Onkoloji alanında 30 yıldır çalışan bir bilim adamı ve aynı zamanda bir tıp doktoru olan Prof. Dr. Vincent Castronovo, kaderin bir cilvesi ile gırtlak kanserine yakalandı ve kendi uyguladığı tedavi yaklaşımı ile bu hastalıktan tamamen kurtuldu.
Prof. Dr. Vincent Castronovo kanser ve beslenme ilişkisi konusunda çalışan dünyaca ünlü Belçika’lı bir bilim adamı ve tıp doktorudur. Bu yazıyı kendisi ile 12 Nisan 2012 de Belçika RTL radyosunda yapılan söyleşiden derledik.
Meslek hayatımı kansere karşı savaşmaya adadım. Bilhassa ölümlere sebep olan metastazların oluşmasını sağlayan mekanİzmaların deşifre edilmesi üzerinde uzun yıllar çalıştım. 15 yıldan fazla bir süredir, bilim ve tıp dünyasında fazla üzerine gidilmeyen beslenmenin kötü huylu tümörlerin ortaya çıkmasında ve gelişmesinde oynadığı anahtar rol üzerine yoğunlaştım. Geçtiğimiz yıl, 2011 yılı Şubat ayında ben de reflüye bağlı olarak gırtlak kanseri teşhis edildi. Sonunda 30 yılı aşkın bir süredir mücadele ettiğim bu kötü hastalık beni kendi evimde yakaladı.
Liege Üniversitesi Hastanesi’nden uzman bir doktor ekibi ve kendi geliştirdiğim tedavi stratejimle bu hastalıktan tamamen kurtuldum. Hastalıkla geçirdiğim bu serüvenli yolculuktan sonra, eskisinden çok daha sağlıklı bir hayata kavuştum. Ben her iki tarafı da gördüm. Hem doktor hem hasta. Tabii benim meslekten olmam ve bu konu üzerine zaten çalışıyor olmam bu hastalığı daha iyi anlamamı ve adımlarımı ona göre atmamı sağladı. Benim tedavi yaklaşımım 4 unsurdan oluşuyor: Beslenme, Egzersiz, Sevgi ve Dostluk
Bende senelerdir reflü sorunu vardı. Bunu çok önemsemedim çeşitli ilaçlarla antibiyotiklerle bunu geçiştirdim. Ancak sürekli olarak yukarı çıkan bu asit gırtlak dokusunu tahriş ediyor ve enfeksiyonlar oluşturuyor. Buradaki enfeksiyonları önlemek için aldığım antibiyotiklerle beraber gırtlak dokusundaki bağışıklık mekanizması duyarsızlaştı ve oluşabilecek bozuk genetikli hücreleri yok edemedi. Ben kanser olduğumu son safhada öğrendim.
Uzun süre kanserin kalıtsal olduğu düşünüldü. Ancak kanser kalıtsal değil çevresel etkenlere dayanan bir hastalık. Akciğer kanserinin %90 sebebi sigaradır. Bunu herkes biliyor. Mevcut kanserlerin %40 sebebi ise doğrudan beslenme ile ilişkili. Bazı kanser türlerinde bu oran çok daha yüksek örneğin benim uzmanlık alanım olan barsak ve mide kanserlerinin %54′ünün sebebi beslenme ile ilişkili. Araştırmalarımız sırasında biz şüphelendik acaba bu kansere yakalanan hastaların beslenmelerinde herhangi bir şey var mı? Daha sonra bunu bizim kanser araştırma merkezimizde inceledik. Gördük ki analiz etiğimiz hastaların tamamına yakınında bir beslenme bozukluğu var. Araştırmayı derinleştirdiğimizde bulgularımız şaşırtıcı idi. Vakaların tamamında beslenme ile kanser arasında istatistiksel olarak göze batan doğrudan nedensel bir ilişki var. Beslenme ile kanser ilişkisini şu şekilde izah edebiliriz. Beslenme bozukluğu bağışıklık sisteminin düzgün çalışmamasına yol açıyor, vücudu koruyan hücrelerin üremesi yeterli hammadde olmadığı için yavaşlıyor. Vücutta zaman zaman dış etkenlerle oluşan bozuk genetikli hücreler yok sekteye uğramış bu bağışıklık sistemi tarafından yok edilemiyor.
Çağımızdaki en büyük tehlike şeker. Bundan 100 sene önce yılda 1 kg şeker tüketirken şu an sizin tüketiminiz 72 kg oldu.İnsan vücudu buna alışkın değil vücuda giren bu kadar şekere karşı ne yapacağını bilmiyor. Vücutta iç iltihaplanma oluşturuyor. Bizi bugün meşgul eden pek çok hastalığın sebebi bu iltihaplanmadır.Obezitenin tıptaki adı iltihaplanmadır ve sebebi şekerdir.
MS hastalığı bir iltihaplanma hastalığıdır. Beynin bazı bölgeleri iltihaplanma yüzünden dopamin üretemez hale gelir. MS hastalığının sebebi bu dopamin üretememedir.Kanserinde gelişmesi için ortamı hazırlayan bu iltihaplanmadır.
Yetersiz beslenme yiyeceğin az olduğu fakir ülkelerin sorunu değil. Günümüzde zengin saydığımız batı ülkelerinde bir yetersiz beslenme söz konusu.Tükettiğimiz besinlerin çoğu endüstride işlenip rafine ediliyor ve faydalı her şeyden arındırılıyor. Örneğin ekmek buğdayın en faydalı olan kabuğu atılarak yapılıyor. B12, protein ve demir gidiyor geriye saf nişasta yani şeker kalıyor.İlginçtir ki gıda endüstrisinin diğer bir kolu da bu artıkları alıp bunlardan vitamin destek ürünleri yapıp bize ayrıca satıyor.
Bize hayvansal yağların kötülüğünden bitkisel yağların iyiliğinden bahsedilir. Oysa bitkisel bir yağ olan palmiye yağı toksik bir yağ.Malesef palmiye yağı gıda endüstrisinde en çok kullanılan yağdır. Bugün süpermarket raflarında gördüğünüz ve üzerinde “bitkisel yağ” yazan yiyeceklerin neredeyse tamamında palmiye yağı kullanılır. Çünkü diğer yağlara göre sıcaklığa çok dayanıklıdır. Gıdalar işlenirken uygulanan yüksek ısılı işlemlere dayanıklıdır. Bu yağ ayrıca uzun süre yapısı bozulmadan durabilir. Bu şekilde hem yiyeceklerin raf ömrü uzatılmış olur hem de fabrikada yağı depolama ve üretme maliyeti düşürülür.Son zamanlarda gıda şirketleri yaşanan ekonomik kriz yüzünden karlılıklarını koruyabilmek için maliyet düşürmeyi iyice ön plana aldılar. Örneğin diğer yağların yerine palmiye yağı kullanılması onların karlı kalabilmesine yardım ediyor. Bu yüzden daha çok şirket bu yağı kullanmaya başladı.
Ben herkesi uyarıyorum bu yağ toksiktir, kanserojendir, lütfen palmiye yağı bulunduran yiyeceklerden uzak durun. Henüz bu yağın kullanımı yasaklanmadı ancak yaptığımız baskılarla Avrupa Birliği geçtiğimiz günlerde palmiye yağı bulunan gıdaların üzerinde bunun açıkça yazılması için bir yasa çıkardı. Bundan önce sadece bitkisel yağ yazıyorlardı. Bitkisel yağ dedikleri ise çoğu zaman bu palmiye yağıdır.
Önce tıbba güvendim. Ancak bununla bırakmadım beslenmemi planladım ve besin destekleri kullandım. Kemoterapi sırasında probiotikler kullandım. İnsanın bağırsağında bizim için vazgeçilmez olan bakteriler vardır. Bu bakterilerin bizim için hayati önemi vardır. Bunlar olmadan bazı besinleri hazmedemeyiz. Ayrıca gerekli bazı enzim ve vitaminlerin üretilmesini sağlarlar. İlginç bir nokta şu, geçtiğimiz günlerde aslında beynimiz ile bağırsakta yaşayan bu bakteriler arasında karşılıklı bir iletişim olduğu bulundu. Kemoterapi sırasında maalesef bağırsaklardaki bu bakteriler ölüyor. Bu yüzden onları yenilemek için probiotik kullandım. Probiotikler bu bakterilerin uyur halde bulunduğu kültürüdür. Bunlar bağırsağa yerleşir ve azalan veya yok olan barsak florasını yeniler.
• Bunun yanı sıra vitamin hapları aldım. Mineraller aldım.
• Omega-3 yağlarını düzenli olarak beslenmeme dahil ettim.
• Yeteri kadar protein aldım.
• Kızartmaları kestim.
• Hepsinden önemlisi ise şeker almayı kestim.
Doktorlarım çok açık fikirli idi benim getirdiğim önerileri her zaman değerlendirmeye aldılar. Böyle bir şansım oldu. İletişimim diğer hastalara göre çok daha kolay oldu.
Memelilerin beslenmesinin ilk ve en önemli aşaması çiğnemedir. Maalesef sosyal yaşam biçimimiz ve değişen ve rafine olan gıdalar bizleri çiğneme davranışından uzaklaştırdı. Çiğnemek bizler biyo mekanik bir olaydır ve vücutta bazı sistemleri harekete geçirir. Bunun yanı sıra parçalanan gıdalar kolayca hazmedilir. Bağırsaklarda oluşan gazların sebebi iyi çiğnememedir.
Biz merkezimizde hastalara bir kan testi yaparak hangi vitamin, mineral ve yağların eksik olduğunu tespit ediyoruz. Buna göre hastaya uygun bir beslenme planı oluşturuyoruz. Çünkü zaten bir kere yetersiz ve yanlış beslenme yüzünden insan hasta olmuş. Hastalığın tedavi sürecinde bu yanlış mutlaka giderilmeli ve vücutta eksik olan ne varsa beslenme ile yerine konulmalı. Aksi halde bir iyileşmeden söz edemeyiz.
• Yiyecekleri çiğneyin ve strese kapılmadan yavaş yavaş yiyin. Yemek yemeyi aceleye getirmeyin yemek için kendinize zaman ayırın.
• Yağlı balıkları tüketmeyi ihmal etmeyin. Ton balığı tüketin, bu balığın içinde yüksek miktarda vücut için dışarıdan alınması şart olan yağ asitleri bulunur. Bu yağ asitlerini vücudumuzun çalışması için gereklidir. Ancak vücutta üretemeyiz dışarıdan alınması gerekir. Haftada en az 3 kez yağlı balıkları tüketin.
• Şekerden uzak durun. Şekeri ve türevlerini (nişastalar, karbonhidratlar) hayatınızdan çıkarmaya çalışın. Hızlı şekerleri kesinlikle tüketmeyin.
• Brokoli tüketin. Bunun içinde kanserin metastaz yapmasını önleyen bir madde var.
• Yağları pişirmeyin. Yakmayın. Üzerinden duman çıkan bir yağ toksiktir. Sıcaklık yağların kimyasal yapısını değiştirir onları zehirli hâle getirir. Yağı mümkünse pişmenin son aşamasında ekleyin.
• Brokoli ve diğer sebzeleri tüketirken bunları suda kaynatmayın. İçinde faydalı olan her şeyi suyuyla atarsınız. Tüketirken bunu ağır buharda pişirin. Yağını da sonradan ekleyin üstüne.
• Kanınızdaki bakırı azaltın. Bunun için ıspanak tüketin.
• Kızartmalardan uzak durun. Palmiye yağı ve ay çiçek yağını kullanmayın.
• Gülün.
• İlk hikaye Cari D. isimli savaşçının hikayesi;
• Rutin fiziksel yıllık muayenem sırasında doktorum uzun yıllar sigara içtiğim için,eğer sigortam da onaylarsa göğüs BT (Bilgisayarli tomografi) tarama testi önerdi ve Eylül 2010da CT çektirdim. Ertesi gün doktorla olan randevumda akciğer kanseri olduğumu öğrendim.
• 4.evre beyin metastazlı küçük hücre dışı akciğer kanseri teşhisi konuldu. Beynimdeki 3 lezyon için stereotatik radyocerrahinin yanı sıra kemoterapi ( Cisplatin ve Alimta) aldım ardından akciğerimin sol alt ve üst lobları alinarak pnömektomi yapıldı.
• Yapılan moleküler test Epitelyal büyüme faktör reseptör mutasyonu, (EFGR) görülmesi nedeniyle ameliyatım sonrasında Tarceva isimli ağızdan alınan kemoterapiye dönüldü ancak gözlerimdeki reaksiyon nedeniyle ilaç tedavim devam etmedi. 3 ayda bir tüm vücut için PET/BT taraması ve beynim için 2 haftada bir rutin MR taraması ile devam ediyorum. Teşhis konulduğunda beri toplamda 5 stereotatik radyocerrahim oldu.
• Teşhis konulmadan önce sağlıklı bir hayatım vardı, bana en zor gelen şey doktor muayeneleri, testler, prosedürlerin hayatıma girmesi ve bitmez tükenmez sonuç bekleyişleri. Daha da zoru her adımda sevdiklerimin bununla başa çıkmasını izlemekti. Lunaparktaki trenler gibi ne geliceğini bilmiyorsun ama önemli olan ne gelirse gelsin 'o'nunla başa çıkmanız.
• Benim açımdan her dönüşte inanılmaz ve mükemmel aile ve arkadaş destekçilerim oldu. Tabi ki akciğer kanser destek grubumun olduğu Cancer Care de inanılmaz, değeri tarif edilemez sanal arkadaşlar kazandım.
• Etrafınızda size moral verip duygularınızı paylaşıp anlayabilecek olağanüstü doktorlardan oluşan bir ekibin olması çok önemli.
• Haftalık akciğer kanseri destek grubunun iyileşme sürecimde çok önemli bir payı vardır. Paha biçilemez arkadaşlıklar ve değeri ölçülemeyen bilgi ve deneyimler....
• Phyllis'in hikayesi;
Kanser. Benim başıma geleceğine asla inanmazdım. Kendinizi ne kadar güçlü sayarsanız sayın hiçbir şey sizi böyle bir teşhise hazırlamaz. Çok şükür hayatımdaki bana destek veren sevgili eşim ve oğullarım vardı. İlk raund bu kötü haberi aileme nasıl söyleyeceğime karar vermem oldu. 2001 yılında bir kaç haftalığına kız kardeşimi ziyaret etmek için Floridaya gitmeyi planlıyordum. Gitmeden önce rutin doktor muayenem vardı. Göğüs röntgeninden sonra doktorum 'Phyllis akciğer kanserisin' dedi. Şok oldum. Doktorun yanından çıktıktan sonra kimseye bişey söylemeden çantalarımı alıp planladığım üzere yolculuğuma çıktım.
Kanser düşüncesi sürekli aklımda olmasına rağmen sanki her şey yolundaymış gibi rol yaparak kız kardeşimde 2 hafta geçirdim. Son gün ona söyledim. Ağladık ve beraber geçirdiğimiz zamanının kıymetini anladık. Eve döndüğümde aileme durumu açıklamayı sürekli erteledim. Gözlerindeki acıya hazır değildim fakat sonra hissedecekleri kederin kaçınılmaz olduğu gerçeğiyle yüzleştim. Onları karşıma alıp söyledim" akciğer kanseriyim."Bakışlarını asla unutamam. Inanmadılar, kanser olabilmemin imkanı yoktu! Onlar için güçlü olmam gerektiğini biliyordum ve onları birarada tutan adeta bir yapıştırıcı gibi davrandım. Hepsi çok destek oldular ve hemen araştırmalar ve doktor arayışları başladı.Evre 3B akciğer kanseri idim. Ameliyat, 3 ay süren kemoterapi ve 37 kür radyoterapi aldım. Saçlarımı kaybetmediğim için şanslıydım fakat başka zayıf düşürücü yan etkilerlerle yüzleştim. Mide bulantısı ve kulaklarımda sabit bir çınlamadan dolayı zorlandım. Omurgam çöktü neyse ki bir başarı bir kifoplasti ameliyatı oldum.
Ailemin gözünde her zaman güçlü bir insan olmuştum ve bu imajı korumalıydım. Bu bir savaştı ve ailem ilham kaynağım oldu, onlar olmadan iyileşemezdim.Başta cerrahım olmak üzere tüm sağlık bakım ekibime minnettarım. Kendiniz için doğru seçimler yapmanız ve ekibinize güvenip rahat hissetmeniz çok önemli.2012 de aldığım radyasyon nedeniyle üçlü bypas operasyonu geçirdim. İyileşme zorlu oldu, fiziksel ve ruhsal bir savaş verdim.Bugün remisyondayım ve kendimi iyi hissediyorum. 6 ayda bir kontrollerime devam ediyorum. Yüzde yüz sağlıklı değilim fakat kendimi zorluyorum ve asla vazgeçmiyorum. Bardağın dolu tarafından bakıyorum ve her gün düşüncelerimi pozitif tutmaya çalışıyorum. Bütün bunlardan sonra 1+çeyrek akciğere sahip olmam ise inanılmaz bir güzellik!
•Kifoplasti: omurga kırıklarının tedavisinde kullanılan ve en az düzeyde cerrahi girişim gerektiren yeni bir yöntemdir.
Ağustos 2005. Muhteşem bir tatil sonrası evdeyiz. O zaman 1.5 yaşında olan kızımı anneme bırakıp tatile çıkmıştık. Tatil bitmiş eve dönmüştük nihayet. Kızımla yerde yuvarlanıp, hasret gideriyoruz. Epey yorulduk. Koltuğa uzanmış dinleniyorduk. Elim birden sağ göğsüme gitti. Sağ göğsümün iç tarafında elime küçücük bir sertlik geldi. İyice baktım, evet orda bir kitle vardı. Hemen diğer göğsüme baktım. Öyle bir setlik yoktu onda. Eşime söyledim. O kadar küçüktü ki önce bulamadı. Sonra iyice inceleyince buldu. Aman şu kadarcık şey önemli bir şey olamaz dedi. Bende öyle düşündüm aslında. Ama içime bir kurt düştü. Ki ben hiç evhamlı biri değilimdir. Ama hep garip bir şekilde meme kanserinden korkmuşumdur. Acaba hangi doktora gitmek lazım, onu bile bilmiyorum ki. Ertesi gün jinekoloğuma gittim. Muayene etti. Benim alanım değil ama seni iyi bir cerrah’a göndereceğim birde o baksın dedi. Hemen o gün dediği doktora gittim. Muayene edip, bir sürü sorular sordu. Ultrason istedi. Çektirdim. Fibrokist çıktı.O zaman doğum kontrol hapı kullanıyordum. İlacı bırakıp 2 ay sonra tekrar gelmemi istedi. Yaşım çok genç olduğu için kötü bir şey düşünmedi. İçim rahat etmemişti. Ben arkadaşımız da olan başka bir cerraha daha gittim. O ultrasana baktı. İstersen birde biyopsi yapalım, içimiz rahat etsin dedi. Peki dedim. Biyopsi yapıldı. Sonucu heyecanla bekliyorum. Ve sonucu aldık. TEMİZ. Oh be işte şimdi rahatladım. Eşim ‘ben sana demedim mi diye’ şakalaştık hatta. Nasılsa her şey yolunda diye doğum kontrol hapını bırakmadım. Aradan 3-4 ay geçti. Hiçbir şikayetim yok. Ama kitle inanılmaz bir hızla büyüyordu. Artık dokunmadan da belli oluyordu. Ağrı sızı hiçbir şey yok. Bir gün tamamen tesadüf arkadaşımız olan, ikinci gittiğim doktorumla karşılaştık. Ne oldu senin şu kitlen diye sordu. Bende çok büyüdü, ama ağrı sızı yok dedim. Yarın hemen hastaneye gel bakayım dedi. Akşam eşime anlattım. Hatta ‘canı sıkılıyor bu doktorun’ diye söylendim de. 1-2 gün sonra söylene söylene gittim hastaneye. Muayene etti. ‘Gel biz bu kitleyi alalım, hoşuma gitmiyor’ dedi. Nasıl alınacak diye sordum. Önemli değil küçük bir operasyon dedi. Ben düşüneyim dedim. Aynı gün ilk gittiğim prof.doktora gittim. Tabi bana çok kızdı. Bu kitle bu kadar büyüyene kadar nerdeydin diye. Diğer doktordan bahsettim. Bana kitleyi alalım diyor dedim, siz ne dersiniz. Olmaz öyle şey dedi. Tru-cut biyopsi olması gerek dedi. Tekrar ikinci gittiğim doktora gittim. Prof. Tru-cut yapılması gerek diyor dedim. Gerek yok böyle bir şeye, hem tam sonuç vermeyebilir bu test dedi. Kafam allak bullak olmuştu. Sürekli eşimle konuşuyorum ne yapalım diye. Eşim başından beri bir şey olmadığına inandığı için tru-cut biyopsisine gerek yok, aldır gitsin dedi. Ve basiretim bağlandı. Tamam dedim. 2. doktora gidip alalım dedim. Ameliyatla kitle alındı. Doktor odama gelip ‘kitleyi aldık ve patalojiye gönderdik. Eşine telefon numaralarını verdim sakın ihmal etmeyin yarın sonucu alın’ dedi. (Ama ben sonradan öğreniyorum ki, ameliyatta kitle çok sert olduğu için tamamını alamıyor, alabildiği kadar alıp, kapatıyor) Ben Salı günü ameliyat olmuştum. Çarşamba günü aramadım daha çıkmamıştır diye. 2 gün sonra, Perşembe günü pataloji merkezini aradım. Çıkmadı dediler. Cuma aradım. Çıkmamış. Ameliyatı yapan doktoru aradım. Çıkmadığını söyledim oda çok şaşırdı. Ama ben iyice korkmaya başlamıştım. Korkuyorum ama, kötü bir şey çıkacağını aklıma bile getirmiyorum. Ve cumartesi günü nihayet bizi aradılar. Sonucunuz çıktı. Doktor sizi bekliyor dediler. Ben gelemem şimdi, bana sonucu fax ile gönderin dedim. Olmaz doktor sizinle görüşmek istiyor dediler. O an içime bir ateş düştü. Ama alev almıyor. Hala bir umut var içimde. Eşimle beraber apar topar çıktık. Bizi içeri aldılar. Çok sevimli bir doktor. Bana çok daha genç duruyorsunuz dedi. Başladı anlatmaya. Hiç susmuyor ama. ‘tekrar ameliyat olmam gerekiyormuş, göğsümün tamamını alabilirlermiş, çok uzun ve yorucu bir tedavi süreci geçirecekmişim, moralimizi yüksek tutmamız gerekmiş, birbirimize destek olmamız gerekmiş…….’ İçimden ne diyor bu adam diyorum. Birdenbire ben KANSER miyim dedim. Eşimde doktorda şaşırdı. HAYIR dedi. Evet doğru duydum HAYIR dedi. Lavaboyu kullanmak üzere izin isteyip, odadan çıktım. Çıktım ki bana söyleyemedi tamam, bari eşime söylesin dedim. Geri geldiğimde hala bir şeyler anlatıyordu. ‘Keşke tru-cut biyopsi olsaydı daha iyi olurdu gibi’ Dikkatle eşimin yüzüne bakıyorum. Bir değişiklik var mı diye. Yok. Bıraktığım gibi. Raporu verdiler ve çıktık. Bir sürü anlamadığım terim yazıyor. Kanser kelimesi arıyorum. Yok öyle bir şey de yazmıyor. Eve geldik. Herkes deli gibi bizi arıyor. Doktor ne dediyse anlattık herkese. Ertesi gün yani Pazar günü ameliyatı yapan doktor aradı. Sonuç belli oldu mu, raporu aldınız mı? diye. Bizde rapor çıktı, aldık dedik. Bana okuyabilir misiniz dedi. Eşim aldı telefonu. Okumaya başladı.
