bir bakabilecek misin?" dedi. Dedi ama bu sefer de kendine kızmıştı , neredendi bu samimiyet , o anda doktorunu kabullendiğini ve bir an evvel eve gitmek istediğini farketti.
     
    "Ayşe Ablacım, bugün eğitimde anlattığım , erken evre meme kanseriyle uyumlu bir görüntü tespit ettik , iyi ki gelmişsin, ama güzel haber, o toplantıda bahsettiğimiz tüm olumlu haller senin için geçerli..."
    İçinden , "Ne olumlusu , ne hali , hem kanserle uyumlu diyorsun , hem de olumlu diyorsun be adam dedi , bağırmak istedi, bağırarak ağlamak istedi." Sürmeli gözlerden iki damla yaş yanaklara aktı. Yutkunamıyordu , soru da soramıyordu , doktor hala konuşuyordu ama ne dediğini kesinlikle anlamıyordu , sigara mı içsem , yoksa sokağa fırlayıp bağırsam mı , bu bir kabus mu? Yok yok başka bir doktora da danışmalıyım , fikirler bir o yana , bir bu yana uçuşuyordu. Sarsıldı, kendine geldiğinde , doktor biyopsiden , ameliyattan bahsediyordu.
     
     
    Bir hafta sonra
     
    "Günaydın , ellerine sağlık doktorcum, meme alınmadı , kemotrapi de görmeyecek mişim , sadece bir kısa süreli ışın tedavisi ve ağızdan hormon hapıyla tedavi devam edecekmiş..." Sözlerini tuttun , ben de sözümü tuttum , sigarayı bıraktım." Doktor gülümsüyor , ve hala ilk toplantıdaki enerjiyle , güç aşılamaya devam ediyordu. Bihter'in cam koridorundan ilerlerken , ilan panosu , eğitim , eğitim sonrası garipsediği o soru soran ve dua eden kadınlar geldi aklına , bir de dudakları yırtılırcasına gülümseyen o kızın sözleri "Çıkışta , Sizin için çok şey değişecek"...
     
    Yukarıda anlatılan hikaye , kimileri için bir masal , kimileri için önemsiz bir hayaldir. Ancak her haliyle hayal ürünü olan Universal Meme Okulu projesinin bir gerçeğidir.
     
    Op. Dr. Cem Yılmaz
    Genel Cerrah
    Universal İtalyan Hastanesi Meme Merkezi Direktörü
    ---------
    ÖNEMLİ NOT;SİTEMİZDE YAYINLANAN YAZILAR VE  HİKAYELER  KANSER HASTALIĞI İLE MÜCADELE EDEN OKURLARIMIZ İÇİN BELKİ BİR YOL GÖSTERİCİ OLABİLECEĞİ, FAYDA SAĞLAYACAĞI DÜŞÜNÜLEREK SAYFADA YAYINLANMAKTADIR. TÜM YAZI VE HİKAYELER DİGİTAL DÜNYADA YER ALAN FARKLI KAYNAKLARDAN BİRARAYA GETİRİLMİŞTİR. BU SİTE BUGÜNE KADAR OLDUĞU GİBİ KANSER KONUSUNDA BUNDAN SONRA DA  HİÇ BİR İLAÇ, HİÇ BİR DOKTOR VEYA HASTANE ÖNERMEDEN ÖZELİKLE KANSER SAVAŞINI KAZANMA YOLUNDA YAYINLANMIŞ TÜM HABER, YAZI VE HİKAYELERE HİÇ BİR KARŞILIK BEKLEMEDEN YER VERMEYE DEVAM EDECEKTİR. 
     
Bu sitenin alt yapısında Santral.TV kullanılmaktadır.
Yasal Uyarı: Sitede yer alan herhangi bir içerik veya imaj Kanserden Haber Al izni olmadan, kesinlikle kopyalanamaz.