Son duyduklarım bunlardı. Nihayet gerçeği öğrenmiştim. Öğrenmez olaydım. Aylardan şubat ayıydı. Hava çok soğuk. Boğuluyorum sandım. Kendimi dışarı zor attım. Ve hayatımın sonuna kadar pişman olacağım sözler maalesef ağzımdan dökülüverdi. Allah’ım sana isyan etmiyorum. Ama madem bana bu hastalığı verecektin, kızımı niye verdin. Onu nasıl bırakırım ben.(ALLAH’IM NE OLUR AFFET BENİ) O an tek hissettiğim buydu. Oysa kızım benim yaşama sebebim olacaktı. Sonra birden annem aklıma geldi. Saatlerce bunu düşündüm. Allah’ım nasıl söylerim, ‘anne kızın KANSER oldu’ nasıl derim. Eve geri geldim. Saat 22.00 civarı birden kendimi çok güçlü hissettim. Annemi aradım. Sizinle bir şey konuşmam gerek dedim. Annem babam, kardeşlerim toplanmış beni bekliyorlardı. Her şeyi anlattım. Bana soru sormalarına izin vermeden, kaçarcasına çıktım. Yüreğim yangın yeri. İçime düşen ateş, baba evinde alev almıştı artık. Babamın evi yanıyordu artık. Ama üzerimden büyük bir yük kalkmıştı. Şimdi ne olacaktı. Beynim bomboş. Ben bu dünyada değildim artık. Kendimi, kızımı, eşimi, ailemi hiç birşeyi düşünemiyorum. Ağla be kadın. Yok. İçimden ağlamak gelmiyor ki. Dedim ya BEN BU DÜNYADA YOKUM Kİ. Ertesi gün pataloji raporunu alıp, ilk gittiğim prof. Doktora gittik. ‘Neden beni dinlemediniz, neden kafanıza göre iş yaptınız’ gibi sözler bekliyordum. Hiçbirşey söylemedi. Muhteşem adam diyorum ben artık ona. Hemen defterini açtı 4 gün sonraya gün verdi. Hemen ameliyat olman gerek dedi. Göğsünün tamamını alacağız dedi. Hiçbir şey hissetmiyorum. Şubat’ın 10’u ameliyat olmam gerek. O güne kadar yüzlerce tahlil, tomografi, röntgen, kemik sintigrafisi vs.. hepsi yapılıyor. Metastaz var mı diye. Çok şükür bir şey çıkmıyor. O günden sonra ben dilsiz olmuştum sanki. Eşim daha güçlü. Onu güçlü görünce bende biraz daha iyi oluyorum. Kimseye bir şey sormuyorum, Kimseyle konuşmuyorum. Kendimi dünyaya kapattım. Zaten BEN BU DÜNYADA YOKUM Kİ. Evim ne kadar kalabalık, telefon susmuyor. Çıldıracağım. Kimseyi istemiyorum, kimseyi. Gelenler, arayanlar moral bozmaktan başka bir işe yaramıyordu. Herkes yarın ölecekmişim gibi bakıyorlardı. Hatta o zaman bana çok acı veren bir olay olmuştu. Bir yakınımız beni ziyarete gelmişt. Nerdeyse açık açık ‘çok yazık oldu, bari Allah çocuğuna bağışlasa’ dedi. Onu duyduğum an bittim. Eşim delirdi. Nasıl olur, nasıl bir vicdan, nasıl bir cahillik. Beynimden gitmiyordu o sözler. İnanmayacaksınız ama, benim tedavilerim daha bitmemişti , o kişi hayatını kaybetti. Aniden. İnanamadım, çok üzüldüm. Yani ölüm Allah’ın emri. Hasta olan değil, zamanı gelen ölüyordu. Ve artık telefonlara da çıkmıyorum. Evde kim varsa o bakıyor. Beni soranlara uyuyor dedirtiyorum. Eve de kimseyi istemiyorum. Bana acıyarak bakmalarına dayanamıyorum. Vücudum bana ihanet etmişti. Kendimden nefret ediyordum. Adını koyamadığım bir ruh halindeydim. Utanıyordum galiba. Evet UTANIYORDUM. Sanki yüz kızartıcı bir suç işlemiştim. Bu dönemde kızım ne yapıyordu, hiç hatırlamıyorum. BEN BU DÜNYADA YOKUM Kİ.Sadece bedenim buradaydı. 8 Şubatta hastaneye yatıyoruz. Ben, annem ve eşim. Doktorlar geliyorlar, sorular, sorular boğuluyorum sanıyorum. ‘Saçlarım dökülecek mi?’ diye soruyorum. Evet diyor. Doktorlar çıktıktan sonra eşime, ‘ Oh be şu boyalı saçlardan nasıl kurtulurum diye düşünüyordum’ diyorum, gülüyorlar. Hala arsız bir umut vardı sanki içimde. Ameliyat olurum biter sanıyordum, bana o tedavileri yapmazlar sanıyordum. Ama üzülmemem gerek. Annem yanımda. Bana olan oldu, bari o daha fazla üzülmesin. Annem kalkıp lavaboya gidiyor, içerde hıçkırarak ağladığını duyuyorum. Yapma anne ne olur….. Ameliyat günü sabah erkenden kalkıp, banyoya gidiyorum. Son kez göğsüme bakıyorum. İçim acıyor. Canım annem dualar okuyup duruyor, ziyaretçiler gelmeye başlıyor, boğulmaya başladım yine. Tahammülüm yok kimseye. Hemşireler gelip beni alıyorlar. Ah be annem ne olur bakma bana öyle … Uyandığımda her şey bitmişti. O geceyi ağrısız geçiriyorum. Kimseyle konuşmuyorum. Ertesi gün doktorum ve beraberinde bir sürü doktor odama geliyor. Pansuman yapacaklar. Allah’ım herkes görecek şimdi, çok utanıyorum. O an yok olsam oradan. Sargılarımı açıyorlar, ben kafamı çeviriyorum. Doktorum ‘bakmak zorundasın, ne kadar çabuk görürsen ameliyat yerini,o kadar çabuk kabullenirsin’ diyor. Hayır diyorum görmek istemiyorum. Ertesi gün yine geliyorlar, yine sargıları yeniliyorlar ve ben yine bakamıyorum. 2 gün sonra evim hastaneye çok yakın olduğu için beni taburcu ediyorlar. Evime geliyorum. Evim yine çok kalabalık, telefon yine susmuyor. Akşama doğru nihayet kimse kalmıyor. Ameliyat yerime bakmak istiyorum. Odama gidiyorum. Gözlerim kapalı soyunuyorum. Ama yok gözlerimi açamıyorum. Giyiniyorum. 2 gün daha geçiyor. Eşim ‘hadi diyor beraber bakalım’ diyor. Hiç sesimi çıkarmıyorum. Soyunup, nihayet gözlerimi açtım. Çok garip ama, hiçbir şey hissetmiyorum. Düşündüğüm kadar kötü değil. Ben çok daha kötü bir görüntü bekliyordum. Gece kızım ve eşim uyuduktan sonra, tekrar ameliyat yerime bakıyorum. ‘31 yaşındaydım. Bu yaşıma kadar hep başkalarını düşündüm. Kendim için inatla hiçbir şey yapmadım. Aman üzülmesinler, kırılmasınlar, her zaman önce başkaları geldi hayatımda, her şeyi içime atardım. Aynaya baktım tekrar, işte dedim kendi kendime, bak hayat göğsüne madalyanı taktı…. hayırlı olsun…. Ben, bu hastalıkla savaşmayı hiç düşünmedim. Yenerim ben bu hastalığı vs.. hiç demedim. Kendimden vazgeçmiştim. Ben baştan kaybetmiştim. Doktorlar ne derse onu yapıyorum, hiçbir şey sormuyorum.Tek korkum, benden bir şey saklamaları, eşime ne yeminler ettirdim, benden bir şey saklamasın diye. Bir gece tüm cesaretimi toplayıp, eşime ‘bana ne olacak şimdi’ diye sordum. Ve baştan beri güçlü görünen o koca adam BİLMİYORUM diye hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Bu olanlardan beri, İlk defa biri benim yanımda ağlıyordu. İçim parçalanıyor, ne hakkım vardı onu bu kadar ağlatmaya, ANNEM’i hiç düşünemiyordum bile. Ama ben hiç ağlamamıştım, İlk defa o gün ağlıyorum. Allah’ım inanamıyorum. Başıma neler geldi böyle. İnsan bu yaşta kanser olur mu hiç. Hayat benden sonra devam edecek, kızım büyüyecek ve ben onların yanında olmayacağım. Çok ama çok canım yanıyor. İnsanın kalbinin ağırdığını hisseder mi? Kalbim ağırıyor, canım yanıyor. Ne kadar ağladığımı bilmiyorum. Hastaneden çıktıktan 10 gün sonra, ameliyatımı yapan cerrah beni arıyor. Pataloji raporu çıkmış. Ameliyatta 41 Ad. Lenf nodu çıkarılmış ve hepsi negatif çıkmış. Yani lenf yayılımı yokmuş. İyi bir şey galiba, eşim deliler gibi seviniyor. 20 gün sonra onkolog randevusuna gidiyoruz. Korkudan titriyorum. Doktor hemen bugün başlayalım diyor. 21 günde bir 6 kür kemo olarak tedavime karar verilmişti.. Korkudan ağlamaya başlıyorum. Nasıl bir şey bilmiyorum ki. Daha doğrusu duyduklarım çok korkunç şeylerdi. Hastaneye gidip, işlemlerimizi yaptırıyoruz. Ama geç kaldığımız için o gün alamıyorum tedaviyi. Ertesi gün annem ben ve eşim daha rahat gidiyoruz. Onların yanımda olması güçlü hissettirdi beni. İlaçları damarlarımdan vermeye başlıyorlar. Eve geliyoruz, ben beklemeye başlıyorum. Midem bulanacak diye, ama bir şey olmuyor. Ertesi gün de bir şey yok. Seviniyorum. Ama 3. gün yataktan çıkamıyorum. Yapıştım kaldım. İnanılmaz midem bulanıyor, ilaç kokusu geliyor burnuma sürekli ve korkunç bir halsizlik. Yerimden kalkamıyorum. Onkoloğum 17. günden sonra saçlarımın döküleceğini söylemişti. Kendi kuaförüme gidemem, istemiyorum. Eşimle çıktık evden, kuaför arıyoruz. Herhangi boş bir kuaföre gidelim dedik. Bulduk bir yer, ben oturdum. Ama ağlamamak için kendimi zor tutuyorum. Kuaför nasıl keselim diyor, 3 numara olacak diyorum. Nasıl yani, emin misiniz diyor. Allah’ım kaçmak istiyorum ordan. Gözlerimi kapatıyorum ve saçlarım gidiyor. Daha önce aldığımız peruğu çıkarıyorum, kuaför anlıyor her şeyi. Peruğu kafama göre yerleştirip, çok güzel bir şekil veriyor. Çıkıyoruz kuaförden, herkes bana bakıyor sanıyorum. Evde de peruğu çıkarmıyorum. Eşim ‘ne olur çıkar kısa saç çok güzel oldu diyor’ ama utanıyorum yinede çıkaramıyorum. Geç saatte kafam çok terlediği için çıkarmak zorunda kaldım ama. Kızım beni öyle görünce korkup ağlamaya başlıyor. Bende odaya saklanıyorum. Deliler gibi ağlıyorum. Allah’ım ne olur yardım et bana. Ben nasıl baş edeceğim bunlarla. Sonraki 1 hafta içinde tüm saçlarım döküldü. Kızım kış güneşim benim…Kızıma doğduğu gün ve her doğum gününde 1 tane mektup yazmıştım. Her doğum gününde de yazacaktım. 15 yada 16 yaşına geldiğinde de beraber okuyacaktık o mektupları. Hep bunu hayal etmiştim. 3 tane mektubu vardı. Bir gün oturup hepsini yırttım o mektupların. Anlamı yoktu artık o mektupların. Ben o yaşlarında yanında olamayacaktım ki. Eğer bensiz okuyacaksa, anlamsızdı. Belki bencillikti yaptığım, dayanamazdım ben buna. Her kemo tedavim, öncekinden daha zor geçiyordu. Halsizlik, beni mahvediyordu. Ağzımdaki ilaç kokusu delirtiyordu. Aynalara bakamıyorum. Korkunç görünüyorumdur herhalde. Sanırım 5. kemo tedavimi aldığım dönemdi. Evlilik yıldönümümüz gelmişti. Eşim beni akşam yemeğe götürecekti. Uzun zamandır ilk defa gece dışarı çıkacaktım. Makyaj yapmak için aynanın karşısına geçtim. Rimeli gözüme götürdüm, yok gitmişler, kirpiklerim dökülmüş. Kaşlarım neredeyse kalmamış. Hiç aynaya bakmadın mı be kadın. Deli gibi ağlıyorum….. 6 kür tedaviden sonra, 25 seans radyoterapi aldım. Cerb2 testimin pozitif çıkması nedeni ile de 9 ay (12 kür) herseptin tedavisi aldım. Bu dönemde psikolojik yardım almak zorunda kaldım. Çünkü kendimi tamamen kapatmıştım. Aslında ölümden de korkmuyordum. Hiç ama hiçbir şey hissetmiyordum. Kendimden o kadar vazgeçmiştim ki, tek bir şeye odaklanmıştım. Benden sonra kızıma kim iyi bakar. Çevremdeki herkesi, ama herkesi tek tek inceliyordum. İşte o dönemde, kızımın doktoru (muhteşem kadın), bana sürekli olarak ‘bir çocuğa annesinden daha iyi kimse bakamaz, kızına da sen bakacaksın, iyileşmek zorundasın, kendini mi kızını mı daha çok seviyorsun’ diyordu. İYİLEŞMEK. BEN. Nasıl olur. Olabilir mi ki acaba. Nasıl oldu, ne zaman oldu bilmiyorum ama, bir şekilde toparlandım. Hayata bir yerlerinden tutundum. Terapiler ve kızımın doktorunun telkinleri sonucu kendime inanmaya başladım. İyileşmek zorundaydım, başka şansım yoktu. Hayata, kızıma, aileme, sıkı sıkı tutundum. Ben iyi oldukça, onlar da iyi oldular. Evde kahkaha sesleri tekrar duyulmaya başladı. Şu anda 6 aylık kontrollerim devam ediyor. Şimdilik bir sorun yok. İnşallah da olmaz. Hayata kaldığı yerden devam ediyorum. İşime tam gün olarak geri döndüm. Allah’a en büyük duam kızım, (kış güneşim) kendi ayakları üzende duruncaya kadar bana zaman tanıması. İşte benim gerçek hikayem. Şöyle de bir durum vardı. Beni eşim ve kızımın doktoru dışında kimse ağlarken veya morali bozuk görmedi. Herkes şaşırıyordu, nasıl bu kadar güçlü olabiliyor diye. Ama içimde yaşadıklarım, yani asıl BEN bu anlattıklarım. Ne büyük bir çelişki değil mi. Hala hatırladıkça, film izlemişim gibi geliyor. Ama hala, bazen içim acıyor. Veeee eğer ben bugün buradaysam, tüm yaşadıklarımı birileriyle paylaşmaya cesaret edebilmişsem, yapmam gereken bir şey daha var demektir. Kızıma (kış güneşime) tekrar mektuplarını yazmam gerekiyor. Her doğum gününde. Hem kimbilir belki zamanı gelince beraber okuruz. Hastalığın bana bıraktığı diğer izlere gelince. Herkes stresten uzak kalacaksın, kendin için yaşayacaksın diyip duruyorlar. Hayatımı değiştirmem söz konusu değil. Hem içindeki ben olduktan sonra değiştirmenin ne faydası varki. Stresten uzak durmak demek, hayattan uzak durmak demek. Ve ben her şeyiyle hayatın içindeyim. Bunun için değilmiydi, tüm yaşadıklarım, korkularım. Hayatın içinde olmak. Sadece çok ağır 1-2 yükümü üzerimden atabildim. Ama sinirlerim harap olmuş durumda. Tahammülsüz, korkak biri oldum. Evet hayattan korkar oldum. Ya bana yine oyun oynarsa. Hayal kurmaktan korkar oldum. Ya gerçekleştirecek kadar zamanım olmazsa. Bazen kendimi hayal kurarken yakalıyorum. En çokta kızımla ilgili hayaller. Sonra kendime geliyorum. Kızıyorum kendime. Biliyorum kendime eziyetten başka bir şey değil, ama elimde değil. EN BÜYÜK HAYALİM, HAYAL KURMAK oldu. Maalesef hastalığın bana bıraktığı en kötü iz bu. Plan yapamamak. Her şeyle başa çıkıp, tolere edebildim. Ama bunu yenemiyorum. Korkak biri oldum çıktım. Lütfen kendinizi bırakmayın. Ben hastalığımı bu kadar depresif, bu kadar ağır geçirmeyi hiç istemezdim. Ki erken teşhis edilmiş bir meme kanseri hastasıydım. Hayatımdan 2 yılı kaybetmiştim. Hasta da olsam bana aitti o 2 yıl. Kendime hep şunu tekrarladım. Eğer sona doğru yaklaşıyorsam, son zamanlarımı ağlayıp sızlayarak geçirmek istemiyorum, yok eğer öyle değilse de boşuna ağlayıp sızlamış olmak istemiyorum. Anneme ve eşime ne kadar teşekkür etsem azdır. Onlar benden hiç vazgeçmedi. Bende kendimden vazgeçmeyeceğim. …. Ve ne olur siz, bu hastalığın savaşçıları, sizde vazgeçmeyin.
-----------------------------
Aşağıdaki linke tıklarsanız. Aşkından vazgeçmeyen kanserli bir muhteşem kadınla tanışacaksınız.
-----------------
http://onedio.com/haber/kansere-yakalanmasina-ragmen-askindan-vazgecmeyen-muhtesem-kadin-396329?entry=5458e422f62a22ce2c950d50#entry_5458e422f62a22ce2c950d50
----------------------------------
Günümüzün en yaygın ve en korkutucu hastalığı kanser. Ne zaman televizyonu açsak ona karşı alınacak tedbirler ve yeni tedavi yöntemleriyle karşılaşıyoruz. Herkesin çevresinde en az bir tane kanser hastası var. Her yıl 11 milyon kişi 21. yüzyıla damgasını vuran bu hastalığa yakalanıyor. Ve bunların 7 milyonu ne yazık ki hayatını kaybediyor. Davut Topcan da pek çok kanser hastasından biri. Onun farkı hastalıkla savaşması. Davut Topcan önce mide kanserini yendi, şimdi de teda
vilerin olumlu yanıt verdiği, bağırsağını saran tümörle mücadele ediyor. Hiç yılmıyor, hastalığa yenilecek gibi de görünmüyor. Üstelik sadece kendi değil, diğer kanser hastaları için de savaş veriyor. O pek çok kişinin önünü açacak, umudunu yükseltecek bir projeye öncülük ediyor. Dünyada bir ilki gerçekleştiren bilgisayar programcısı Davut Topcan, Türkiye'deki ilk 'kanser arkadaşlık' sitesini www.herseyeragmenyalnizdegiller.com'u geçtiğimiz günlerde hayata geçirdi. Sitenin amacı pek çok kanser hastasını bir araya getirmek. Davut Topcan Avrupa'dan Türkiye'ye motosikletiyle çıkacağı yolculukta kanser hastalarıyla tanışacak, fotoğraflarını ve videolarını çekip hikayelerini sitesinde 10 farklı dilde anlatacak. Ve onların birbirleriyle tanışmasına, birbirleriyle yardımlaşmasına vesile olacak. Projesine destek veren KöKDER (Kök Nakilleri Öncü Koordinasyon Derneği) sayesinde de siteye üye olan pek çok hasta tedavi olacak. Ancak her şey bu kadar kolay değil. Davut Topcan, projenin en iyi şekilde sürdürülebilmesi için başka maddi katkılara da ihtiyaç olduğunu söylüyor...
1981 yılında Manisa’da doğdum. Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi Bilgisayar Programcılığı’nda okudum. Üniversiteyi bitirmeme yakın İstanbul’daki Karadeniz Holding'ten iş teklifi aldım. Ailemin maddi durumu pek iyi değildi, bu nedenle okulu bitirir bitirmez mutlaka çalışmam gerekiyordu.
21 yaşında İstanbul'da çalışmaya başladım. Ama birtakım anlaşmazlıklardan dolayı ayrıldım. Birkaç iş değiştirdim. Sonunda 2005'te Axa Sigorta'ya girdim, hala orada çalışıyorum.
Benden birkaç sene önce annem yumurtalık kanseri oldu. Doktorlar bir senelik ömrü kaldığını söyledi. Ama annemin moralini yüksek tuttuk, hala yaşıyor.
- Siz ne zaman kanser olduğunuzu öğrendiniz? Sürpriz mi oldu yoksa anneniz kanser diye siz de tetkiklerinizi yaptırıyor muydunuz?
Hayır yaptırmıyordum. Sadece kalbim sıkışıyor gibi oluyordu. Kalp doktoruna gittim, hiçbir şey çıkmadı. Psikiyatriste gittim, sakinleştirici verdi, fakat hiçbir şekilde kalbimin sıkışması geçmedi.
Mide içeride olduğu için belirtiler kolay fark edilmiyor. Mide ağrısı, hazımsızlık, spazm olunca insanlar bunu normal mide ağrısı olarak düşünüp doktora gitmiyor, geçiştiriyorlar. Bende de aynı şikayetler vardı ve sıradan zannedip doktora gitmekte geciktim. Ve sonunda dışkımdan kan gelmesiyle bir şeylerin yolunda gitmediğini, ciddi bir hastalığım olduğunu anladım.
En çabuk yayılan kanser türü olması. Midenin tamamını sardıysa kurtulamaz hale geliyorsunuz. Ameliyattan çıkıp çıkmayacağınız da belli değil üstelik.
Ne yazık ki hemen anlaşılmadı. Kan değerlerim çok düşüktü. Ancak ikinci kez endoskopi yapıldığında tümor ortaya çıktı. Sonra midemden parça alındı ve patolojiye gönderildi.
Başta yoktu. Benden büyük iki ablam var. Ortanca ablam hemşire. O bu konularda biraz daha bilgili diye hep onunla iletişim halindeydim.
Parça alındıktan 3 gün sonra kanser olduğumu öğrendim. Doktor elini omzuma koydu ve durumu anlattı. Hemen ameliyat olmam gerektiğini söyledi. Ablama da onun söylemesini istedim. Sonucu bekleyen ablam tabii ki duyunca kriz geçirmiş.
Evet. Doktor kanser olduğumu söyledikten sonra beşinci katta kaldığım odanın cam kenarına kadar geldim, bir an ölmeyi düşündüm. Ama ne olduysa devam etmeye, hastalıkla savaşmaya karar verdim.
Onlara ülser olduğumu, ameliyat olacağımı ve hemen Manisa'dan gelmelerini söyledim. Tabii İstanbul'a gelince mide kanseri olduğumu öğrendiler. Ameliyatta midemi, dalağımı ve reflüyü aldılar. Şimdi gövdem dümdüz, sadece hortumla yaşayan bir adamım.
İnce bağırsak esneyen bir yapıya sahip ve midenin yerine görev yapabiliyor. Midenin görevi de emilim değil zaten. Çalkalamak. Artık yediklerimi daha fazla çiğneyip öyle yutuyorum.
Evet. 2006 sonlarında 85-90'lardaydım. Şimdi 64 kiloyum.
Yerimde duramıyordum. Sabah dörtte kalkıp arkadaşlarımla Rumeli Feneri’ne gider, orada dalardık. Sonra saat yedide dalgıç kıyafetlerimizi çıkartıp mayolarımızı giyip yüzerdik. Bir yerlerde kahvaltı eder, takım elbiselerimizi giyip işimizin başına dönerdik.
Hafta sonunda salsa ve tango yapıyordum. Gece arkadaşlarla dışarı çıkıyorduk. Neredeyse pek çok tanınmış gece kulübü işletmecisi arkadaşım olmuştu. Aynı zamanda motor tutkunuyum. Hız motorum var ve pek çok yarışa katıldım. Çeşme'de dalış yapıyordum. Bana ailenin delisi derlerdi, bu kadar çılgın, deli dolu yaşayıp kansere yakalanmak herhalde takdiri ilahi...
Evet, böyle bir hikayem var. Ve hastalığımda da etkisi olabileceği söyleniyor. Bu tarz şeyler insanı zayıf düşürüyor çünkü. Kansere yakalandığım 2007 yılında güzel bir yaz geçiriyordum ama hayatımda ‘aşk’ gibi saçma sapan bir şey vardı.
Kendimden 5 yaş büyük bir kadınla beraberdim. Aramızda hep gel-gitler vardı. İlişkimiz kötü gidiyordu. İnsan ne kadar etkilenmiyorum dese de etkileniyor.
O yaş farkını çok kafasına takıyordu. Sonunun nereye gideceği belli olmayan bu ilişkiyi bitirmek için çok uğraştım. Ama öyleydi ki, akşam bitiriyorduk, sabah tekrar başlıyorduk. Bir sene gel-gitlerle sürdü. Hayatta kimsenin yaşamak istemeyeceği bir ilişkiydi.
Kansere yakalandığımı öğrendiğinde yanımda olmaya çalıştı, kendini saçma sapan bir yere yerleştirdi. Arkadaş mı, sevgili mi belli değildi. Kangrenli bir kol insana nasıl destek verebilir ki... Sonunda sert konuştum ve hayatımdan çıktı.
Zaman geçti, ortak arkadaşlarımız sayesinde facebook'ta biriyle tanıştım. Onunla aynı yaştaydık. Kanseri de atlatınca artık düzenimi kurmak ve evlenmek istiyordum. Bu nedenle kız arkadaşımla her şey çok hızlı ilerledi. Nişanlanınca her şey tersine döndü. Arada gerilim oldu ve ayrıldık. Bir süre sonra ailelere söylemeden tekrar bir araya geldik.
Hayır. Biz bir araya geldikten hemen sonra tekrar kansere yakalandım. Önce hiçbir şey yiyememeye başladım. Su bile içsem kusuyordum. Meğer ince bağırsağın çevresi kanser olmuş. Hemen kemoterapiye başlandı. Beş gün hastanede kaldım. Bu sürede kız arkadaşım da yanımdaydı. Ama hastaneden çıktıktan sonra bir ayrılık maili aldım. Psikolojik sorunları olduğunu söylüyordu.
Olabilir. Ama önceden kanseri atlattığımı biliyordu. Kansere yakalandıktan sonra gitti. Ve bir daha aramadı.
Üzülmedim ama insan ırkından tiksindim. E-maili hemen sildim. O an “Ben olsam, sevmesem bile yapmazdım” dedim.
Onunla bir hayat kurmayacaksam bile en azından iyileşene kadar bir şekilde destek olmaya çalışırdım. İyileştikten sonra bunu söylerdim. Her taraftan vurulmuş bir adama bunu yapmamalıydı.
Aşk hayatında kötü kızların paratoneri oldum. Bu nedenle artık aşka kafa yormak istemiyorum. Deneyimli kanser yenicisiyim. Ve bundan sonraki bütün enerjimi kanser hastalarına yönelik yardım projelerine adayacağım. Sitenin hikayesi ikinci kez kansere yakalandıktan sonra başladı. Tekrar bu hastalığa yakalanınca bitkisel tedavi yapan birini buldum. Modern tıp yöntemini bırakmadan deneyeyim dedim. Meğer şarlatanlıkmış. Güçten düşen bana, kemoterapiyi ve pek çok gıdayı yasakladı. Tabii dediklerini yapmadım ama insanların gözünü açmak için bir şeyler yapmak gerektiğini anladım. Bu siteyi kurdum.
Site daha yeni yeni takipçileriyle buluşuyor. Üyelik sistemi motosikletle yapacağım projeden sonra şekillenecek. Öncelikle 4 Temmuz'da Frankfurt'a gideceğim. Motosikletle Frankfurt'tan Türkiye’ye gelecek ve ardından Türkiye'yi gezeceğim. Bu turu yaparken Frankfurt'ta kanser organizasyonlarına katılacağım. Türkiye’yi gezerken de kanser hastalarının evlerine konuk olarak, dertlerini dinleyecek, fotoğraflarını ve videolarını çekeceğim. Bunları internet ortamında, sitemde paylaşacağım.
herseyeragmenyalnizdegiller.com'a yüklediğim insan hikayeleri 10 dilde yayınlanacak. Böylece dünyadaki her kanser hastası birbiriyle iletişime geçebilecek. Şu anda bu çalışmayı Doç. Dr. Sarper Diler sayesinde KÖKDER'le yürütüyorum. Bu dernek sayesinde birçok kanser hastasının tedavisine yardımcı olacağız. Yani Hakkari’deki bir hasta Japonya’daki diğer kanser hastasıyla iletişime geçip ortak dertlerini gerekirse tercümanlar aracılığıyla paylaşacak, tedavi yöntemlerini konuşabilecek. Bunun gibi pek çok yenilik olacak.
- Kendinize nasıl bir program çizdiniz? İşinize devam etmeyecek misiniz?
6 ay izinliyim. Geziyi, Frankfurt'tan başlayarak Batı, Orta Anadolu, Doğu Anadolu ve Trakya bölgesi olarak beşe ayırdık. İşe başladıktan sonra hafta sonlarımı yurt dışındaki hastalara ulaşıp sitede yayınlamaya adayacağım. Tabii ki projenin gelişmesi için daha fazla sponsora ihtiyacımız var.
- Son olarak herkese vereceğiniz bir mesaj, bir tavsiye...
Canları ne istiyorlarsa onu yapsınlar. Negatif, kaprisli insanları hayatlarından çıkarsınlar, üzücü şeyler seyretmesinler. Şu an yaşadığım her dakika benim için çok değerli. Ayrıca insan kapalı bir kutu. Arada bir kontrole gitsinler, ne var ne yok kontrol ettirsinler.
Aslında bundan önce anlattığım hikâyelerin tümü bir özel hastanede yaşanan yeni olaylar. Hepsi de son birkaç yıl içinde başımdan geçenler. Ancak Zeliha’nın hikâyesi biraz daha eski. Fakat babasının mesajını yeni aldığım için onu da bu postmodern hikâyelere dâhil ettim.
Her doktorun unutamadığı hastaları vardır.
Zeliha benim “unutamadığım hastalar” sıralamasında herhalde ön sıralarda yer alır. Bunun birçok nedeni var elbette. Belki de, en yakınımda onunkine benzer bir hayat yaşayan veya onunla aynı kaderi paylaşan birçok yakınımın olması, onu ayrıcalıklı yapmış olabilir. O benim için sanki bir prototip gibi.
Aslında kanserli hastalar bizim en önemli hasta gruplarımızdan biri ve artık neredeyse kanıksadığımız vakalar. Bunlar arasında genç kanserli hastaların hikâyeleri ise her zaman daha trajik ve daha dramatiktir. Bu hastaları, özellikli ve dramatik kılan, sadece ölümlerinin yaklaşmış olması değildir elbette. Şairin dediği gibi;
Üniversite hastanesinde öğretim üyesi olarak çalıştığım yıllar… Zihnimi ne kadar yorduysam da onunla ilk karşılaşmamı bir türlü hatırlayamadım. Çünkü ilk zamanlarda o, poliklinikte her gün baktığım onlarca hastadan biriydi sadece.
Zeliha’nın makattan uzun süredir kanaması vardı ve bu nedenle bir yolunu bulup muayene olmaya gelmişti. Bu gibi durumlarda, rektal kanama bazen bir kolon veya rektum kanserinin erken bir belirtisi olduğundan ve bu nedenle hastayı doktora getirmesi açısından önemlidir. Genellikle birçok hasta bu durumu “hemoroittir” diyerek ihmal eder, çevreden veya yakınlarından duyduğu ilaçlarla veya yöntemlerle kendini tedavi etmeye çalışır ve muayene olmaktan kaçar. Hastalığın yeri itibariyle sıkıntılı olması da hastayı doktora gitmekten alıkoyar. Zeliha’da da böyle bir gecikme olması muhtemeldi. Çünkü daha ilk muayenede rektumun hemen girişinde büyükçe bir kitle ele geliyordu. Kanamanın nedeni de büyük ihtimalle bu tümöral kitleydi. Hastaya kısa zamanda rektoskopi yaparak biyopsi aldık. Biyopsi sonucu da “malign” yani kanser olarak rapor edildi.
Zeliha yirmili yaşlarda, genç, güleç yüzlü, minyon tipli, esmer bir kızdı. Ancak başındaki örtüden ve tavırlarından evli olduğu anlaşılıyordu. Sonradan birkaç aylık yeni evli olduğunu öğrendim. Kocasının ne iş yaptığını birkaç kez sormama rağmen tam olarak öğrenemedim. Kendisine veya babasına her soruşumda muğlâk cevaplarla geçiştirdiler. Anladığım kadarıyla sabit bir işi yoktu. Bütün tedavi boyunca kocasını bir veya iki kere görebildim. Bu tip sosyal konulara meraklı ve titiz asistanımız “hocam, kocası tefeci galiba” demişti bana. İriyarı, esmer, kara yağız ve biraz da “donuk” bir tipti. Bir süre sonra hasta her muayene veya kontrole kocasıyla değil, babasıyla gelmeye başladı.
Şimdi bu yeni evli genç kızın kanser olduğunu ve ameliyat edilmesi gerektiğini ona nasıl söyleyecektim? Biz cerrahların en büyük kâbuslarından biri de buydu. Kelimeleri özenle seçmek, hastayı psikolojik olarak travmatize etmeden doğru bilgilendirmek ve tedavi için onayını almak gerekiyordu. Bu gibi durumlarda hasta yakınlarının çoğu “hasta kanser olduğunu bilmesin” tavrı içine girerler. Ancak bu şekilde, hastalıkları kendilerine tam anlatılmadan, onları yapılacak uzun ve zahmetli tedavi sürecine dâhil etmek çok da mümkün olmuyordu. Aslında siz söylemeseniz bile bir süre sonra hastaların çoğu bir şekilde hastalıklarını öğreniyordu.
Aslında bu konu, doktorlar arasında da sonu gelmeyen bir tartışmadır; “Kanser gibi bir hastalığa yakalanan hastaya hastalığı açıkça söylenmeli mi, söylenmemeli mi?”
Kimileri hastalığı açıkça söylemenin hastanın psikolojisini bozacağı ve direncini kıracağı görüşündedir. Bazıları da yapılacak tedavinin zor ve uzun bir süreç olduğunu ve hastalığın ciddiyetini kavramayan bir hastanın tedavisini de ciddiyetle sürdüremeyeceği ve ihmal edeceği görüşündedir. Olaya etik, hasta özerkliği ve otonomisi, insan hakları ve hasta hakları çerçevesinde yaklaşanlar ise hastanın kendi sağlığı ile ilgili her şeyi ayrıntılarıyla bilme ve tedavilerine karar verme hakkı olduğunu savunurlar.
Benim bu hastalara yaklaşımım, önce hastanın yakınlarıyla olayı tartıştıktan ve hastaya hastalığını söylemenin doğru olduğuna onları ikna ettikten sonra, hastalığı hastaya doğru bir şekilde anlatmaktan yanaydı. Bu yaklaşım herkes için önce biraz travmatize edici oluyorsa da, zamanla hastanın tedavi sürecine uyumunu ve hastalıkla başa çıkma direncini arttırıyordu. Aslında, olayı ilk duyduğunda her hastanın ilk tepkisi de diğerinden çok farklı olabiliyordu. Yine de ne yapılacağına karar vermek o kadar da kolay değildi. Ben bile rahmetli anneme mide kanseri olduğunu söyleyememiştim. En yakınlarına bunu söyleyemeyen birçok doktor arkadaşım da var.
Ayrıca bu hasta için çok önemli bir sorun daha vardı. Tümör anal kanala çok yakındı ve tam bir kür için hastanın makatının da çıkarılması ve kalıcı kolostomi açılması gerekiyordu. Kolostomi, yani hastanın barsağının karın dışına alınması ise hastaların kanserden daha fazla tepki gösterdikleri bir durumdu. Hasta yaşadığı sürece büyük abdestini karnından yapacaktı. Bu gerçekten kabul edilmesi zor bir durumdu ve hastaların tepkilerini anlamak mümkündü.
Önce Zeliha’nın babasıyla kısa bir konuşma yaptım. Kızında rektum kanseri olduğunu, ameliyat edilmesi gerektiğini, büyük ihtimalle kalıcı kolostomi açacağımızı ve ayrıca büyük ihtimalle kemoterapi ve radyoterapi de gerekebileceğini anlatmaya çalıştım.
Zeliha’nın babası sanki kızını her babadan biraz daha fazla seviyordu. Kendisi hiç konuşamadı. Hıçkırıklara boğuldu ve özür dileyerek uzunca bir süre ağladı. Biraz durulduktan ve sakinleştikten sonra kendisi ve kızı hakkında ilave bazı bilgiler de verdi. Zeliha onun tek kızı ve tek varlığıydı. Zaten kızını evlendirmek de ona çok ağır gelmişti. Ayrıca kızının kocası da istedikleri gibi “düşünceli” biri değilmiş ve kızı şu anda mutsuz ve huzursuzmuş. Bu arada Zeliha’nın birkaç aylık hamile olduğunu da öğrenmiş olduk. Şimdi tablo daha da dramatik ve karmaşık hale gelmişti. Çünkü hastaya ayrıca muhtemelen radyoterapi ve kemoterapi de yapılacaktı ve gebelik bunlara engel olabilirdi. Sonunda, hastalığını ve yapılması gerekenleri Zeliha’ya anlatmak konusunda anlaştık.
Zeliha ve babasını bu çeşit bilgilendirmeler için de kullandığımız pansuman odasına aldım. Servisimiz dördüncü kattaydı. Yanımızda bir asistan da olduğu halde onlara bilgi vermeye başladım. Ben mümkün olduğunca dikkatli olmaya ve kelimeleri özenle seçmeye çalışsam da, kaderin her yönden kıskacına aldığı bu köylü kızı son derece zekiydi. Aslında çok sakin ve saygılı bir yapısı da vardı. Ancak hiçbirimizin ve babasının da beklemediği şiddetli bir tepki verdi. Birden pencereye yöneldi ve:
“Kimse bana engel olmaya kalkmasın! Ölmek istiyorum” gibi bir şeyler söyleyerek pencereden atlamaya kalktı. Neyse ki atlamadan tutabildik. Ne şantaj yapıyordu, ne de kimseyi korkutmak istiyordu. Bende öyle bir kanaat oluştu ki, bıraksak gerçekten atlayacaktı.
O gün hayatımın en zor konuşmalarından birini yaptım. Hıçkırıklara boğulan babayı ve asistanı da dışarı çıkararak, Zeliha’yı tek başıma, ölmemesi ve yaşaması gerektiğine ikna etmeye çalıştım.
“Hocam, görüyorsun durumu, benim yaşamamın artık bir anlamı var mı?” dedi.
Mutsuz bir evlilik, rektum kanseri, kalıcı kolostomi, hamilelik, kemoterapi… Elbette her biriyle baş etmek bile tek başına son derece yıpratıcı ve yorucuydu.
Ancak Zeliha’yı çok seven bir babası vardı ve dünyaya gelmek üzere yola çıkan bir bebeği olacaktı. Bu ikisinin kendisini hayata bağlaması gerektiğini anlatmaya çalıştım. Sadece “şimdilik” değil, bundan sonrası için de yılmamak, direnmek ve mücadele etmek konusunda söz vermesini istedim. Zeliha o gün bana “kendini öldürmeyi bir alternatif olarak düşünmemek” konusunda söz verdi.
Bu arada, kocasının Zeliha’nın hastalığına duyarsızlığı nedeniyle, babası ile kocası tartışmışlar. Kocanın, duyarsız olduğu kadar duygusuz da olduğuna karar vermiş babası. Tartışırken kocası babasına aslında çok daha kırıcı, incitici ve gayri insani kelimelerle “sen bana hasta bir kız verdin” diyerek suçlamış. Babası bunu anlatırken yine duygulanarak uzunca bir süre konuşamadı. Anladım ki, babası ne kadar hassas ve duygusal bir insansa, kocası da o kadar duygusuz ve kaba bir adammış.
Zeliha çok kısa süre sonra kocasından boşanarak babasıyla yaşamaya başladı. Zeliha’yı ameliyat ettik. Kemoterapi ve radyoterapi gebelik sonrasına ertelendi. Ben Üniversite’den ayrılarak İstanbul’a taşındım. Zeliha’nın bir kızı oldu. Babası tedavisinin her aşamasında telefon açarak beni bilgilendirdi. Zeliha 4–5 yıl kadar sorunsuz yaşadı. Kızı büyüdü. Bir gün her şeyi unutmuşken, Zeliha’nın babası bir mesaj gönderdi bana: “Zeliha’yı kaybettik, başımız sağ olsun.” Herhalde telefon açmaya cesaret edememişti. Modernitenin nimetlerinden yararlanıp sessiz sedasız paylaşmayı tercih etmişti acısını. Ben de onu arayıp başsağlığı dileme cesaretini gösteremedim bir türlü. Sadece oturup bir şiir yazabildim Zeliha’nın gidişi için o gün:Öleceğini öğrendiği günden Beş yıl sonra gelmişti o dem Hangisi daha güzeldi Ya da hangisi daha yalan? Karar veremedi bir an Yaşamak mı, ölmek mi? Gitmek mi, kalmak mı? Boşluğa bırakacaktı yüreğini Tutamadım, tutmadım ellerini… Gitmek istiyorsan git Kurtar bedenini Ama artık sen bir annesin Kime bırakıyorsun bebeğini? Adını ne koymuştu? Nasıl büyütmüştü kızını? Şimdi dört yaşında olmalıydı Ama hiç görmemiştim yüzünü. Babasının mesajından öğrendim Bebeğini göremeyecekti bir daha. Dünya lezzetlerinden iğrendim Kızını terk etmişti Zeliha. Aslında, geniş açıdan bakıldığında, o gün Şanlıurfa’nın varoşlarında rektum kanseri nedeniyle bir genç kız ölmüştü sadece. Yunus Emre’nin dediği gibi: “Bir garip ölmüş diyeler Üç günden sonra duyalar Soğuk su ile yuyalar Şöyle garip bencileyin”
İnsan hayatta kendisini neyin, nasıl ve ne zaman beklediğini bilemiyor… Bir bahar günü, 2011’de tiroid kanseri olduğumu öğrenmem de böyle beklenmedik bir anda ve biçimde oldu.
O yaz TBMM seçimlerinden hemen önce iyice artan yorgunluk ve malum bir dizi şikayet nedeniyle Türkiye’de bir“check up” yaptırdım. İlgili doktorlar arkadaşımdı. Testlerin sonucunda herhangi bir şeye ulaşamadılar. Ben de son dönemdeki yoğun çalışmalara yordum şikayetlerimi fakat bir şeylerin ters gittiğini hissediyordum.
Brüksel’de teşhisin konulmasından ve ameliyata alınmamdan önce Türkiye’ye son seyahatimde epeyce zorlandım, bu şikayetlerimin artması nedeniyle. Bu sırada bir seyahat sırasında bir SPA’ya gittim, hem de hiç hesapta yokken, aniden girdim. Çok az İngilizce bilen bir Çinli kadın ilgilendi benimle. Ben ayrılırken endişeliydi. Anlam veremedim. Bana “Sizin çok ciddi bir sağlık sorununuz var. Bu tiroid ile bağlantılı fakat ileri bir noktada. Acilen hastaneye gidin…” dedi. Söylediklerini çok ciddiye almadığımı farketmiş olmalı ki, dönüp ısrarla bir kaç kez, “Hastaneye gidin hanımefendi, hastaneye gidin, önemli…” dedi. Seyahatten dönüşte iyice yorgundum, soğuk algınlığına yakalanmıştım. İlaçlarla biraz iyileşir gibiyken tekrar çöktüm. Bunun üzerine buradaki yakın bir doktor arkadaşıma gittim. Bünyemi güçlendirecek bir şeyler yapmasını umuyordum. Bana büyük olasılıkla bağışıklık sistemimin çöktüğünü söyledi. Sonra Çinli kadının söyledikleri aklıma geldi, sohbet ederken öylesine söyledim. Şaşırdı, “Tiroide bakmamız gerek. Kan testinde bakacaktım ama emin olmak için radyoloji testini de hemen bugün yaptıralım” dedi. Biraz yüzümü buruşturdum testler ve hastanede zaman geçirmeyi duyunca,“Peki o zaman en hızlı nasıl yaparız?” dedim. Onun arkadaşı radyoloji uzmanından hızlı bir randevu alındı. Henüz bunun her şeyin başlangıcı olduğunu bilmiyordum o sırada.
Böylece biri büyükçe , altı tane tümör tespit edildi. Sonrası malum. Ameliyat kararı ve tedavi.Türkiye seçime giderken, ben de hastaneye gittim… Teşhisten itibaren çok rahattım. Hatta ameliyatımı yapan doktor, “Yeni bir uygulama olacak, henüz yayımlamadık. Kabul ederseniz sizde uygulamak istiyorum sizin durumunuz için uygun bir yöntem” diyerek hipnoz ile ameliyatı önerdiğinde gülümsedim, “İlginç olabilir, neden olmasın” dedim. Sorduğum sorulara da tatminkar yanıtlar alınca 2 saatı aşkın süren ameliyatımı hipnozla anestezi altında yapıldı.
Tiroid bezlerim tamamen alındı, bundan sonra sürekli kullanacağım ilacıma ve radyoaktif iyot tedavi sürecine başladım.
Çevremdeki dostlarım tedavinin izolasyon altında yapılması, yoğun radyoaktif madde alıyor olmamdan çok endişelendiler. Bense olaya başka bir açıdan bakmaya, biraz kendimle başbaşa kalacağım zorunlu bir tatil olarak görmeye çalıştım. Bu süreçte ailem ve dostlarımın desteği çok değerliydi.
Hastane odasında, özellikle de o radyoaktif ilacı aldıktan sonra size kimsenin yaklaşamadığı türden bir izolasyon altındayken çokça düşünme imkanınız oluyor. Yaptıklarımı ve yapmak istediklerimi düşündüm… Hayaller kurdum…
O hastane odasından bu iki proje çıktı:
Turkish Coffee Briefings
Türk Kahvesi Brifingleri, Brüksel
www.turkishcoffeebriefings.org
Sınıf 1B
www.sinif1b.org
İlki, Türk kahvesi ve lokum eşliğinde sohbet şeklinde tasarlanmış, AB kurumlarına yönelik bir tartışma platformu, düşünce kuruluşu. Brüksel’de popülerliği artıyor.
İkincisi, Brüksel’de yaşayan Türk kökenli, dar gelirli ailelelerin 6-14 yaş aralığındaki çocuklarına yönelik bir eğitim ve koçluk projesi. Onlara farklı bir pencere açma girişimi. Çocuklarla neler neler yapmadık ki… Fotoğraflarımın arasında her ikisinin de fotoğraf albümlerini bulabilirsiniz.
Bu iki proje de anafikirleri hep aklımda olmuş ancak, enerjimi yoğunlaştırıp başalatamadığım, zaman yaratıp üzerine düşünemediğim projelerdi. Hastane odası bana bu zamanı ve yoğunlaşma imkanı vermişti sanırım.
Kanseri adı gibi ürkütücü biçimde yaşamadım, tiroid kanseri de insanın başına gelebilecek en iyisi. Bu süreçte tiroid kanserini ve etrafındaki konuları oldukça okudum. Bugün hem benim, hem de tedavimi üstlenen doktorumun kanaati belirleyici sebebin Çernobil patlaması olduğu yönünde. 1986 yılında Samsun’da, Türkiye’nin patlamadan en çok etkilenen bölgelerden birinde yaşıyorduk ve bizleri korumak için yetkililerce hiç bir önlem alınmamıştı. Tiroid kanserinin açıklanabilen tek sebebi olan “yoğun radyoaktiviteye maruz kalma”nın hayatımın başka hiç bir döneminde çocukluğumun o dönemindekinden daha yüksek olma ihtimali olduğunu sanmıyorum.
Bu süreç beni öteden beri takipçisi olduğum ve duyarlı olduğum nükleer ve Çernobil konusunda bir aktivist haline de getirdi. Bugün sosyal medya ve diğer çalışmalarım kanalıyla Türkiye’de bu kampanyalara destek verirken Brüksel’de de imkan bulduğum her platformda bunu gündeme taşıyorum…
Dilerim ki, bu tedavi süreci tamamlanıp hayatımın bundan sonrasında tekrar ortaya çıkmamak üzere onunla vedalaşacağım. Ancak, bu süreçte yaşadıklarımın da önemli bir anlamı olduğu için ona kızamıyorum. İnsan hayatta kendisini neyin, nasıl ve ne zaman beklediğini bilemiyor…
Kader
Ağustos 2012
http://onedio.com/haber/fotograflarla-gogus-kanserine-yakalanmis-bir-ask-hikayesi-194282
İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi tarafından düzenlenen, “Her Hastalık Bir Hikayedir” yarışmasına, “Bir Doktor Kanser Olursa” başlıklı hikayesiyle katılarak, meslektaşlarına hastalığı sürecinde yaşadıklarını anlatan ve geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden Uzman Doktor Aydemir Yalman'ın vasiyet niteliğindeki hikayesi, tıp etiği derslerine konu oldu.
Hekim gözüyle kanser hastası olduğunu öğrendiğinde neler yaşadığını anlattı: “Önce tek başıma, klinikten uzaklaşıp bir kafeye gittim, bir süre ne yapacağımı düşünmeye çalıştım. Beynimin içinde uğuldayan "bu andan sonrası yok" düşüncesi, sağlıklı karar vermemi engelliyor ve gözümün önüne sürekli bugüne kadar yaşadığım hayat geliyordu. 40 yıllık hekimdim, patolojik anatomi okumuştum ve oradan edindiğim bilgiler sonumun pek hayırlı olmayacağını söylüyordu”. Yalman hikayesinde, tedavisi sırasında doktorların kendisine nasıl davrandığına ilişkin bilgiler veriyor.
Tümör konseyine girdiğinde, hekimlerin “bırakın 'geçmiş olsun' demeyi, yüzüne dahi bakmadıklarını” anlatan Yalman, hasta bir hekim olarak içinde bulunduğu çelişkiyi “Zaten başıma gelenlerin şokunu yaşarken, bir de hastalanan doktor olarak, ne kadar değersiz olduğumu düşünüyordum. Oysa onkoloji ile uğraşan doktorların ve sağlık çalışanlarının söyledikleri ilk söz, bu hastalıkta moral motivasyonun çok önemli olduğu değil midir?” sözleriyle özetliyor.
“Bir hekimin önce bir hasta olarak bir doktora başvurmasını, sonra da hasta yakını olarak hastanede bulunmasının önemini bir kez daha anladım. Böylece yapılan davranış hatalarını yaşayarak gözlemleyebilir.
-Bir hekimin hastasına, hele de kanser hastasına daha duyarlı yaklaşması gerektiğine inandım.
-Her hastanın bir birey, bir insan olduğunun asla unutulmaması, en azından kendisiyle konuşurken yüzüne bakılması ve yazılı onay için yapılan bilgilendirmelerin, gerçek anlamına uygun yapılması gerektiğine inandım. Çünkü, doktor olmama rağmen, kemoterapi yapacakları açık açık anlatılmadığı için, ilk tedaviden sonra panik atak geçirdim.
-Başta kanser hastaları olmak üzere, eğer mümkünse tüm hastalara psikolojik destek sağlanmasının çok önemli olduğunu anladım. Basit bir örnek verecek olursam, yazmaya başladığımda, yaşadığım olayları tekrar hatırlamak beni çok rahatsız etti. Ama psikoloğum bunu yapabileceğimi defalarca söyleyerek, beni yüreklendirdi ve sizlerle hastalık sürecimi paylaşabildim.”
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Etiği ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Nesrin Çobanoğlu, yaptığı açıklamada, Yalman'ın hikayesinin gelecek kuşaktaki hekimlerin eğitimi için önemli mesajlar içerdiğini vurguladı.
Yalman'ın çok duyarlı ve etik açıdan düşünceli bir hekim olduğunu anlatan Çobanoğlu, Yalman'ın hikayesinin, hekimlere vasiyet niteliği taşıdığını belirtti.
Hikayenin, hekimlerin hastalarla ilişkilerde empati kurmayı unutmaması gerektiğini güzel bir dille anlattığını ifade eden Çobanoğlu, derslerinde bu hikayeyi anlatmayı bir misyon olarak gördüğünü söyledi. Hikayenin gelecek kuşaktaki hekimlerin hastalarına yaklaşımını etkileyeceğine inandığını vurgulayan Çobanoğlu, şöyle devam etti:
“O hikaye gelecek kuşaklarda iyi hekimler yetiştirmek için önemli bir mesaj, zira önemli gözlemler var. Hekimin hastalık yaşantısı, her zaman hekimin empati becerisini artırır. Aydemir Bey'in de hastalığı ciddi bir hastalıktı. Hikayede, bir hekimin hekim gözüyle bunlarla baş etme çabası, yaşanılan aksaklıklar görülüyor. Yıllarını hekim olarak geçiren insanın gözleminden dökülen bir hikaye. Tıp etiği mesajı diye algılıyorum ve çok önemli buluyorum. Sorumlu hekimlik davranışı, etik derslerimde kullanmaya başladım. 4. sınıf stajyer öğrencilerime okutmaya başladım. İleride de bu yönde olumlu gelişmeler olacağına inanıyorum.”
Ankara Üniversitesi (AÜ) Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde Bilim Tarihi ve Tıp Etiği dersleri veren Prof. Dr. Esin Kahya da, Yalman'ın hikayesinin hekimlik mesleği açısından önemine işaret ederek, kendisinin de derslerinde öğrencilerine bu konudan bahsettiğini ve onlara hikayeyi dağıtacağını belirtti.
Hikayenin, bir hekimin hastalandıktan sonra dünyaya hekim olarak değil de, bir hasta olarak baktığını gösterdiğini aktaran Kahya, “Hikayeye etik olarak bakıldığında meslektaşlarının bir hekime hasta gözüyle nasıl baktığını görüyoruz. Pozisyonlar değişince muamelelerin de nasıl değiştiğini yaşayarak, çok güzel bir dille anlatıyor” diye konuştu.
Etik derslerinde hikayenin çok etkili olacağına inandığını vurgulayan Kahya, hikayeyle verilen mesajların önemli olduğunu kaydetti.
Kahya, “Gençlerin bazı şeyleri bilerek yetişmesi gerekiyor. Hekimlerin hastalarına kendi yakınları gibi davranmaları gerektiğini bu hikaye çok da güzel özetliyor” dedi. (Kaynak: hurriyet.com.tr)
Her doktor öğrenciliği sırasında Otto Warburg'un buluşunu öğrenir. 1930'lu yıllarda Warburg kanserin en temel biyokimyasal sebebini, yani sağlıklı bir hücreyi, kanser hücresinden ayıran şeyin ne olduğunu bulmuştur. Bu, o kadar önemli bir buluştur ki, Otto Warburg'a Nobel Ödülü kazandırmıştır.
Otto Warburg'a göre kanserin bir temel sebebi vardır. Bu da, vücudun normal hücrelerinin oksijenli solunumunun, oksijensiz -anaerobik- hücre solunumuyla yer değiştirmesidir.
Warburg'un buluşu bize daha neleri anlatır?
Birincisi, kanser, normal hücrelerden çok farklı biçimde metabolize olmaktadır.Normal hücreler oksijene ihtiyaç duyar; kanser hücreleri oksijenden kaçınır.Hiperbarik oksijen terapisi alternatif kanser tedavisi uygulayan kliniklerde kullanılan bir yöntemdir.
Bu buluşun bize anlattığı başka bir şey de, kanserin bir mayalanma (fermantasyon) süreciyle metabolize olduğudur. Kanserin metabolizması normal hücre metabolizmasından 8 kat daha büyüktür. Yukarıda söylediğimiz her şeyi birleştirirsek ortaya şu tablo çıkıyor:
Vücut, kanseri beslemeye çalışırken, mütemadiyen kapasitesinin üstünde çalışır. Kanser devamlı açlıktan ölmenin eşiğindedir ve vücuttan kendisini beslemesini talep etmektedir. Besin alımı kesilirse, kanser açlıktan ölmeye başlar. Tabii kendisini beslemek için vücudun şeker üretmesini sağlayamazsa.
Yeniden glükoz yapma işlemiyle şeker kanseri beslemektedir!
Kaşeksia vücudun proteinlerden (karbonhidratlardan, yağlardan değil) "glükoneogenez"den, yani yeniden glükoz yapma işlemiyle, şeker elde etmesidir. Bu şeker kanseri besler. Vücut sonunda, kanser hücresini beslemeye çalışırken, kendisi açlık çeker.
Kanserin şekerle beslendiğini öğrenmişken, onu şekerle beslemek mantıklı geliyor mu size? Bugün, kansere karşı uygulanan birçok besin terapisi mevcuttur, ama işe yaramaktadır, çünkü günün birinde birisi şeker ve kanser arasındaki bağlantıyı görmüştür. Bu terapilerde, karbonhidratlar bakımından zengin gıdalara izin verilmez. Terapilerin hiçbirinde şekere de izin verilmez, çünkü şeker kanseri beslemektedir.
Peki doktorunuz bu gerçekleri size neden söylemez? Kim bilir? Belki doktorunuz kanseri tedavi edecek kişinin siz değil, kendisi olduğunu düşünmektedir. Belki Otto Warburg'un buluşunu duymuştur ama geri kalan parçaları tamamlayamamıştır. Belki de beslenmeyle ilgili hiçbir şey öğrenmemiştir.
Aslında 1978'e kadar ABD'nin resmi kuruluşlarından biri, beslenmenin kanserle bir ilgisi olmadığını iddia etmekteydi! Kanser ve şeker bağlantısından haberdar olanlar ise, dikkate değer terapilerle ortaya çıktılar. Bunlardan biri 'Laetrile'dir.
Kaşeksialı hastaların yüzde 50'den fazlasında glükoneogenez sürecini durduran hidrazin sülfat bunlardan bir diğeridir.
Bugün, Minnesota Üniversitesi kemoterapi alanında bir "akıllı bomba" üzerinde çalışmaktadır. Akıllı bomba diyebileceğimiz ilacın üzerinde bir kaplama vardır. İlaç, vücutta oksijensiz bir bölge ile karşı karşıya geldiğinde, bu kaplamayı üzerinden atar. Kanseri yok etmek için kemoterapiyi serbest bırakır. Çünkü, vücutta oksijensiz tek alan, kanserli bölgedir.
Kanser hücresini aç bırakmaya çalışan besin terapileri de vardır. Kanserin ne sevdiğini bilen hasta, bunları yemekten kaçınır. Kanser, çiğ yiyeceklerdense, pişmiş yiyecekleri sever. Pişirme işlemi, besinlerdeki enzimleri ve vitaminleri yok etmektedir. Bir de, kanserin şeker sevdiğini aklınızdan çıkarmayın. Kanserinizi sevmiyorsanız, onu beslemeyin!
Şeker yerine tatlandırıcı kullanmak çözüm değil. Şeker yerine tatlandırıcı kullanmayı düşünüyorsanız, başka bir tuzağa düşmüş olursunuz. Tatlandırıcıların da vücuda ciddi zararları olduğu, yapılan araştırmalarla kanıtlandı.
Örneğin, Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA), sakarin içeren her türlü gıda maddesinin üzerine "Sağlığa zararlıdır. Hayvanlar üzerinde yapılan testlerde kansere yol açmıştır." ibaresinin konmasını şart koştu. Aspartam ve sükraloz gibi diğer tatlandırıcılar da yan etkileri nedeniyle uzak durulması gereken gıdalar arasında.
(Editörün notu: Ama maalesef hiç birinin üzerinde böyle bir ibare yok). Kaynak: International Wellness Directory
İngiltere'de 1815'de 5 kg. civarında olan kişi başına yıllık çay şekeri tüketimi, 1970'de 50 kg'ın üzerine çıkmıştır. 1970-2000 yılları arasında ABD vatandaşları, önceki yıllara oranla yılda 100 litre daha fazla şekerli meşrubat tüketmişlerdir. Türkiye'deki durum çok farklı değildir. Çocuğu ile büyüğü ile çılgınca şeker ve beyaz un kullanılmaktadır. Bütün bu bilgiler kanserlerin niçin arttığını göz önüne sermektedir.
Aşağıdaki tedbirlerle kanserlerin en az üçte ikisi önlenebilir;
● Un ve şekerden kaçınarak insülin direncini yenin,
● Hiçbir şekilde tatlandırıcı ve tatlandırıcı içeren 'light' hafif yiyecek ve içecek tüketmeyin,
● Katkı maddesi ilave edilmiş, paketlenmiş gıdaları yemeyin. Taş devri diyetini uygulayın,
● Bol taze sebze ve meyve yiyin,
● Yeterli omega-3 alın; ayçiçeği, mısır, soya, pamuk ve margarin gibi yağları diyetinizden çıkartın. Bunların yerine zeytinyağı ve doğal hayvani yağları tercih edin,
● Kefir, yoğurt, turşu, sirke, nar ekşisi ve boza gibi probiyotiklerden, yanifaydalı mikroplar içeren zengin gıdalarla beslenin,
● Özgür dolaşan hayvanların etini ve yumurtasını yiyin,
● Pastörize sütlerden mümkün olduğunca kaçının. Kutu sütü tüketmeyin. Mümkünse manda sütü kullanın. Süt yerine süt ürünlerini (yoğurt, peynir) tercih edin,
● Günde iki diş sarımsak ve/veya 1 baş kuru soğan tüketin,
● Günde 1-2 tatlı kaşığı zerdeçal tozu tüketin,
● Şekersiz yeşil çay tüketin,
● İyi uyuyun ve stresten uzak durun,
● Çevresel toksinlerden ve sigaradan uzak durun,
● D vitamini düzeylerinizi yükseltmek için dengeli şekilde güneşlenin,
● Alkol kullanmayın ve yeteri derecede egzersiz yapın,
● İşlenmiş soya ürünü yemeyin.
● Yemekleri geleneksel yöntemler (buğulama, buharda pişirme) ile pişirin. Turbo fırınlar kullanılabilir,
● Mikrodalga gibi hızlı pişirme yöntemleri besin kayıplarına yol açar, ayrıca kanserojen olabilirler,
● Daha çok toprak (güveç), cam ya da kalaylı bakır kapları tercih edin. Emaye ve çelik tencere daha sonraki tercihlerdir.
● Teflon ve alüminyumu kesinlikle kullanmayın.
Prof. Dr. Ahmet AYDIN İÜ Cerrahpaşa Tıp Fak. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD, Metabolizma ve Beslenme Bilim Dalı Başkanı
(Kaynak: http://www.okyanusum.com)
Bitkileri yabana atmayın! Doç Dr. Canfeza Sezgin hazırladığı "Hangi Kansere Hangi Bitki" kitabında bilimsel tedavi metodlarına yardımcı olacak bitkisel tedavileri anlatıyor.
Sezgin, "Kanser kelimesinin kendisi çaresizlik ve korkutucu bir anlam taşımaktadır" diyerek başlıyor kitabına. Bilimsel tedavilerin yanı sıra yüzyıllardır kullanılan geleneksel tedavilerin de tamamlayıcı tedaviler olarak uygulanması gerektiğini düşündüğü için yaptığı 10 yılı aşkın çalışmaları sonucu, "Hangi Kansere Hangi Bitki" kitabını yayınlamış. Dr. Sezgin, kullandığımız ilaçların büyük bir kısmının doğal ürünlerden geliştirildiğini ifade ederken, kanser tedavisinin sadece bitkilerle yapılmasının mümkün olmadığının da altını çiziyor. Kitapta geçen bir kaç bitki ve faydaları şöyle:
● Arı Poleni: Akciğer, beyin, kalınbağırsak, lösemi, malign melanom, meme ve prostat kanserlerinde faydalı. Ayrıca akciğer kanserine karşı koruyucu.
● Biberiye: Akciğer, cilt, kalınbağırsak, lösemi ve meme kanserlerinde faydalı. Ayrıca kansere karşı koruyucu.
● Çörekotu : Akciğer, baş-boyun, kalınbağırsak, karaciğer, karın zarı, lösemi, lenfoma, meme, pankreas, prostat, yumuşak doku kanserlerinde faydalı.
● Işgın: Akciğer baş-boyun, karaciğer, lösemi, meme, mide ve rahim ağzı kanserlerinde etkili.
● Keten Tohumu: Kalınbağırsak, malign melanom, meme ve prostat kanserlerinde faydalı.
• Aloe veranın, hücre, hayvan ve insan çalışmalarında bağışıklık sistemini düzenleyici etkilerinin bulunması nedeniyle cilt kanserlerinden korunmada yararlı olabileceği düşünülüyor.
• Karayılan otu, prostat kanserinin tedavisinde etkili.
• Brokoli, idrar yolları ve idrar torbası, kalın bağırsak ve meme kanserleri ile mücadelede etkili aynı zamanda bu kanserlere karşı da koruyucu.
• Buğday çimi, meme kanserinde etkili.
• Cezayir menekşesi, çeşitli organ kanserleri, lenfoma ve löseminin tedavisinde yardımcı. (Ancak, doktor kontrolü dışında kullanılmaması gerekir. Zararlı yan etkiler yapabildiği unutulmamalı)
• Çemenotu, kalın bağırsak, karın zarı, kemik, lösemi, meme kanserinin tedavisinde etkili.
• Greyfurt, kansere karşı koruyucu etkisi var. Ancak son yıllarda yeni anlaşılan greyfurt-ilaç etkileşimleri unutulmamalı.
• Devedikeni, akciğer, baş-boyun, idrar yolları ve idrar torbası, kalın bağırsak, prostat kanserine karşı etkili.
• Dut, kanser hastalarına destek gıda olarak dikkati çekiyor. Beyaz, kara ve kırmızı dut, yüzyıllardır geleneksel Çin ve Japon tıbbında kullanılıyor.
• Ekinezya, kalın bağırsak ve pankreas kanserinde etkili.
• Isırganotu, prostat kanserinde etkili.
• Karahindiba, kalınbağırsak, karaciğer, lösemi, malign melanom, meme ve rahim kanserinin tedavisinde yardımcı olabileceği düşünülüyor.
• Keten tohumu, kalınbağırsak, malign melanom, meme ve prostat kanserinde etkili.
• Kızılcık, akciğer, baş-boyun, kalınbağırsak, karaciğer, meme, prostat, yemek borusu ve yumuşak doku kanserlerinde etkili.
• Kudret narı, baş-boyun, cilt, idrar yolları ve idrar torbası, lenfoma, lösemi, malign melanom, meme ve prostat kanserlerinde etkili.
• Nar, baş-boyun, kalınbağırsak, lösemi, meme ve prostat kanserlerinde etkili. Narın, ayrıca kansere karşı koruyucu etkisi var.
• Ökseotu, akciğer, baş-boyun, karaciğer, karın zarı ve meme kanserinde etkili.
• Sarımsak, meme kanserinde etkili. Sarımsak, ayrıca kalınbağırsak, mide ve prostat kanserlerine karşı koruyucu etkisi bulunuyor.
• Üzümün, kansere karşı koruyucu etkisi var. Günümüzde üzüm çekirdeği ve kabuğunda bulunan kimyasal maddelerin kuvvetli antioksidan olduğu gösterilmiştir. Üzümde bulunan kimyasal maddelerin, kanser, kalp-damar hastalığı, santral sinir sistemi hastalıkları üzerine koruyucu ve tedavi edici özellikleri olduğu saptanmıştır.
• Yabanmersini, kalınbağırsak ve lösemide etkili.
• Yeşil çay, akciğer, baş-boyun, beyin, kalın bağırsak, karaciğer, lenfoma, lösemi, malign melanom, meme ve prostat kanserinde etkili. Siyah çayın fermente edilmemiş hali olan yeşil çayın ayrıca, kansere karşı koruyucu özelliği bulunuyor. Hem siyah hem de yeşil çay bol miktarda antioksidan madde içeriyor. İçinde polifenoller daha yüksek oranda olduğu için yeşil çay, siyah çaydan daha faydalı. Yeşil çay, kuvvetli antikanserojen, antioksidan ve kilo kaybettirici bir besin maddesi. Yeni yapılan bir çalışma, yeşil çay ve üzüm ekstraktlarının (Kurutulmuş bitkilerden, özel yöntemler kullanılarak elde edilen, ilaç ham maddesi olarak da kullanılan bitki özleri), kansere karşı birbirlerinin etkilerini artırdığını ortaya koydu.
• Zencefil, akciğer, kalın bağırsak, karaciğer, lenfoma, lösemi, malign melanom, meme, mide, pankreas ve yumurtalık kanserinde etkili. Zencefilin kanser hücrelerine etkisiyle ilgili laboratuvar çalışmaları yapıldı. Bu çalışmalarda, zencefilin akciğer, kalın bağırsak, malign melanom, meme, mide, karaciğer, pankreas, yumurtalık kanseri ile lösemi ve lenfoma hücrelerini öldürdüğü saptandı.
• Zerdeçal, baş-boyun, cilt, idrar olları ve torbası, kalın bağırsak, meme, mide, pankreas ve rahim ağzı kanserinde etkili. Yeni yapılan çalışmalar, zerdeçalın normal olmayan hücrelerin ve kanser hücrelerinin çoğalmasını engellediğini ortaya koydu. Zerdeçalın, özellikle kanser hücrelerinin yaşamasını sağlayan enzimin aktivitesini azalttığı belirlendi.'' (yenisafak.com.tr - mavikocaeli.com.tr)
Windsor Üniversitesi Onkoloji Servisi bilimadamları tedavisinden umut kesilerek evine gönderilen 72 yaşındaki bir hastanın karahindiba bitkisinin çayıyla kanseri tedavi etmeyi başardı.
Kanada'nın Windsor kentinde bilim insanları, halk arasında karahindiba olarak bilinen bitkinin çayı ile kronik miyelomonositik kan kanseri hastasını iyileştirmeyi başardılar. Kanser hastaları için umut verici çalışma, Windsor Üniversitesi Onkoloji Servisi bilimadamları ve Windsor Bölgesel Kanser Merkezi ekiplerince ortaklaşa yürütülüyor. Konuyla ilgili bilgi veren Dr. Caroline Hamm, karahindiba kökü ekstresinin eşsiz bir bitki olduğunu belirterek, bununla tedavisinden umut kesilerek evine gönderilen 72 yaşındaki bir hastanın iyileştiğini anlattı.
John DiCarlio isimli hastanın, 3 yıl süren yoğun lösemi tedavisinin ardından, yapılacak birşey kalmadığı için, kalan ömrünü ailesi ile birlikte geçirmesi için evine gönderildiğini belirten Dr. Caroline Hamm, “laboratuvarda hazırlanan karahindiba ekstresini, John;un evine götürüp çay olarak hazırladık. Kendisine de nasıl hazırlayacağını öğreterek, bittikçe yenilerini verdik. 4 ay sonra kanser değerlerinde iyileşme saptadık. Aradan geçen 3 yılın ardından John, tamamen iyileşti" dedi. Karahindiba kökü çayının, herkeste aynı etkiyi göstermediğine dikkati çeken Dr. Hamm, her hastanın ihtiyacı olan dozun belirlenmesinin önemli olduğunu ve buna yoğunlaştıklarını ifade etti.
Doktor tedavisi ve kontrolü altında olan, kemoterapi ya da düzenli ilaç kullanan kanser hastalarının, doktorlarına danışmadan bu çayı kullanmamalarını isteyen Dr. Caroline Hamm, bilim heyetinin Kanada Sağlık Bakanlığına ekstre ile ilgili yasal müracaatları yaptığını, bunun kabul edilmesi halinde klinik çalışmaların en az 21 hasta üzerinde başlayacağını söyledi. Caroline Hamm, 6 ila 8 ay sürecek olan birinci aşamanın ardından, karahindiba kökü çayının hangi kanser türlerine ne oranda iyi geldiğinin belirleneceğini anlattı.
Kanserle yaklaşık 10 yıl önce tanışmıştık.
Eşim göğsünde bir sertlik olduğunu söyledi. Hemen doktora gittik.
Pataloji sonucu; kanser olduğunu öğrendik.
Hemen ameliyatla göğsü alındı. Bir ay kadar sonra kemoterapiye
başladık. 6 kür boyunca eşim öldü öldü dirildi. Mide bulantısı ve
kusma ile geçti bu 6 kür. Yatak döşek yattı. Hiç alışık olmadığımız
bir şeydi. Çoluk çocuk perişan olduk eşimin bu haline. Ama eşim daha
çok perişan oldu. Çünkü bütün sıkıntıyı çeken kendisiydi.
Radyoterapiye gerek görmediler. Kemoterapi bitince ayda bir
kontrollere başladık. Her şey gayet iyi gidiyordu, ta ki, eşim bir
sabah sırtında ağrılarla uyanana kadar.
Önce soğuk algınlığı zannettik. Fakat MR çekilince eşimin kemiklerine
yayıldığını öğrendik. Boynu, sırt kürek kemiği, belinde iki kemik,
kalça kemiği ve ayak dirsek kemiğinde tutulum yani kanser
vardı. Önce radyoterapi uygulandı. 6 kemiğe birden radyoterapi
verilemezdi. Bu yüzden en fazla tutulum olan iki kemiğe radyoterapi
verildi. Radyoterapi bitince bir hafta aradan sonra kemoterapiler
başladı. 4. kürde eşimin karnında bir tümör oluştu. Doktorumuz
kemoterapiye devam etti. 6. kür bittiğinde eşimin karnındaki tümör 25
cm olmuştu.
Hemen radyoterapiye sevk edildik. Burada uygulanan radyoterapiden
sonra eşim dinlenmeye çekildi. Bu arada çekilen MR sonucuna göre
kemoterapi hiçbir fayda vermemişti. Aksine tutulum (kanser) kemik
iliğine sıçramıştı.
Bu noktada artık radyoterapi ve kemoterapiye güvenimiz kalmadı.
Doktorumuz da çaresizlik içerisinde ilaçların ve tedavilerin fayda
etmediğini söyledi.
Artık alternatif tıp tedavisine yönelmenin zamanı gelmişti. Yapacak
başka bişi kalmamıştı. Klasik tedavi fayda vermiyordu.
İşte tam bu sırada, değerli dostum Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
öğretim üyelerinden bir Profesör dostum, kantaron otundan
bahsetti. Dediğine göre, kayınpederi mesane kanseri imiş ve 7 kere
ameliyat geçirmiş. Mesanesinin alınmasına karar verildiği bir sırada
kantaron otunun kansere iyi geldiğini öğrenmiş ve zaten kaybedecek
bir şey yok deyip kayınpederine uygulamış. 3,5 ay sonra alınan
neticelerde, kanserden eser kalmadığını görmüş. Benimde eşime
kantaron tedavisi uygulamamı önerdi.
Zaten bizimde yapacak bir şeyimiz kalmamıştı. Hemen kantaron suyu
tedavisine başladık. Ozon tedavisi ile birlikte kantaron tedavisini
de yürüttük. Yaklaşık 2 ay sonra yapılan patalojik inceleme de eşimin
karnındaki kitlede kanser tümörünün kalmadığı şeklinde bir rapor
aldık.
Kemiklerdeki durumu için MR çekildiğinde 21 kemikten 14 tanesinde kanserin tamamen yok olduğunu gördük. Geriye kalan 7 tanesinde ise beyaz cam dastititesi görünümünde olduğu yazıyordu. Kantaron otu ile tedaviye başladıktan yaklaşık 5 yıl sonra eşim vefat etti. Eğer kantaron otu ile tedaviyi baştan yakalayıp da kemoterapi almamış olsa idik, kesinlikle eşim bugün yaşıyor olacaktı.
Böyle bir tedaviyi herkesle paylaşmak istedim. Kanserden korkmayın.
Tedavisi var. Yeter ki doğru tedaviyi uygulayın.
ANNEMİN KANSERDEN KURTULUŞ HİKAYESİ:
Merhaba,
Bundan yaklaşık 6,5 yıl kadar önceydi.
Annem göğsünde eline gelen bir kitleyi fark etmişti. Önce Ankara Numune Hastanesi’ne yatırdık annemi. Doktorumuz kanser olduğunu söylemişti. Fakat tetkikler ve pataloji gerekiyordu. Yaşlı olduğu için her gün gidip gelmesi kolay olmayacaktı.
Yapılan tetkik ve patoloji sonuçları doktorumuzu haklı çıkarmıştı. Annem kanserdi. Üstelik koltuk altı lenflerine de sıçradığını düşünüyordu doktorumuz.
Kesinlikle ameliyat öneriliyordu. Fakat bir problem vardı. Annem 1.58 boyunda, 110 kiloydu. Üstelik 71 yaşında ve 3 kalp damarı önemli ölçüde tıkalıydı. Bu durumda ameliyat olması çok riskliydi. Ameliyat masasında kalabilirdi. Daha da kötüsü bütün vücudu iltihap doluydu. Açıkcası doktorumuz fazla ümid vermiyordu.
Gittiği yere kadar gider demişlerdi.
Annemin moral sıfıra inmişti. Bu yaştan sonra acılar içinde kıvranarak ölmek istemiyordu. Yatağa düşerse 70 yaşından sonra ona kim bakacaktı?
Benim moralim yerindeydi. Kanser tedavisinde tıp her ne kadar başarısızsa da, tamamlayıcı tedavi ile birlikte gerçekten süper sonuçlar elde etmek mümkündü.
Annemin kanserli göğsü alınmalıydı. Daha önce dediğim gibi, annemin 3 tane kalp damarı önemli ölçüde tıkalıydı. Üstelik 1.58 boyunda ve 110 kiloydu. Daha da kötüsü şeker hastasıydı ve ünsilin kullanıyordu. Kötü kolestrolü de aşırı derecede yüksekti.
Bu kadar olumsuzluğa rağmen elimizde kantaron otu gibi, Allah’ın mucizesi olan bir bitki vardı ve 85 çeşiti olan bu bitkinin kanseri tedavi eden cinsi de elimizdeydi. Çünkü kantaron bitkisi, hem kalp damarlarını açıyor, hem şeker hastasını tamamen iyi ederek insülinden çıkartıyor, hem kötü kolestrolü kısa zamanda tamamen yok ediyordu. En güzel tarafı da kanser tümörlerini yok ediyordu.
Bismillah deyip kantaron suyunu kaynattık. Annem düzenli bir şekilde kantaron suyunu, kantaron yağını ve diğer tamamlayıcı tedavi ürünlerini kullanmaya başladı. 3 ay sonra kalp damarlarında önemli ölçüde açılmış, şeker hastalığından tamamen kurtularak ünsilini de terk etmiş, kötü kolestrolden de kurtulmuştu.
Özel olarak ürettiğim kantaron yağını da Rahim bölgesinde kullanarak bütün önemli tehlikeleri atlatmıştı.
70 yaşından sonra artık göğüs annem için önemli değildi. Göğsünün ve koltuk altı lenflerinin ameliyatla alınmasına hiçbir itirazı olmadı. Ameliyat son derece başarılı geçmiş, aşırı kilosuna rağmen anesteziden hemen kurtulmuş ve kısa sürede odasına alınmıştı. Kantaron bitkisinin mucizeleriydi bunlar. Ameliyattan 2 ay sonra normal hayatına dönmüştü. Doktorunun kemoterapi önerisine şiddetle karşı çıkmıştı. Annem 70 yaşından sonra bir şeyi çok iyi öğrenmişti: Kanser vücuda yayıldıysa kemoterapi kesinlikle işe yaramazdı. Özellikle invaziv yani çevre dokulara yayılmış duktal karsinom (süt kanalı) kanserlerinde kemoterapi hastalığı hızla yaymaktan başka bir işe yaramıyordu. Ameliyat başarılı geçmişti ama, göğsündeki deriye kadar tümör yayıldığı için hala kanser tümörü taşıdığı kesindi.
Ancak 25 gün olarak planlanan radyoterapi hayır demedi. Böyle bir aşamada Radyoterapi kanser tümörlerini yakarak kısa sürede hastanın tamamen kurtulmasına yardım edebiliyordu.
Hacette Üniversitesi Hastanesinde aldığı Radyoterapi sırasında da kantaron otu, yağı ve diğer tamamlayıcı tedavi ürünlerini dikkatlice kullanmaya devam ediyordu.
Annemin sağlığı mükemmeldi. Ters giden hiçbir şey yoktu.
Annem kantaronun mucize gücünü gözleriyle görmüş, tamamlayıcı tedavi ürünleri ile birlikte kullanmaya ve kanseri tetikleyen yiyeceklerden uzak durarak yaşamını mükemmel bir şekilde sürdürmeye alışmıştı.
Annemin en son MR ve tahlillerini ise bundan 2 hafta kadar önce yaptırdık. Kansere yakalandığının üzerinden 2 sene geçtikten sonra sonuçlar mükemmeldi. Annemde en ufak bir kanser tömürü yoktu ve her şey mükemmeldi.
Rabbim cümle kanser hastalarına şifa versin.
Böyle bir tedaviyi herkesle paylaşmak istedim. Kanserden korkmayın. Tedavisi var. Yeter ki doğru tedaviyi uygulayın.
Önemli not: 89 çeşiti olan kantaron otunun doğru olanı ile yapılan kanser tedavisi kesinlikle netice vermektedir. En azından 15 dakika ile bir kaç saat arasında kanser ağrılarını derhal kesmekte, daha sonra da hızlı bir şekilde kanser tümörlerini yok etmektedir.
Şükran hanıma kantaron tedavisi önerdim ve sonuç mükemmeldi. 4 ay sonra çekilen MR'larda rektumdaki ve karaciğerdeki tümörler tamamen kaybolmuştu. Kendisini muayene eden onkoloji profesörü şaşkınlık içinde Şükran hanıma ne yaptığını ve bu tümörleri nasıl yok ettiğini sormuş. Şükran hanım gülerek; Bol bol dua ettim hocam demiş. Gerçekten de samimiyetle yapılan bir dua, insanı doğru yere yönlendirecektir.
Şükran hanımın geçen hafta çekilen 3. MR'larında da herşey tertemiz görünüyor.
2007 yılında bir gün heyecanlı ve üzgün bir kişi kapımı çaldı. Eşinin doğum sırasında alt batına yaygın şekilde kanser olduğunu öğrendiklerini ve çok kötü bir şekilde yıkıldıklarını söyledi. Elindeki tıbbi raporu gösterdi. Çocuğunun annesiz büyüyeceğinin düşüncesi bile bütün huzurunu kaçırmıştı. Merak etmeyin, kantaron otu bu işi halleder dedim.
Gerçekten de yaklaşık 3 ay sonra kanser tamamen yok olmuştu. Kantaron otu kullanmaya devam edin dememe rağmen kullanmadılar. Yaklaşık 8 ay sonra yeniden nüksetti. Yeniden kantaron otuna başladılar ve 6. yılın sonunda kanserden kalmadı ve emniyet müdürü olan bu şahıs mutlu bir şekilde çocuğunu okula kanserden kurtulan eşi ile birlikte götürüp getiriyor ve 5 vakit namazında dualarından beni de eksik etmediklerini söylüyorlar.
--------------------------------------
Hastalığımın hikayesi, göğsümde elime gelen sertlikle Temmuz 2007'de başladı. Yapılan incelemeler sonunda vakit kaybetmemem gerektiği söylendiğinden, bir günde üç ayrı doktora gidip araştırma yaptık. Aynı günün sonunda tedavimi nerede ve kime yaptıracağımıza karar vermiştik. 3-4 gün içinde hazırlıklarla incelemeler yapıldı ve ameliyata girdim.
Ameliyata girmeden önce doktoruma gerekiyorsa göğsümün alınmasını, buna dayanabileceğimi söyledim. Çünkü bütün kötü hücreler içimden çıksın ve içim rahat olsun istiyordum. Mantığım bu doğrultuda çalışsa da, ameliyattan sonraki ilk pansumanda ağlamaya başladım. O ana kadar sadece olayı hemen çözüme taşıyan, duygularını bir tarafa koyan ben, artık duygularımın önüne geçemez olmuştum. Zaten geçmek de istemiyordum.
Uzun süren ağlama krizlerime rağmen kemoterapiye başladım. Doktorum Kerim Kaban, yapılacak tedavileri ve neler yaşayacağımı yavaş yavaş, korkutmadan ama açık bir dille anlattı. Kemoterapi döneminde yaşadığım tüm olumsuzlukların tedavimle beraber biteceğine ve yine eski hayatıma döneceğimi inandım. Bu yüzden sadece iyileşmem için ne gerekiyorsa ve ne söyleniyorsa onu yapmaya çalıştım.
O günlerde düşündüğüm tek şey, bir an önce bu işin bitmesiydi. 8 ay süren tedavim bittiğinde sudan çıkmış balık gibiydim. Bir an önce bitsin diye beklediğim her şey bitmişti ama ben eski halime kavuşamamıştım. Aldığım 12 kilonun ağırlığı, ruhumun yorgunluğu yanında az bile kalırdı. Ama hayat devam ediyordu, eğer hayatın içinde olmak istiyorsam bir yerlerden başlamam gerekiyordu.
Amazon Kadınlarıyla Tanıştım
Kendime ve çevremdeki tüm yakınlarıma karşı sorumluluğum vardı. Bu dönemde, hastanemizdeki meme destek grubunun toplantılarına katılmaya başladım. Burada aynı hastalığı yaşayan ama her birinin özel hayatında farklı sorunları olan, sorunlarının istediği kadarını paylaşan, kimseyi yargılamayan, birbirinden güzel, mücadeleci ve güçlü Amazon kadınlarıyla tanıştım. Her toplantıda kendime çıkarttığım dersler oldu ve bunları hayatıma geçirmeye çalıştım. Eski enerjime kavuşacaktım ama biraz sabretmem gerekiyordu. Eşim, kardeşlerim, dostlarım, tüm yakınlarım ve doktorumla beraber çıktığım bu yolda durmak yoktu. Vazgeçmek ise hiç yoktu.
Mücadelemin başından itibaren eşim, ailem, yakın dostlarımla arkadaşlarımdan gördüğüm ilgi ve sevgi, tedavimin çok önemli bir parçasıydı. Sevildiğimi hissetmek bana moral veriyordu. Tanıdığım herkes, beni yeniden ayağa kaldırmak için el birliği etmiş gibiydi. Bugün hastalığımın üstünden iki buçuk yıl geçti. Bu süre içinde, herkesin ismini bile ağzına almaktan korktuğu bir hastalığı her şeyiyle yaşamış olmak bana inanmayı, güvenmeyi ve şükretmeyi öğretti.
İyileşeceğime dair inancımı hiç kaybetmedim. Doktorlarıma güvendim. Ve sahip olduğum her şey için şükrettim. "Kanseri yendim" demek yerine, bu hastalıkla beraber yaşamayı öğrenmeyi seçtim. Geriye dönüp baktığımda, üstümde gereksiz yere ne kadar yük taşıdığımı fark ettim. Önce bu yüklerden kurtulmam gerektiğini öğrendim. Geçmişte yaşananları, bugün yaşadıklarımı ve geleceğe dair endişelerimin hepsini beraber taşımak yerine, eskiyi bırakıp bugünümü yaşamak bana daha anlamlı gelmeye başladı. Bunu başardıkça kendimle ilgili gelecek endişelerini biraz da olsa hafifletebildim. Hayatı her şeyiyle yaşamaya, her anın tadına varmaya çalıştıkça güçlendiğimi hissediyorum.
Alime Şahin
Hayatın hızı ve tekdüzeliği içinde giderken derin bir nefes almayı ne kadar istesem de, bunu bir türlü başaramadım. Yaşayarak öğrendiklerim içime kazındı, çünkü hayat tecrübelerle yazılıyor.
Göğsümde bir acayiplik vardı. Adını anmak bile istemediğim tanıyı, bir dizi tetkikten sonra aldım. Bu kısım yazılır, anlatılır türden bir şey değil tabii... Bir anda, bir sürü şey kafanıza hızla hücum ediyor. Oraya sığmayan ama girmek için hayli direnen şeyler birbirinden bağımsız, kontrolsüzler… Sığdıramıyorum. İnfilak edecekmiş gibiyim, vücudum çökmüş, kımıldatamıyorum. Ağlayamadım bile...
Beyin özürlü değilsin… Tanı ortada, böyle kalakalınmaz ki! Bu süreci nasıl yaşayacağım? Allahım bana güç ver, ölümü düşünmek istemiyorum! Çözülmemeliyim, her zamanki gibi dik durmalıyım.
Çocuklarım benim canım. Ailem ve çocuklarıma bu durumu nasıl izah edebilirim? Onların üzülmesini hiç ama hiç istemiyorum. Toparlanmam lazım, hem de hemen. Sıkıştım kaldım orada. Hiçbir şey düşünmek istemiyorum, olmuyor, olmuyor! Bu nasıl bir şey!
Belirsizlikler canımı sıkıyor. Hem de çok... Canım acıyor ve söyleyemiyorum bile. Evet, nasıl da güçsüz bir duruma düştüm! Zor bir süreç bu, biliyorum.
Ben de hiç kolay biri olmadım ama böylesi bir şeyi hiç düşünmemiştim ki.
Dualarım Kabul Oldu!
Dua ediyorum. Allahım beni bu durumdan kurtar, bana yol göster. Beni iyi insanlarla karşılaştır. Artık ne yapıp nereye gideceğimi de şaşırdım. Dualarımın kabul olduğuna inanıyorum ve sonunda...Çok mükemmel bir ekibe sahip Acıbadem Kozyatağı Hastanesi'nin 1. katı benim ailem oldu. Oraya gittikçe güven duygum gelişti. Allahıma ve doktoruma olan inancım zafere dönüştü. Doktorumu çok sevdim. Bu, iyileşmede çok önemli bir etken. Evet şanslıydım. İşte benim doktorum! Doktorluktan öte şeyler de var, bizi çok iyi anlayabilen biriydi. Tedavi konusunda tereddütlerim varken, odadan büyük bir güven duygusuyla çıktım. Ve tedavi sürecimi başlatmış oldum.
Hayata tutunmamdaki büyük payları için doktorum Kerim Kaban ve ekibine sonsuz teşekkürler ediyorum. Temiz, titiz, hijyenik, yüksek teknolojiye sahip, hassas ve etkin tedavi yöntemleriyle teşekküre ve takdire layık bir ekibin elindeyim işte! Kaygı ve endişelerimden kurtuldum.
Sağlık çok önemli. İnsan ancak hastalanınca, bunları yaşayınca çok daha iyi anlıyor. Artık önemsemem gereken sağlığım için kaliteli hizmet aldım. Şanslıydım, Acıbadem kalitesinden yararlanabildim. Fakat ben daha çok içindeki güzel insanlar için oradaydım. Tekrar etmek istiyorum: Acıbadem Kozyatağı Hastanesi'nin 1. katında, bana emeği geçen ekibin tüm çalışanlarına tekrar teşekkür ediyorum. Onları çok seviyorum.
Bizlere farkındalık kazandıran 8. katta neşeli muzdaripler olduk artık. Bu bile düşünülmüş, bizim için güzel olanaklar sunulmuş. Cerrah, onkolog, iç hastalıkları uzmanı, psikoloğun yakın takibindeyiz. Daha ne isteyebilirim ki? Hiçbir zaman umudumuzu kaybetmeden, bilgili ve işini severek yapan insanlarla durumu değiştirebiliyoruz. Burada bunu öğrendim.
Hedefim iyileşmekti. Ve bu yolda güven duyduğum, sevdiğim insanlarla beraberdim. Aradığımı burada bulmuştum. Kötü günlerimde yanımda olan bu güzel insanların iyi günlerimde çok büyük payı var. Kerim Bey nezdinde hepinize sonsuz teşekkürler. Sizlerin de sağ ve sağlıklı olmanız dileğiyle…
Arzu Atik
Meme kanseriyle mücadelem 25 Nisan 2007'de başladı. Aylık değişimden kaynaklandığını düşündüğüm ve göğsüme dokunduğumda elime gelen kitlenin bir hafta sonra hâlâ aynı yerde durduğunu fark ettiğimde, acilen eski jinekoloğumu aradım. Ki kendisi, bundan yalnızca dört ay önce kontrollerimi kendi elleriyle yapmış ve beni ultrasona yönlendirmeye gerek görmemişti!
Çekilen ultrason ve mamografi sonucunda, her iki memedeki fibrokistik kitlenin ameliyatla alınması gerektiği söylendi. Hemen bu konuda uzman bir cerrah arayışına girdim ve ameliyatımın Acıbadem Hastanesi'nde yapılmasına karar verdim. İlk cerrahi müdahale 1 Mayıs Salı günü gerçekleşti. Bu operasyonla her iki taraftaki kitleler çıkarılıp patalojiye gönderildi. 4 Mayıs Cuma sabahı sonucu bildirmek için doktorumun benimle görüşmek istediği haberi geldiğinde eşime “Sonuç iyi çıkmadı, hissediyorum” dedim. O ısrarla itiraz etse de, içgüdülerim beni yanıltmadı ve doktorum meme kanseri olduğumu lafı dolandırmadan, sade bir dille anlattı bana. Kendisi hafta başında bir seminere katılmak için Amerika'ya uçacaktı ve o kadar süre bekleyip kafamda kurmak istemiyordum. Dolayısıyla ertesi gün yani 5 Mayıs Cumartesi günü ikinci ameliyatımı oldum. Bu ameliyatta, çevre dokuyla beraber yaklaşık 2.9 cm. olan kitle ile nöbetçi lenfleri aldılar. Lenf bezlerime ulaşıp ulaşmadığını test ettiler.
İki gece kaldım hastanede. O sırada “Neden ben?” sorularıma bıkmadan usanmadan cevap veren eşim, doktorlarım ve gece boyunca elimi bırakmadığı için özellikle Sibel hemşireye bir kez daha teşekkürlerimi sunuyorum.
Kendimi daha iyi hissetmeye başladığımda ameliyatımda bulunan doktorlarımdan Sn. Kemal Raşa, tedavi sürecimin nasıl olacağı hakkında beni kısaca bilgilendirdi. Yaşımın 33 olduğu ve önümde daha uzun bir yaşam süresi olduğu düşünülerek, yapılan fish testinde hastalığımın östrojen (kadınlık hormonu) pozitif çıkması nedeniyle 21 günde bir 6 kür kemoterapi ve sonrasında 30 gün radyoterapi almam kararlaştırıldı. Bu zorlu süreçte kendimi Acıbadem Kozyatağı Hastanesi'nde onkoloji doktorum Sn. Kerim Kaban ve ekibinin ellerine güvenle bıraktım.
Meme kanseri ailemizde (anne, kız kardeş, teyze) görülmeyen bir hastalık olduğundan sebepleri, oluşma şartları, tedavinin nasıl yapıldığı, kemoterapinin beni fiziksel ve ruhsal olarak nasıl etkileyeceği gibi konuları Kerim Bey, ilk görüşmemizde detaylı bir şekilde anlattı. Her şey aynen anlattığı gibi gelişti. Ayrıca hastaneden aldığım ‘Meme kanserini nasıl yendim?' adlı kitap da bana çok yardımcı oldu. Saçımın ne zaman döküleceği, vücudumda ne gibi değişiklikler olacağı, nelere dikkat etmem gerektiği, hijyenin ne kadar önemli olduğu, bu dönemde bağışıklık sistemimin yok denecek kadar azalacağı ve aklıma gelebilecek tüm sorular hakkında önce doktorumdan, sonra da bu kitaptan çok şey öğrendim. Tabii bunlar fiziksel olarak geçireceğim evrelerdi. Ruhsal olarak yardım aldığım kişi olan psikoloğumla da ilk kemoterapimi aldığım gün tanıştım.
Kasım ayında aktif tedavimin bitiminde (kemoterapi ve radyoterapi), 5 yıl boyunca her gün alacağım ilaçlarıma başladım. Burada amaç, östrojen hormonlarının baskılanması ve hastalığın tekrar nüksetme olasılığının minimuma indirilmesiydi. Bunlara ek olarak, ayda bir göbekten yapılan Zoladex ve kemik erimesini önlemesi için de 6 ayda bir damardan aldığım Zometa adlı ilaç etkili oldu. Ayrıca ilk üç yıl 3 ayda bir, sonrasında 6 ayda bir olmak üzere sürekli kontrol altındayım.
Bunların dışında Psikolog Nazan Hanım'ın öncülük ettiği, her 15 günde bir Salı günleri benim gibi meme kanserinden muzdarip diğer arkadaşlarımızın da olduğu harika bir ekibimiz var. Hepimiz hastalığı kabullenmeyi, onunla baş etmeyi, yalnız olmadığımızı öğrendik; karşımızdakinin bize acımadığından emin bir şekilde, bu hastalıkla ilgili herşeyi konuşabiliyoruz ve yeni tedaviye başlayacak-başlamış olan herkese elimizden geldiğince tecrübelerimizle yardımcı olmaya çalışıyoruz. Kah güldüğümüz kah ağladığımız, zaman zaman sosyal aktiviteler gerçekleştirdiğimiz böyle güzel bir grubun içinde olmaktan dolayı çok mutluyum. Bu hastalığı yenmenin en önemli adımları sahip olduğunuz moral, motivasyon ve yaşama sevinci. Öncelikle bu hastalığı kabul etmek ve onunla savaşmak için yüksek morale ve yaşama sevincine sahip olmak gerekiyor. Kendimizden emin bir şekilde, bu hastalığın geçici bir rahatsızlık olduğuna ve bunu yenebileceğimize inancımız tam olmalı. Unutmamalıyız ki kanser, erken teşhis, doğru tedavi ve pozitif bir yaşam anlayışıyla yenilebilecek bir hastalık. Ben bunu başaracağıma inandım ve hayata umutla devam ediyorum. Hayata gülen gözlerle bakmamı sağlayan başta Acıbadem Hastanesi'nin tüm doktor ve hemşirelerine, aileme, eşime, dostlarıma, hastalığım süresince bana her türlü desteği veren çalışma arkadaşlarıma ve tüm emeği geçenlere sonsuz teşekkürlerimle…
Mehmet Ali Göker'in akciğer kanseri ile ilgili yaşadıklarını mektubunda okuyun.
Mehmet Ali Göker olarak akciğer hastalığımın başlangıcı, gelişmesi ve sonucu hakkında şunları yazmak istiyorum. Yaşadıklarım umarım başka hastalara örnek ve teşvik olur.
Bir gün 16 yıldır arkadaş-dost olduğum, KBB uzmanı doktor dostum durduk yerde dedi ki “bir akciğer filmi çektirelim”. Çektirdim. Baktı iyi dedi. Ağrım öksürüğüm yok. Sigarayı çok içiyorum. Filtreli sigaralar henüz yokken, Yeni Harman ve yassı sert içim Klüp sigarası içiyorum. Bunun yanında yine tek şekerli çarşı kahvesinden gelen 40 bardak çay içiyorum. Evde yapılan mis gibi çayları içemiyorum. Sigarayı bırakmadan 3 yıl önce, sigara tüketimim 4.5 pakete (günde 90 adet)çıktı. Parmaklarım sapsarı, Yüzüm dudaklarım öyle. Her yerim sigara kokuyor. Başımı yıkarken bakıyorum, sanki başımdan zift akıyor!
Altı ay sonra doktor arkadaşım “bir akciğer filmi daha çektirip, bakalım” dedi. Eski ve yeni filmi karşılaştırıp, dedi ki: Bana göre tehlikeli bir durum yok. Ancak bir de Osmangazi üniversitesinde hocalara baktıralım. Onun önerisi ile hemen hastaneye gittim. Önce orada kalp profösörü olan Bilgin Timuralp’ e gittim. Beni güzelce muayene etti. Dedi ki: Sen benim hastam değilsin. Çomak parmaklar bana senin Göğüs doktoruna gitmem gerektiğini düşündürdü. Kimi önereceğini sordum. İsim verdi: Muzaffer Metintaş, diğerini hatıralayamıyorum. Her ikisinden de o hafta hastanede olmadıkları için randevu alamadım. Düşündüm bu doktorlardan yalnız Eskişehir’de mi var. Çocuklarımı İzmir’de(orta öğretim) okutuyorum. Orada kiralık evimiz var. Küçük kızım Nilay’ın Amerikan Kolejindeki, can-ciğer arkadaşı Şimel’in babası Ege Üniversitesinde Kadın Doğum Profösörü Gürsel Gündem arkadaşımıza konuyu aktardım. Eşi Deniz Hanımla paylaştıktan sonra, beni tanıdıkları olan 9 Eylül Üniversitesindeki Prof. Dr. Eyüp Sabri Uçan bey’e yönlendirdi. Eşi Deniz Hanımla beraber hocaya gittik. Muayene etti, Gerekli tetkikleri yaptı. Filmde akciğerdeki tümörü fark etti. İleri tetkikler-Tomografi sonuç senin hemen ameliyat olman gerekli dedi. Her şey gibi durumu olgunlukla karşıladım. Abartma ve panikleme huyum yok tur. Dedim ki: Hocam, bana 1 hafta müsaade edin, göreyim. Olmaz dedi: Bu nasıl bir şey biliyor musun? Hani Haydarpaşa’da trenden inip karşıya geçeceksin. Vapura binmek için acele ediyorsun; tam yaklaşıyorsun; tam yaklaşıyorsun, adımını atacaksın … Vapur hareket ediyor. Tümör orada duruyor, eğer bir hareket ederse; tutamazsın Ali bey dedi. Tedavide çok zorlanırız. Karar senin. Eşim Hesna hanımla göz göze geldik, bakıştık, tamam dedim. Hastaneye yatacağız Eşim hemen hastanede lazım olacak olan, Pijama, terlik, kolonya gibi… Malzemeleri alıp getirdi. Hastaneye yattık. Hemen tetkikler başladı. Tomografi (göğüs), parça alınıp biyopsi yapılması gibi… Bir sonuç çıkmadı mı desem? İstenilen sonuç çıkmadı mı desem? bilmiyorum. Eyüp Sabri hocam çıkan değerleri tetkikleri, ince ince inceledi. Dedi ki: Tümör orada duruyor. Bundan sonra yapılacak iş: Akciğeri açıp, operasyon sürerken oradan parça alıp, hemen patolojik tetkiki yaptırıp, kesin durumu öğreneceğiz. Patolojiden gelen raporda tümörün kansorejen olmadığı hakkında idi. Peki bu tümör neydi? Küçükken geçirdiğim bir hastalık, verem gibi, ya da başka akciğer hastalığı gibi oluşan bir tümör olduğunu konuşurlarken duydum. Ne, Nedir? Neden sorularını böyle durumlarda sormam. Neden? Sorduğun kişiyi spekülasyon yapmaya yöneliktir. Doktoruma iyi olacak mı dedim: O da iyi oldu dedi. Böylece Vapuru kaçırmamış oldum. 27 Ekim 1999 yılında tam şifa raporu ile hastaneden ayrıldım. Çıkınca herhangi bir ilaç vermediler. Yürüyüş, yüzme temiz havada yaşamamı önerdiler, Bir müddet 3 ayda bir tetkik için gelmemi istediler. O günden beri önerilenleri bazı zaruretler dışında devam ediyorum.
Bu Ameliyattan 6 yıl sonra vücudumda bazı uyuşmalar oldu. Ağırlaştım. Eşimle kızım Naime hemen organizasyon yapıp, gene İzmir’e şifa aramaya gittik. Hemen Göğüs hocama durumu anlattık. Hemen Alsancak hastanesine yatırdılar. Eyüp Sabri Hocam bunu tetkiklerden sonra beyinde tümör olabileceğini (Metastaz) düşündü. Gene Eyüp Sabri hocam beraber tartıştılar. Hocamın muayenesine yakın yerde bir beyin hocasına gönderdiler. O da Hoca dedi ki ben bunu ilaçla tedavi ederim. Ben tatmin olamadım. Ege üniversitesinden Beyin Cerrahi Mehmet Zileli de muayene etti. Ameliyata karar verdik. İtirazım olmadı. Mehmet beyi gözüm tuttu. Mehmet Zileli Bey’in anlaşmalı olduğu Özel Çankaya hastanesine götürdüler. Geceyi orda geçirdikten sonra saat 12:30 da beyin ameliyatına başlandı. Prof. Mehmet Zileli Hocam ilk muayenesinde Alsancak hastanesinde ameliyatın % 30 riskli olduğunu söylemişti. Bende olsun dedim. Ameliyata girerken % 30 risk taşıdığınızı söylemiştim. Gece biraz çalıştım. Bu ameliyatı risksiz gördüm dedi. Rahatladım. Ameliyat 520 dakika sürdü. Yatağımda 1 saat sonra uyandığımda idrarım geldi. Aaaaa… kalktım doğru tuvalete hiç aksama olmadan yaptım. Yatağıma geldim. Sanki hiçbirşey olmamış gibi… Biraz oturduktan sonra uyumuşum. Uyandığımda saat 18:00 idi. Mehmet Zileli Hocam geldi. Duruma baktı: Geçmiş olsun dedi ve taburcu olduk. Ameliyattan sonra 6 ay kadar EPDENTİON diye bir ilaç aldım. Gene 3 ayda bir geldiğim kontrollerin sonunda, hocama danışarak ilacı kestik.
Sonraları Kalp’ten, bacaktan anjiyolarım oldu; 3 sefer. İyi geçti. Süreç içerisinde bazı hastalıklarım oldu. Mide Fıtığı, Bacaklarda halsizlikler, kemiklerde sızlamalar, tırnaklarımda sıkıntılarım oldu. Kulaklarımda, gözlerimde vbg… Bunlar içinde en önemlisi 42 yıldır süren kabızlık ve tedavileri… Bu dertten her zaman şikayetçiyim. Bunlar içinde kalp Anjiyolarımı yapan Prof. Dr. Alparslan Birdane’ye diğer hocalarım kadar minnettarım.
Beyin Ameliyatının kontrolleri bittikten sonra; Eyüp Sabri hocama “çocuklar okulu bitirdiler. İzmir’den taşındık. Eğer mümkün ise Eskişehir Osmangazi Üniversitesinde kontrolleri yaptırsam” diyorum. O da hemen orada bizim Muzeffer Metintaş var. Ben ne isem; o da o. Ben ona telefon açayım şimdiden sonra oraya git. Telefon açmış. Şu ana kadar 3 aylık kontrollerimi, gerekli olan diğer kontrollerimi de Muzaffer Metintaş hocama yaptırıyorum. 1999 yılından beri hayattayım, üstelik beyin metastazım da vardı. Bu süreç içerisinde yakalandığım diğer rahatsızlıkları da ona söylüyorum. Yorumluyor; yönlendiriyor. Yaşamım küçük rahatsızlıklarım dışında keyifli bir şekilde devam ediyor.
Bu yazıları objektif şekilde yazdım.
Mehmet Ali Göker
EK 1:
Akciğer Ameliyatımda karar veren ve uygulayanlar:
Prof. Dr. Gürsen GÜNDEM, Prof. Dr. Eyüp Sabri UÇAN, Prof.Dr. Öztekin OTO
Beyin ameliyatı karar veren ve uygulayan cerrahlar:
Prof. Dr. Eyüp Sabri Uçan, Prof. Dr. Gürsen Gündem, Beyin Cerrahi Prof. Dr. Mehmet Zileli
EK 2:
Hocalarımın hepsine yürekten teşekkür ediyorum. Özellikle Eyüp Sabri Uçan hocama, Kardiyolog Alparslan Birtaneye, Öztekin oto beyefendiye Müteşekkirim.
Ellerine sağlık. Sağlıkçı olsunlar… İlaveten Başlangıçta çektirdiği Filimlerle beni uyaran K.B.B. Uzman doktoru Ünal Poyraz’a beni iyice muayene edip, Göğüs Hastalıklarına yönlendiren Prof. Dr. Bilgin Timuralp hocama da minnettarım.
Uzun yıllar önce ''amansız'' diye nitelenen kan kanseri ve benzeri hastalıkları, bilimin yakaladığı gelişmeler sayesinde kök hücre ve ilik nakliyle yenenlerin birbirinden ilginç hikayeleri, diğer hastalara örnek oluyor.
1988 yılından bu yana hizmet veren Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Kök Hücre Nakli Ünitesinde tedavi olan hastalardan 30 yaşındaki Ayşegül Özcan Akın, 2001 yılında, lenfoma hastalığı nedeniyle kendi kök hücresinin nakledilmesinin ardından sağlığına kavuştuğunu söyledi.
Bu hastalıkla evlendikten 9 ay sonra tanıştığını kaydeden Akın, ''Ağır bir kemoterapi tedavisi gördüğüm için 'artık çocuğun olmaz' denilmişti. Ama kök hücre nakliyle tekrar sağlığıma kavuştum ve şimdi 18 aylık oğlum Semih ve eşim ile birlikte çok mutlu bir hayat sürüyorum'' diye konuştu.
Favorisi olduğu karşılaşmaya çıkmak üzereyken burnu kanayan Türker, ''Tampon konulmasına rağmen kanama durmayınca diskalifiye edildim ve maçı kaybetmiş sayıldım'' dedi.
İzleyen günlerde bacaklarında morluklar oluşması üzerine başvurduğu cilt doktorunun istediği kan tahlillerinde değerlerinin çok düşük çıktığını belirten Türker, bundan sonraki süreçte yaşadıklarını, şöyle anlattı:
''Cilt doktorum 'lösemi olabilirsin, hemen ilgili bir bölüme başvur' dedi. Ben de bunun üzerine Numune Hastanesine başvurdum. Burada ''Ağır Aplastik Anemi'' teşhisi konuldu ve ilik nakli olmam gerektiği söylendi. Ama, tüm dokularımızın uyuştuğu ablam verici olarak bulunmasına rağmen, bana 2 yıl sonraya gün verildi. O anda hissettiğim hayal kırıklığını anlatmam mümkün değil.'' Daha sonra tedavisini sürdürmek üzere Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Kök Hücre Nakli Ünitesine başvurduğunu kaydeden Türker, burada kendisine ilk teşhisin 3 ay sonrasında kemik iliği nakli yapıldığını kaydetti.
Türker, ''Nakilin üzerinden 6 ay geçti ve şimdi sağlıklıyım. Tamamen iyileşince üniversite sınavına girip uluslararası ilişkiler bölümünde okumak istiyorum. Tabii spora devam edip madalya kazanmak da en büyük hayalim'' diye konuştu.
31 yaşındaki Sivaslı Ebru Altınay da, bir ilaç firmasında satış temsilcisi olarak çalışırken 1999 yılında tanıştığı rahatsızlık nedeniyle, ''hasta olduğun için burada çalışamazsın'' denilerek işine son verildiğini belirtti.
2000 yılında ablasından alınan iliğin kendisine nakledilmesinin ardından hastalığı yendiğini anlatan Altınay, ''Nakilden sonraki 7. yılıma girdim. Başka bir ilaç şirketinde işe başladım ve çok sağlıklıyım'' dedi.
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı Başkanı ve Sağlık Bakanlığı Kemik İliği Nakilleri Bilimsel Danışma Kurulu Başkanı Prof. Dr. Osman İlhan, Sağlık Bakanlığınca düzenlenen toplantıda, kemik iliği nakli için bekleyen hastaları ilgilendiren önemli kararlar alındığını bildirdi.
Kemik iliği nakli merkezlerindeki ciddi eleman sıkıntısının aşılması için Devlet Memurları Kanunu'nun 4-B maddesine göre bu alanda uzman sözleşmeli hemşire ve hekim alınacağını belirten Prof. Dr. İlhan, ayrıca zorunlu hizmet kapsamındaki hematolog ve onkologların bu merkezlerde görevlendirilmesi yoluna gidileceğini bildirdi.
AB Kemik İliği Nakil Merkezine Türkiye'den 26 merkezin kayıtlı olduğunu bildiren Prof. Dr. İlhan, merkez sayısı bakımından bu ülkeler arasında 6. sırada olunmasına rağmen, özel donanımlı steril hasta sayısının son derece az olduğunu söyledi.
AB kriterlerine göre her 1 milyon nüfusta 50 hastaya nakil yapılması gerektiğini anlatan Prof. Dr. İlhan, ''Yani yılda 3 bin 500 hastaya nakil yapmamız lazım. Ama bu sayı ne yazık ki yılda 600-700 civarında'' dedi.
Türkiye'de halen 110 erişkin, 22 çocuk olmak üzere toplam 132 hasta odası bulunduğunu ifade eden Prof. Dr. İlhan, Sağlık Bakanlığının bu odaların sayısının çoğalmasına yönelik destek vereceğini belirtti.
Tıpkı organ nakli bekleyenler için oluşturulan liste gibi Sağlık Bakanlığınca kemik iliği nakli bekleyenlerin listesinin hazırlanacağını kaydeden Prof. Dr. İlhan, bu hastaların istemeleri halinde boş yatağı bulunan merkezlerde nakil olmasının sağlanacağını söyledi.
Dünyada kemik iliği bankalarına kayıtlı 10 binden fazla verici bulunduğunu belirten Prof. Dr. İlhan, ülkedeki hastalar için buralardan bulunan uygun iliklerin nakledilmesi için tedavi masraflarının devlet tarafından karşılanmasına yönelik Bütçe Uygulama Talimatı'nda değişiklik yapılması amacıyla Sağlık Bakanlığınca Maliye Bakanlığına teklif götürüleceğini kaydetti.
Prof. Dr. İlhan, şu anda kemik iliği nakliyle ilgili belirli bir fiyat paketi bulunmadığını, Sağlık Bakanlığının bu teklifine, karaciğer naklinde olduğu gibi kemik iliği nakillerinde de, otolog (kişinin kendinden) ve allogeneik (başkasından) olmak üzere 2 ayrı paket programın eklenmesi önerisinin de bulunacağını söyledi.
Sağlık Bakanlığının, kök hücre kaynağı olarak kullanılan kordon kanı bankacılığına da sıcak baktığını anlatan Prof. Dr. İlhan, bu sayede bankada toplanan kordonlardan ihtiyacı olan her hastaya kök hücre nakli yapılmasının mümkün olabileceğini bildirdi.
Prof. Dr. Osman İlhan, kemoterapi görenlerin yumurta ve spermlerinin zarar gördüğü için çocuk sahibi olamama riskiyle karşı karşıya kalabildiklerini dikkati çekerek, bu kişilerin yumurta ve spermlerinin tedavi öncesi dondurulması yoluna gidilebileceğini sözlerine ekledi.
Onu can kulağıyla dinledikten sonra muayene etmiş ve sol tarafında ele gelen sert kıvamda, yutkunmakla hareket etmeyen bir nodulü olduğunu ve boynunda bir kaç tane lenf bezesi şiştiğini farketmiştim. Bunun üzerine klinikte kullandığım ultrasonografi cihazı ile tiroidlerine bakmaya karar verdim. Hasta henüz 23 yaşındaydı. Üniversiteyi yeni bitirmiş, özel bir okulda anaokulu öğretmenliği yapıyordu. Tiroid ultrasonografisinde tiroid bezinin normal büyüklükte olduğunu fakat sol lobda en büyüğü 14*12*16 mm boyutunda , düzensiz sınırları olan tiroid bezine göre daha koyu kıvamlı , kanlanması artmış nodülü vardı. Hastaya tiroid bezinin normal çalıştığını, guatrı olmamasına rağmen Tiroid bezindeki nodüle ultrason eşliğinde iğne biyopsisi yapılması gerektiğini anlattım. Hasta başta biyopsi işlemini tereddütle karşıladı, şiddetli ağrı olacağından endişeliydi, ailesi ile görüştükten sonra karar vereceğini söyledi. İşlemin basit bir işlem olduğunu, nodülün huyu ile ilgili bizi bilgilendirip yönlendireceğini anlattım. Hastaya bir saat kadar düşünüp gelmesini önerdim. Dönüşte hasta ailesi ile konuşmuş, annesi daha önce bir arkadaşından benzer şekilde biyopsi yapıldığını ve sonucu iyi geldiği için ameliyattan kurtulduğunu anlatınca ikna olmuş şekilde geldi. Ultrason eşliğinde nodülünün bir kaç yerinden biyopsi yaptık, biyopsi sonrası ultrason kontrolünde işlem ile ilgili bir sıkıntı olmayınca hastaya 1 hafta sonra sonucu alması için randevu verdik . Bir hafta sonra geldiğinde bir haftadır endişeden dolayı uyuyamadığını, işine konsantre olamadığını ifade etmiş, biyopsi sonrası boynunda hafif bir ağrı olduğunu ama basit ağrı kesicilerle geçtiğini söylemişti.
Hastanın biyopsi sonucu papiller tiroid kanseri şüphesi olarak gelmişti . En kısa sürede ameliyat olması gerektiğini söyleyip tanıdığım tecrübeli bir tiroid cerrahına gönderdim. Hasta 1 ay sonra ameliyat olmuştu. Patolojisi tanıyı teyit etmişti şimdi ne yapacaktı? Daha çok gençti, çocuk sahibi olmak istiyordu bunun engel olup olmayacağını soruyordu. Ona ameliyata ilave olarak tedavi amaçlı atom tedavisi vermemiz gerektiğini, atom tedavisinden belli bir süre sonra gebe kalabileceğini , ömür boyu tiroid ilacı kullanması gerektiğini ifade ettim. Radyoaktif iyot tedavisi için nükleer tıp bölümüne yönlendirdim, atom tedavi sonrası ilaç ayarı için kontrole çağırdım. Hasta 2 ay sonra atom tedavisi almış olarak geldi, atom tedavisinden sonra ağızdan tiroid ilacı başlandığını kendini şimdi çok iyi hissettiğini ameliyat sonrası olan şişliğinin geçtiğini ve aldığı bir kaç kiloyu verdiğini söyledi. Bende takiplerini ömür boyu aksatmaması gerektiğini ifade ettim.
Hasta 5 yıldır takiplerini aksatmıyor, belli aralıklarla hormon kontrolü, tiroid ultrasonografisi ve vücut taraması yapıyoruz, ilacını hergün aç karınla almayı ihmal etmiyor. Hasta çok sağlıklı, keyifli, bu arada sağlıklı bir kızı oldu. Tiroid kanseri tedavi edilebilen bir hastalıktır.
Yard. Doç. Dr. Fevzi Balkan
Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı
Ailemle yaptığım görüşmede böyle bir tedaviyi kabul etmediğimi ömür boyu bağırsaklarımın dışarıdan bağlanacak bir torbayla yaşayamayacağımı aileme söyledim.
Daha sonra kızım tahlillerimi ve bağırsak filmlerimi Samatya’da bulunan bir hastaneye götürdü. Burada üç doçentin incelemesi neticesinde yaranın ışın tedavisi ile küçültülüp alınacağı, çok kısa bir süre torba ile yaşayacağımı ve sonra bağırsaklarımın tekrar yerine konulacağı söylendi. Ancak bu ışın tedavisinin Çapa Tıp fakültesinde yapılabileceği ve bu konuda o zamanlar Doçent doktor olan Sayın Oktar ASOĞLU’nun konusunda uzman olduğunu ve bu tedaviyi kendisinin yapabileceğini söylediler.
Doktorların tavsiyesi üzerine Çapa Tıp Fakültesinde Sayın Oktar ASOĞLU hocadan randevu alarak muayeneye gittim. Kendisi verileri inceledi ve bağırsakta bulunan yaraya ışın tedavisi yapılıp sonrasında ameliyatla bu dertten kurtulacağımı söyledi. Daha sonra hemen tedaviye başladık ve ışınla yara küçüldükten sonra Temmuz 2010 da ameliyat oldum. 4 ay gibi kısa bir süre bağırsaklarımın bağlandığı torba ile dolaştıktan sonra Kasım 2010 da ikinci bir ameliyatla bağırsaklarım tekrar yerlerine dikilerek gündelik normal yaşantıma devam ettim.
Şu an ameliyatımın üzerinden 4 seneden fazla geçti ve Oktar hoca sayesinde hiç bir sıkıntı çekmeden hayatıma devam etmekteyim.
SALAM Men Qehramanova Nazile Memmed qizi Azerbaycandan size yaziram.
Men 10.02.2010 cu ilde yemek yeyerken narahat oldum bu hal gunden gune agirlawdi bir cox hekimlere muraciet etdim bir nece muddet nevroz xesteliyine gore mualice aldim sonra veziyetim daha da agirlasdi Bakida Ankalogi merkezde Doktor Elman Ibrahimov biops aldi 03.03.2010 cu ilde mende xerceng oldugunu soyledi. Hemin an heyatimin sonu oldugunu duwundum ne edeceyimi bilmedim, sanki her wey ustume gelirdi nefes ala bilmirdim. yaxinlarim ovladlarim xususende yoldawim yanimdaydi hamimiz caresiz qalmiwdiq cox hekimleri arawdirdig lakin yawamimi davam etdirecek bir yol tapa bilmedik. Sonra klinik merkezde Kamran Yaqubov ve Kerim doktor Capa univertstitinde Genel Cerrah Oktra Asaoglunu meslehet bildiler. 13.03.2010 cu ilde men Turkiyeye getdim. Oktar Hekimle goruwduk men xesteliyimle elaqedar Oktar Hocaya daniwdigca sanki yungulewirdim Oktar hekim qida borusundaki kutlenin askar olunmasi ucun filimlerin cekilmesini meslehet gordu. Biz filimleri cekdirdiy Oktar hekim filmlere baxdiqdan sonra ilk once mualice 3 ay ve sonra ise emeliyyat olacagimi hetta emeliyyatimin nece aparacagini mene izah etdi. Ankologi Doktor Esra Kaytan Saglamla daniwdiqdan sonra meni Ankologi bolume gonderdi orada men kimyaterapi radioloji mualice olunduqdan sora her wey yeye bilirdim hetta fikirlewdim ki emeliyyat olmayacam . Oktra hekimle goruwduk yeniden film cekildi Oktar hoca emeliyyatin qacilmaz oldugunu soyledi. Asistanti Sami beyi menim emeliyyatimla bagli iwlemlere bawlamasini soyledi 16.07.2010 cu ilde men emeliyyat oldum 23 gun xestexanada yatdim 23 gun erzinde Oktar hoca her gun menle maraglandi gunde 2 defe seher axwam mualice ve muayinelerim haqqinda mualimat alir menim yanima gelirdi. Men xestexanada olarken yemeye bawladim hec bir narahatciligim olmadi.Men mene eziyyet ceken qaygimi ceken Esra Kaytan Saglama, Sami beye, butun hemwirelere tewekkur edirem.En boyuk tewekkurum Oktar Asoglunadir meni Oktar Asoglunun sozleri duzgun fikirleri bu xesteliyie qalib gelmeye komey etdi. Bu gun heyatda yawayiramsa Ulu Tanrima birde Oktar hocaya borcluyam. Anam ,ovladlarim, yoldawim, Oktar hekimi Allah bize gonderdiyi bir lutfu bilir. Men Oktar hocaya menim xilaskarim , meni heyatda yawadan her sozune urekden inandigim varlig kimi baxiram. Yawamim Oktar hocam ellerinen opurem. Allah sizi hemiwe var etsinki siz bizim kimi xestelere heyat veresiniz .Men Oktar hocaya Allahin bir elcisi kimi baxiram yoldawimda ovladlarimda ozumde omrumun axirina kimi sizi ailemizin bir uzvu kimi bileceyik.
TEWEKKUR EDIRIK SIZE OKTAR HOCA
Azerbaycandan 30.09.2014
Prof. Dr. Oktar Asoğlu böyle çaresizlik hissettiğim günlerde karşıma çıktı. Üstelik çok iyi dalında uzman olan doktorlar tarafından referans gösterilerek, yani bir hastanenin onkoloji bölüm başkanı Dr. Oktar beyin ismini verdi gözünüzü kapatıp ameliyat olacağınız ve konusunda uzman Türkiye'nin teklerinden birisi diye aldığım referanslar la kendisine ulaştım. Ulaşmak bir o kadar kolay oldu bir telefonun uzaklığında, derdimi anlattım hastalığımın ciddiyetini, yardımcısı Burçin hanım anlattim ve aynı güne randevu verdi, muayane olmaya gittiğim gün ameliyat hazırlıklarına başladık.
Elbette hastahane muhteşem, elbette teknik harikulade ama önemlisi hastanede doktorumla kurmuş olduğum bağ ve güvendi benim için Dr. Oktar Asoğlu, hasta psikolojisini anlayan yaklaşımı ve emin ellerde olacağım güvencesini hissettirdi bana ve benim için en önemli olanı bu idi. Hiç tereddüt etmeden aynı gün ameliyat kararı olmak hiç de zor olmadı ve çok doğru karar verdiğimi ameliyat öncesi ve sonrasında daha iyi anlayabildim. Colon kanseri teşhisi ve o hastalığın ismi benim her zaman içimi ürperten bir hastalık ,elbette hastalığın ciddiyetini biliyorum. Ama Dr. Oktar Asoğlu ile bu hastalığı yendiğimi ameliyat dan sonra kendime geldiğimin ertesi günü anladım.
Yapılan kapalı ameliyat dan sonra mikrop kapma olasılığı olmadığı için her hangi enfeksiyona maruz kalmadan çok rahatlıkla ayağa kalktım. Planlanan iyileşme sürecini bire bir yaşadım. Bu benim için muhteşem bir süreçti.
Diyebilirim ki hayatımın girmiş en doğru insan ve uzun sürede sevgiyle saygıyla anacağım ilişkimi koparmadan yaşamında olacak bir insan elbette hasta ve Dr ilişki çerçevesinde ama hayatımı kurtaran insan yüreğinde de yeri farklı olacak bu insanın. Bilemiyorum her hasta Doktoru için aynı duyguları taşırmı ben taşıyorum ki Dr. Oktar Asoğluna gelene kadar bir kaç Doktor ilede görüşmüşdüm. Gönül gözü ile hastasına ulaşan çok az Dr. gördüm ve çok şanslıyım ben doğru uzman ve dolayısıylada doğru hastanede tedavimi oldum.
Bundan sonraki yaşamımda görevim özellikle yurtdışında yaşayan tüm insanlara bunu anlatmak olacak Teşekkürler doktorum Prof. D. OKTAY ASOĞLU ve teşekkürler tüm hastane personeli.
Allah ondan bin kere razı olsun, beni bu dertten kurtardı. Hocayı biz aileden biriymiş gibi sevdik bir kardeşimiz gibi konuştukça o Atatürk gibi duruşun altında altın gibi bir kalbi olduğunu, hoş görülü ve alçak gönüllü olduğunu gördük. Müşvik iyi bir hatip olmadığım için tam anlamı ile hocanın başarılarını anlatamıyorum. Tekrar tekrar kendisine ve ekibine candan teşekkür eder, saygılarımı ve şükranlarımı sunarım. Allah Oktar hocama sağlıklı uzun ömür versin inşallah. Daha nice vatandaşlarımızın derdine derman olsun saygılarımla.
Bence gastrointestinal cerrahi ve özellikle Robotik Cerrahide en büyük isim.
Bu yöntemle beni kısa zamanda sağlığıma kavuşturan doktoruma başarılarının devamını diler, sonsuz teşekkürlerimi sunarım, varolsun
Bu benim zaman içerisinde muhtelif hastanelerde geçirdiğim altıncı ameliyat.
İnsanların, yasam sürelerini ve yaşam kalitelerini belirleyen bu kadar önemli ameliyatları verdiği pozitif enerji ile kararsızlıklarını kolayca aşmalarını sağlayarak, bu denli sükunet, huzur ve güven vererek yapmak, öncesinde olduğu gibi sonrasında da takip, ilgi, ulaşılabilirlik, doktor-hasta ilişkisi yanında insani ilişkiler…
Bütün bunlar son derece önemli, ayrıcalıklı özellikler ve çok sık karşılaşılabilen durumlar değil hele ki hepsi bir arada.
Kendilerini Oktar bey ve ekibine teslim edenler şanslı ve güvende hissetmeliler.
Geçirdiğim bu zorlu ameliyatı büyük bir kolaylık içinde aşmamı sağlayan, başta Oktar bey olmak üzere tüm ekibi kutluyor şükran duygularımı iletiyorum.
Babamın uzun süredir bir rahatsızlığı vardı ve ne olduğunu hiç bir doktor bulamamıştı, 1 mayıs 2013'te ailecek Çanakkale gezisine giderken babamın yolda fenalaşması üzerine Tekirdağ Devlet Hastanesine kaldırdık. Sağolsun orada çok iyi bir hoca çıktı karşımıza ve isterseniz babanızı 1 hafta yatırıp inceleyelim dedi, İstanbul'da yaşamamıza rağmen büyük bir memnuniyetle bu teklifi kabul ettik ve 1 hafta yapılan tüm tetkikler ve endoskopiden alınan parçanın incelenmesi sonucu 'mide kanseri' tanısı konuldu. Tabiiki bunu babama söyleyemedik. Biz üç kardeş tedavi için en doğru yolu ve en doğru doktoru bulmak için kolları sıvadık.
Çalıştığım hastanedeki tüm doktorlara, tanıdığımız doktorlara, tanıdıklarımıza herkese sorduk soruşturduk, internetten araştırdık, tüm bilgiler Dr Oktar Asoğlunu'nu işaret ediyordu. Neyse biz 3 en iyi doktor ismi alarak bu doktorlarla görüşmek için yollara düştük, ikisiyle görüştük, en son Oktar hocanın yanına geldik, bizi öyle iyi, sıcak ve samimi karşıladı ki, içimize güven duygusu doldurdu, ve tamam dedik babamızı Oktar hocaya emanet edebiliriz. Çünkü bir hekimin eğer canınızı emanet ediyorsanız iyi bir hekim olması dışında iyi bir insan olması çok önemli, herşeyi danışabilmeniz, çekinmeden sorabilmeniz, güvenebilmeniz.
Velhasıl biz Oktar Hocada karar kıldık, ertesi gün babamı da Oktar hocaya getirdik, o ameliyat olmam diyen adamın Oktar hocanın karşısında birden yumuşadığını gördük Eğer başka bir doktor karşısında olsaydı babam mümkün değil ameliyatı kabul etmezdi. Oktar bey bize ameliyatı nasıl yapacağını, niçin yapacağını, ameliyattan sonra neler olabileceğini hiç yorulmadan ve usanmadan ayrıntısı ayrıntısına anlattı.
Ertesi güne ameliyat tarihi verildi ve babam ameliyata alındı, Oktar hoca sabah 'bizden önce' uzun süren bir ameliyat yaptığı halde babamın ameliyatı boyunca ameliyathaneyi hiç terketmedi, ne yemek ne dinlenme molası vermedi kendine, ve ameliyat bittiği gibi yanımıza gelip bizi bilgilendirdi. Çok şükür iyi geçmişti babamın ameliyatı.
Babam ameliyattan sonra 7 gün hastanede kaldı ve Oktar hoca hergün gelip kontrollerin yaptı, babamla ve bizlerle hep diyalog içinde oldu, Şimdi babam çok iyi çok şükür, bunu önce Allah'a sonra da Dr. Oktar Asoğlu'na borçluyuz bunu biliyoruz. Gerek Oktar Bey'i gerek yardımcısı Burçin hn'ı her zaman arayabileceğimiz için, çekinmeden herşeyi sorabileceğimiz için içimz çok rahat. Onlara çok büyük bir teşekkür borçluyuz. ALLAH DOKTOR BEYDEN ve TÜM YANINDA ÇALIŞANLARDAN RAZI OLSUN. Şimdi ameliyattan sonraki 3 aylık kontrollerdeyiz Oktar hoca sabır ve sevgiyle bizi takip ediyor. Babamın ömrünün sonuna kadar kontrollerini Oktar hocanın yapacağını bilmek de ayrıca büyük mutluluk.
Aslıhan Demirci
Adım Aslıhan Demirci, İzmir'de yaşıyorum ve öğretmenim. Bundan yaklaşık üç sene önce şiddetli mide ağrısı ve kusma şikayetleri ile gittiğim doktorlar mide üzerine yoğunlaştılar. İki kere endoskopi yapıldı. Birçok ilaç kullanmama rağmen şikayetlerim geçmediği gibi daha da arttı.
Sonunda özel bir hastanede kolonda bir problem olabileceği tespit edildi ve kolonoskopi sonucu sağ tarafta bağırsağı tıkayacak kadar büyük olduğu söylendi. Bu arada ben hiç bir şey yiyemiyordum ve son günde büyük abdestim ağzımdan gelmeye başlamıştı. Yapılan tetkikler sonucu eşime kanserin karaciğerime sıçradığı, hemen amiliyat olmama gerektiği söylenmiş ve belki birkaç ay daha yaşar denmiş.
17 Mayıs 2012 gecesi Oktar Hoca'mı Çapa'dan tanıyan be hemşire olan görümcemin tavsiyesi ile Hocam'a ulaştık. Gece hastaneye yatışım oldu ve ertesi gün ameliyat oldum. Açık ameliyat olabileceğimi söylediği ameliyatı kapalı olarak gerçekleştirdi. Karaciğerimdeki kistin hemanjiyom olduğunu belitti. Kendime geldiğimde çok sevindim. Beş günde ayağa kalktım. Bugün yirmialtı ay bitti. Hiç bir şikayetim yok. Sadece şeker ve şekerli gıda tüketmiyorum, her şeyi yiyebiliyorum.
Yeniden doğdum ve hayatın ne kadar değerli olduğunu anladım.
Bana hayatımı yeniden bağışlayan yüce Allah'a ve Sayın Oktar Hocama her gün uyandığımda şükrediyorum.
Ona rastlayan tüm hastalarında çok şanslı olduklarını düşünüyorum. Biliyorum ve diliyorum ki Allah onu ve onun gibi işini gerçekten çok iyi yapan doktorları korusun ve yollarını açık etsin.
Damla Işık
Dönüm noktaları vardır insan hayatında; şaşırtan, afallatan, sorgulatan. Keskin bir viraj misali bir anda hazırlıksız yakalayan…
14 Haziran 2014 tarihinde yapılan kolonoskopi işlemi neticesinde babamın kalın bağırsağında bir kitle olduğunu öğrendiğim andır benim dönüm noktam; korktuğum, dünyanın başıma yıkıldığını hissettiğim, çaresiz kaldığım an.
Bugün 26 Haziran 2014 ve ben bu satırları Liv Hospital 8302 numaralı odada, içimde huzur ve mutlulukla yazıyorum. Babam, başarılı geçen ameliyatı sonrası, koridorda yürüyüş yapıyor, etrafa gülücük saçıyor ve bu sizin sayenizde Oktar Hocam.
Bu on iki günlük süreç kısa bir zaman aralığı gibi görünse de, zordu bizim için. Bir yandan sudan çıkmış balık misali “peki şimdi ne olacak?” sorusuna cevap, bir yandan da derdimize derman olacak güvenilir bir el arayışı… Gerçekten zordu!
Ta ki sizi bulana kadar. İtiraf etmeliyim ilk önce özgeçmişiniz, çalışmalarınız, yayımlarınız, kolorektal cerrahi alanındaki tartışmasız tecrübeleriniz güven verdi bizlere. Sonra sizinle tanıştık, başarılarla dolu hekimlik hayatınızın yanı sıra saygıdeğer kişiliğiniz de bir o kadar kıymetliydi bizim için.Sıcak içten bir ön sohbetle rahatlattınız bizi.Hastalık hakkında en ufak ayrıntıyı bile bizimle paylaşarak,duymak istediklerimizi değil,gerçeği söyleyerek bizi yönlendirdiniz.Maddi konular dahil her alanda sonuna kadar yanımızda oldunuz.
Sayın Prof. Dr. Oktar Asoğlu, doktorumuz, çok şey borçluyuz size. Hastaneye adım attığımız ilk andan itibaren bize olan olumlu, güler yüzlü, sevgi dolu yaklaşımınız ile moral oldunuz bize, umut oldunuz. Sizin desteğinizle bu hastalığın korkulacak bir yanı olmadığını gördük. Erken teşhis, doğru tanı ve güvenilir ellerde uygun tedavi ile kolon kanserinin önlenebilir olduğunu öğrendik. Hayatımızın dönüm noktasında en büyük pay sizin. İyi ki varsınız, iyi ki sizi tanımışız. Size ve ekibinize her şey için çok teşekkür ederiz.
Sevgi ve saygılarımızla.
Damla Işık
(Hastanın Kızı )
Doç. Dr. Ilir HOTI
Bu yılın ilk birkaç ayında, bazı sağlık sorunlarım oldu ve muayene için İstanbul’a gelmeye karar verdim. Mayıs sonunda, rektum tümörü teşhisi konuldu. Benim için çok üzücüydü.
Hemen aklıma 2012’te İstanbul’da anneme göğüs kanseri teşhisi konulduğu geldi.
O zamanlar İstanbul’da çalışıyordum ve bu yüzden annem Çapa Üniversitesinde ameliyat ve tedavi edildi. Annemi ameliyat eden Prof. Dr. Oktar Asoglu ile orada tanıştım. Yaptığı ameliyat çok başarılı oldu. Bu, annemin İtalya ve Almanya’da gittiği doktorlar tarafından da teyit edildi.
Benim için söz konusu durumla ilgili tek ve en yetkili referans Prof. Dr. Oktar Asoğlu idi.
Prof. Dr. Oktar Asoğlu’nun telefon numarasını bulmak için iki gün harcadım. Sonra onu aradım ve durumumla ilgili tavsiye aldım.
Bizimle tanışmak için gösterdiği sürat ve samimiyet beni çok etkiledi ve 45 dakika sonra Liv Hastanesinde buluştuk.
Dr Oktar beni, hastanenin Üstün Kaliteli personeli ile tanıştırdı ve teşhisimle yakından ilişkili alanlarda yaptığı bilimsel araştırmalar ve başarılardan söz etti.
Bir sonraki gün ameliyat oldum. Dr. Oktar size çok teşekkür ediyorum, Allah sizi korusun!
Ek olarak, Prof. Dr. Yeşim Eral’a da kemoterapi tedavisi ile ilgili olan ameliyat sonrası süreci atlatmamda profesyonel ve teşvik edici rolünden dolayı teşekkürlerimi sunuyorum!
Genel Müdür Meri Hanım dâhil personelin çoğunluğu, denetleyici personel ve diğerleri bize bakmak ve şikâyet ve ihtiyaçlarımızı sormak için bizi odada ziyaret ettiler.
Live Hastanesi, ileri teknoloji, araştırma ve hasta tedavisinin profesyonel doktorlar, yüksek disiplinli yönetim ve “müşteri memnuniyetinden” ziyade hasta memnuniyeti ile uyum içinde olduğu organik karşılıklı bir ilişkinin kurulduğu bir yerdir.
Pazarlama departmanından, yüksek sorumluluk, dürüstlük ve doğruluk duygusuyla bana ve aileme çok yardımcı olan Emel Mejzini’nin çalışmasını özellikle belirtmem gerekir. Hemşireler de çok pozitif bir etki yarattılar. Özellikle, Meryem Belören ve İnci Ayyldız’a çok teşekkür ediyoruz.
Umarım ki görüşlerimiz var olan ve potansiyel hastaların ihtiyacına hizmet eder.
Saygılarımla
Doç. Dr. Ilir HOTI
28.10.2013
Zafer Erdem
Ben ve kardeşim 1 emekli anne babanın Elazığ da yaşayan 2 memur çocuğuyuz.Rutin olarak devam eden hayatımızda herşey 2012 yılının 6. ayında babamıza Rectum CA teşhisi konulduktan sonra tamamen değişti.Ne yapacağımızı bilmez bir halde sürüden ayrılmış başıboş koyunlar gibi olduk.Babamız hastalığının ne olduğunu bilmiyordu ve konulan teşhisle ona her baktıkça zamansız kaybedeceğimiz duygusu ile kahroluyorduk.Çevremizdekiler bizi büyük bir özel hastanenin ünlü bi doktoruna yönlendirdiler.
Yapılan 3 aylık radyo kemotrapiden sonra cerrahi operasyon aşamasına gelindiğinde hastane önümüze çok yüklü bir rakam getirdi.Her ne kadar babamız için herşeyimizi ortaya koyduysakda söylenen rakam gücümüzün çok çok üzerinde bi rakamdı ve çaresizce operasyonu yapamadan Elazığa geri döndük.
Herşeyde bir hayır vardır sözü gerçektende bizde tam anlamıyla vuku buldu çünkü durumu Elazığda bir doktor yakınımıza bahsettiğimde kendisi beni Prof.Dr. Oktar ASOĞLUNA yönlendireceğini tam anlamıyla işinin üstadı mesleğinde 1 numara olduğu gibi çok canayakın vicdanlı ve yardımsever bir hoca olduğundan bahsederek kendisinden haber beklememizi istedi.Kendisi durumumuzu hocamızla görüştükten sonra Oktar hocamızın bizi beklediğini,hocamızın ameliyatı son teknoloji olan robotik cerrahi ile yapacağını ve bunuda büyük bi özveri ile diğer hastanenin verdiği maliyetin yarısına mal olacağını söyledi.Hemen vakit kaybetmeden 23.09.2013 tarihinde hocamızın yanına geldik ve daha ilk yüzyüze geldiğimizde hem ben hem annem hocamıza o kadar yakınlık hissettik o kadar cana yakın ve güleryüzlü karşılandık ki gönül rahatlığı ile babamızı önce Allaha sonra Oktar hocama teslim edebileceğimize emin olduk.Hocamız babamı 24.09.2013 de hastaneye yatırdı ve 25.09.2013 tarihinde ameliyat etti.
Bu satırları şu an hastanede yazıyorum ameliyatımız son derece başarılı geçti babamız turp gibi ve hocamızın sayesinde tekrar yüzümüz gülüyor.3 ay sonraki tamamlayıcı ameliyattan sonra babamız hocamızın sayesinde hayatına eskisi gibi deva edebilecek.Allah sizi hastalarınızın ve sevenlerinizin başından eksik etmesin.Ömür boyu size minnettar kalacağız değerli hocam.
Minnet ve Saygılarımla
Ne yazık ki, 3 ay sonra ben batın bölgemde çeşitli sertlikler hissetmeye başladım. Ama ne ailemi ne de ameliyat olduğum doktorumu bende birşey olduğuna ikna edemedim. Bu durum böyle devam ederken 2011 yılının mayıs ayında yine aşırı bir şekilde ağrı ve ıstırapla doktoruma gittiğimde, yapılan tahliller sonucunda karın boşluğumda kocaman bir kitle olduğu saptandı. Beni tekrar onkoloji bölümüne yönlendirdi. Onkoloji doktorum kitlenin çok büyük olduğunu, bunun için öncelikle kemoterapi almam gerektiğini söyledi. Ama ben beni yıkan gerçeklede ne yazık ki o gün tanıştım. Çok büyük şoklar ve üzüntüler içerisinde kemoterapiye başladım. Ağrım ve ıztıraplarım azalmıştı ama kitlem çok büyük olduğu için istediğimiz oranda küçülmüyordu. 9 seans kemoterapiden sonra ameliyat için cerrahlarla görüşmem gerektiğini söylendi. Çok korkuyordum kocaman bir kitle, çok riskli bir ameliyat yaşama şansım çok azdı. İyi bir cerrah!.. Ama bu cerrah neredeydi? Sonunda bana Prof. Dr. Oktar Asoğlunun çok iyi bir cerrah olduğu işini çok iyi yaptığını söylendi. Böylelikle Oktar hocayla tanıştık. Oktar hoca bana ameliyatımın çok zor olduğunu, yaşama şansımın çok az olduğunu, eğer genç olmasaydım asla ameliyatı kaldıramayacağımı söylüyordu. Benimde başka bir şansım yoktu. Ameliyat olmaya karar verdim. 2 şubat 2012′de ameliyat oldum. 8,5 saat süren ameliyatımda sıcak kemoterapide verildi. 3 gün yoğun bakımda kaldım. 10 günde cerrahi servisinde kaldıktan sonra taburcu oldum. 1 ay sonra onkoloji doktorumla görüştüğümde bana çok başarılı bir ameliyat geçirmiş olduğumu ama buna rağmen 6 kür daha kemoterapi olmam gerektiğini söyledi. Şuan sonuncusunu oldum. Kendimi çok sağlıklı hissediyorum. Hayata ve yaşama yeniden dört elle sarılmaya başladım.
Bana tüm bunları sağlayan asla ve asla maddiyata önem vermeyen önce insan ve insan hayatı diyen ameliyat öncesi ve sonrasında bana moral ve desteğini esirgemeyen Sayın Oktar hocama bu vesileyle birkez daha şükranlarımı sunarım ki dilerim ki ülkemizde Oktar hoca gibi doktorlarımızın sayısı artar. Oktar hoca ailemin ve benim gerçek kahramanıdır. Binlerce teşekkürler. İyiki varsınız Oktar hocam.
3 Nisan’da ameliyat oldum. Harika geçti. Hastanede kaldığım 13 gün içinde sabahın erken saatinde, gün içinde hatta akşamın geç saatinde bile ziyaretlerini eksik etmedi. Odaya her gelişinde adeta pozitif enerji yayıyor, beni hep yüreklendiriyordu. Ben de O’nun ve sevdiklerimin emeklerini boşa çıkarmamak için elimden geleni yapmaya kararlıydım, hala da kararlıyım. Konusunda uzman olmak çok önemli, ama bunun yanına yüksek insani değerleri de koyabilmek çok daha önemli. Oktar Bey de böyle bir İNSAN. Hastanede kendisine yardımcı olan diğer personeli ve kendisiyle çalışmaktan son derece mutlu olduğu her halinden belli olan genç cerrah arkadaşını da yaptıklarıyla hepimizin yanında takdir ederek ön plana çıkaracak kadar mütevazı ve herkese hakkını veren bir İNSAN. 3 kız annesiyim. Kızlarımın hepsinin gözünde ve gönlünde apayrı bir taht kurdu Oktar Bey. Ben, eşim, kızlarım, tüm ailem ve sevdiklerim kendisine minnettarız. Bana çok büyük yaşam şansı ve ümidi veren saygıdeğer Prof. Dr. Oktar Asoğlu’na ne kadar teşekkür etsem azdır. Kendisine tüm kalbimle herşeyin en güzelini diliyorum. İyi ki yolum sizinle kesişti hocam! Saygılarımla….
"Nereye gideceğini bilmeyen yelkene hiçbir rüzgar yardım edemez…”
10.11.2010 yılında Rectum Ca teşhisi konulduktan sonra 1 yıllık çaresizliğimi ve üzüntümü anlatan özet cümle…Ta ki hocaların hocası Prof.Dr. Oktar Asoğlu Beyefendi ile tanışana dek…
SayısaL verilere dayanarak yaptığı ameliyatların başarı oranlarını ortaya koyan, vücut bütünlüğü ve konforu bozmadan %90 şans veren, bana “pozitif düşünelim ben elimden geleni yapacağım, sizde güzel düşünün bu işi birlikte başaralım” diyerek beni ameliyat olmaya ikna eden; bende “inanmak başarmanın yarısıdır” düsturu ile önce Yüce Yaradana sonra hocamıza inandım, güvendim ve başarılı bir ameliyat gerçekleşti.
Hz.Mevlana şöyle der;” Kan ve kemik tüm insanlarda bulunur, önemli olan yürek ve niyettir.” Tabiplerin bu dünyada Yüce Yaradanın şevkat ve merhamet eli olduğuna hep inanmışımdır.
Yaşadığımız şu materyalist dünyada para hırsından uzak, yaptığı kariyerin farkında olan, mütevazı davranan, hastalarının gözündeki sevinç ve mutluluk ışığı ile mutlu olan, yaptığı işin kompetanı, bu dünyada insan olarak tekamülünü tamamlamış, kocaman yürekli, harika insan…Bana yaşama sevinci ve mutluluğu verdiğiniz için size ömrüm boyunca minettar kalacağım.
Enerjik ve canlı bir hekim olarak sabahın 7′sinde hastalarını vizite eden,
Dürüst güvenilir ameliyat öncesi vadettiği şeyleri gerçekleştirerek, beni hayal kırıklığına uğratmayan,
Sade ve mütevazı,
İnsana ve işine saygı duyan… Anlaşılan hocamızı anlatmaya kelimeler kifayetsiz kalacak. Özetle;
“ Hakiki Tabip… Mütevazı İnsan… Ğerçek Kahraman vesselam…”
NOT: Ameliyattan sonra duygularımı sözel olarak ifade edememiştim. Başta Prof.Dr. Oktar Asoğlu hocam olmak üzere herkes duysun, okusun istedim. Saygılarımla,
22 yaşındayım İstanbul Ticaret Üniversitesinde İç Mimarlık 3. Sınıf öğrencisiyim. Hayatım 04.04.2011 yılında rektum kanseri olduğumu öğrendiğimde bambaşka bir yere doğru gitmeye başladı. 1 ay boyunca çapada kemoterapi ve radyoterapi gördüm. Tedaviye tümör çok iyi tepki vermişti ama ben korktum ve ameliyattan kaçtım. Yaklaşık 8 ay sürdü bu kaçış ve kontrollerde tümörün hala orda olduğu ortaya çıktı. Yani mecburdum ameliyata. Tümör rektumdan 3 cm mesafedeydi ve hayat boyu torba takmaya mecbur olabilirdim ki gittiğim bütün doktorlar bana bunu söyledi. Sonra Oktar Asoğlu var dediler. Gittim beni 15 dakikada ameliyata ikna etti ve ertesi gün ameliyat oldum ve hayatımın en güzel haberlerini aldım ondan sadece 4 ay torba takıcaktım. 1 ay bitti bile geriye sadece 3 ay kaldı. Ben Oktar Asoğlu’nu bir doktor değil bir baba gibi sevdim ve hayat boyu ona minnettar kalacağım. Herşey için çok teşekkürler. Bana yaşama umudu verdiniz.
2009 Aralık ayında sigmoid kolonumda tümör teşhis edildi. Ameliyat için cerrah arayışına girdik. Tıp camiasındaki tanıdıklarımızın tavsiyesi büyük çoğunlukla; o dönem İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi öğretim üyelerinden Oktar Asoğlu oldu. Oktar Bey’i önerirken genellikle söyledikleri şuydu: “Çapa’daki doktorların dahi, kendi hastalıklarının tedavisi için tercih ettikleri isim…”
Oktar Bey’le İstanbul Üniversitesi’nde görevli bir büyüğümüz vasıtasıyla tanıştık. Bana rahat olmamı ve ameliyattan sonra sağlığıma kavuşacağımı söyledi. Konuşma tarzı bir cerrahtan daha ziyade psikolog gibiydi. Hastalığım ve ameliyatımla ilgili anlattıkları içime su serpmişti…
25 Aralık’ta gerçekleşen ameliyatım sonrası 3 günde taburcu oldum. Şaşkındım… Kanser ameliyatı mı olmuştum yoksa apandis ameliyatı mı!..
“Kanser” adının bile ne denli ürkütücü olduğu bu dönemi kolaylıkla geçmemizi sağlayan Sayın Oktar Asoğlu’na sonsuz teşekkürlerimi sunarım.
27 Şubat 2012
Eşimin tetkikleri sırasında, kolonoskopinin sadece teşhis değil tümör oluşumunu önleyici olgusunu öğrendim. Hiçbir şikayetim olmamasına rağmen kolonoskopi yaptırdım ve rektum bölgemde tümöre rastlandı. Eşim kadar şanslı değildim maalesef… “Kanserde de şans olur mu?” demeyin, oluyor…
Mart 2011′de başlayan kemoterapi ve radyoterapi tedavilerinden sonra Oktar Bey ameliyat tarihimi açıkladı: 5 Ağustos… Ameliyat sonrasında ya her şey eskisi gibi olacak ya da makat bölgem iptal edilerek kalın barsak karnımdaki bir torbaya ömür boyu bağlı kalacaktı… Tümörün makat çıkışına mesafesi 3 cm. olmasına rağmen Oktar Bey çok başarılı bir operasyon gerçekleştirdi…
4 Şubat’taki tamamlayıcı ameliyattan sonra şimdi her şey eskisi gibi olma yolunda…
Bize verdiği güven duygusuyla önce eşimi sonra da beni sağlığımıza kavuşturan Sayın Oktar Asoğlu’na sonsuz şükranlarımı sunarım.
27 Şubat 2012
Göğsünde bir kitle şikayetiyle Medicana International Hastanesi'ne başvuran Esra İslam çektirdiği mamografinin temiz çıkmasının ardından hastaneden ayrılır. Ancak her akşam günlük tetkikleri tekrar inceleyen genel cerrahi ile radyoloji uzmanları bir terslik fark eder. Kesin teşhis ultrason ile konulabilecektir. Genel Cerrah Op. Dr. Sevim Kuşlu Çiçek bizzat arar, "Esra Hanım tekrar gelmelisiniz" der. Ancak Esra Hanım'ı ikna etmek kolay olmaz. Telefon görüşmeleri tekrarlanır. Esra İslam'a telefonda "kanser şüphesinden" de bahsedemeyen Op. Dr. Çiçek son olarak "dosyanıza ultrasonunuzu da koymamız lazım" diye konuşur. Tatil dönüşü görüşmek üzere Esra Hanım'ı ikna etmeyi başarır.
20 Ağustos 2008 günü çekilen ultrason ve meme MR'ında Esra İslam'ın eline gelen kitle temizdir ancak arkasına gizlenmiş iki küçük sinsi kanser hücresi tespit edilir. Bu arada yapılan ileri tetkiklerde akciğerde de kanser hücreleri görülür. Meme için yapılan telaş akciğerin de fark edilmesine yol açmıştır.
Esra İslam duyunca önce şoke olur... Ancak karşısındaki doktorlar öyle güven verici ve ikna edici konuşur ki, grip tedavisine başlar gibi tedavisi başlar...
Tümör Konseyi toplanır bir yol haritası tespit edilir. 6 aylık sıkı bir tedavide kanser hücreleri başlarını kaldırır kaldırmaz yok edildiği için bugün Esra İslam hayata güvenle, umutla, sevgiyle bakabiliyor.
Doktorlarının inadı yüzünden bugün hayatta ve sağlıklı olduğunu belirten Esra İslam, bu sürecin kendisi için yenilenme ve güçlenme anlamı taşıdığını söylüyor...
Sızlanmadan, şikayet etmeden hastalığıyla baş edebildiğini belirten Esra İslam ile hayatını kurtaran süreci konuştuk...
Tedavinizde erken teşhisin avantajını hissettiniz mi?
Radyoloji uzmanı Doğan Selçuk'a teşhisinin ne olduğunu sorduğumda bana çok doğal bir şekilde "kanser" dedi... Dedim, "ne güzel söylüyorsunuz". Onların kanseri gripmiş gibi anlatmaları, beni panikletmeden çok doğal bir şekilde karşılamamı sağlayıcı konuşmaları beni çok etkiledi. Başlangıçta tabii, "amanın yandık bittik, mahvolduk" diye düşünüyordum. Hatta, "doktor bey, ne kadar yaşayacağım" diye sordum. Cevap aynen şu oldu: Bize bu evrede hiçbir hastanın ölüm sebebi kanser olmaz...
Karşınızda bu kadar kendinize güvenen ekip varsa şayet içinizdeki korku azalıyor. Ölümü bu kadar yakın düşünmüyorsunuz. Ben bu yüzden hayatımı borçluyum bu doktorlara...
Tedavi sürecinde de bu yaklaşımı hissettiniz mi?
Akciğerimin bir parçası alındı. İnanılmaz acı çektim. Ama her gözümü açtığımda başucumda halimi hatırımı soran doktorları gördüm. Sadece bana özel de değil, herkese büyük bir ihtimam gösteriyorlardı. Bu beni çok etkiledi. Benim başımda Muzaffer Sarıyar da vardı, Nur hemşire de... Temizlik yapan ekip de, "canım günaydın bugün ne kadar tatlısın" diyerek odamı temizliyordu. Bir de şu çok önemli... Buraya adımımı attığımdan itibaren yani mamografi çekilmesinden psikiyatr görüşmesine, ultrasondan kemoterapiye ileri tetkiklerden radyoterapiye kadar hastalıkla ilgili her teşhis ve tedavi aşamasını aynı hastanede, Medicana International'da attım. Bu büyük bir konfor. Çünkü insan kanser hastasıysa oradan oraya savrulmak istemiyor.
Sadece tedavi süreci değil, çevrenin de desteği çok önemli siz bunu nasıl yaşadınız?
Ailem benim çok büyük bir desteğim... Onlarsız ne yaparım bilmiyorum. Erkek arkadaşım yanımdan hiç ayrılmadı. İncinmemem, tedavi sürecini en iyi şekilde atlatmam için elinden geleni yaptı. Yine dostlarımın yardımını aldım. İşyerinden büyük bir gördüm... İnsan bu mücadelede tek başına, ancak arkanızda büyük bir desteğe ihtiyacınız var. Hastanede Psikiyatr Hülya Bingöl ile görüştüğümde bana "Siz işinize, ailenize, sevdiklerinize karşı o kadar verici olmuşsunuz ki, vücudunuz ‘Esra ben de buradayım benimle de ilgilen' diye alarm vermiş" dedi... Başkasına yapmıyorsun, kendine hainlik yapma... Benim hayatım gerçekten böyle geçiyordu. O da yıkıldın, bittin diye yaklaşmadı.
Peki, bu tespitlerden sonra kendinize dönmeye, kendinizle ilgilenmeye başladınız mı?
Öncelik sıralamalarım değişti. Çok keskin çizgiler olmasa da... Örneğin beni iple bağlasanız raporlu da olsam durmam işimin başına giderdim. Ama şimdi gitmiyorum. Her gün bir çekmecemi düzelttim evde. Evimi sevdim. Annemi daha iyi tanıdım. Kuzenlerimle daha çok vakit geçirebildim. Birazcık yaşantımın bana ait yanlarına döndüm. Sevgilimin ne kadar komik bir adam olduğunu fark ettim. Karadenizli zaten, yanımda durması yeterli.
Bu süreç insanın kendisini sorgulayacağı bir süreç midir?
Ben eskiden ayağım taşa takılsa niye bu iş benim başıma geldi diye kendimi sorgulardım. Prof. Dr. Bülent Berkarda benim tedavimin çok önemli bir parçası oldu. Kemoterapi kolay atlatılan bir süreç değil... Bütün damarlar geriliyor. Saçlar, kaşlar dökülüyor, kilo alıyorsunuz, gittikçe kötüleşiyorsunuz. Bu hastalığı neden yaşandığımla ilgili bir hikayeyi paylaştığımda oturup benimle ağladı.
Bizimle de paylaşır mısınız?
Kartallar çok avlandıkları zaman yorulurlar. Ve 6 aylık nevalelerini -ki bakın aynı süre- toplayıp kayaların üst kısımlarına yerleşirler. Önce tüylerini yolarlar, tırnaklarını sökerler, kayalara kafalarını vura vura gagasını sökerler. Getirdiği nevaleyle beslenir. 6 ay sonra tüyleri, tırnakları, gagası yeniden çıkar... Kendisini yenilemiş olarak doğaya döner... Ben de bu hastalığımı buraya bağladım. Biraz kendimi yenilemem, biraz kendimi dinlemem gerekiyordu. Allah bana da bir mesaj verdi... "Sen de hastalanabiliyorsun, biraz dinlen"...
Karaciğerinde tümör tespit edilen Dr. İstemi Nebol hiç ilaç kullanmadan, meditasyon yoluyla hastalığı yendi.
Geçen yıl eylül ayında kanser olduğum anlaşıldı. Ameliyat oldum ama başarısız geçti. Bunu normal bir hastalık gibi gördüm, hiç ilaç kullanmadan meditasyon yöntemiyle kendi kendimi iyileştirdim
Ben İstemi Nebol, 19nn yılında İzmir’de doğdum. 39 yıllık hekimim. 1967 İstanbul Tıp Fakültesi mezunuyum. Çapa Ortopedi Kliniği’ndeki ihtisasımdan sonra 6 yıl Almanya’da doktorluk yapıp, Türkiye’ye döndüm. Serbest meslek hayatına atıldım. Uzun süre Fenerbahçe Kulübü’nün spor hekimliğini yaptım. Alman Hastanesi’nde ortopedi doktoru oldum. Kanser; özel olarak hekimliğimi sürdürürken, aniden ‘pat’ diye karşıma çıktı. Ameliyatım işe yaramadı, tedavi sırasında hiç ilaç kullanmadım ve kanseri yaşam enerjimi artırarak beyin gücümle yendim. Bu yöntemi tedavi metodu olarak kimsenin üzerinde uygulamadım ve uygulamayacağım. Ancak hastalığımı yenmek için; kendi kendime uyguladığım bu terapi yöntemini sizlerle paylaşmak istedim.
İstanbul ile Almanya’da yaptırdığım tetkikler ve tümörün ameliyatla çıkarılmayacak durumda olması nedeniyle, belki de başka şansım kalmadığı için beynimin gücüne inandım. Bu sayede yaşam enerjimi tekrar kazanarak bu yöntemi uyguladım.
İlk tepkiniz ne oldu?
Ne hissettiniz?
Tıp dünyasının teorilerinize bakış açısı ne oldu?
Neden ameliyat olmak için yurtdışını tercih ettiniz?
Hiç ümidinizi kaybettiniz mi?
Meme kanseri ile ilgili herkesin ders alması gereken küçük bir hikaye / kıssadan hisse
Orta yaşlı ve düzgün giyimli bir adam sessizce kafeye girerek köşedeki masaya oturur. Garsona sipariş vermek için
beklerken yan masadaki gençlerin kendisine bakarak gülüştüklerini fark eder. Belli ki yakasına taktığı küçük pembe kurdele şeklindeki Rozetine
gülmektedirler. Bu alaylı bakışları görmezden gelen adam, yan masadakilerin bu ısrarlı sırıtmalarına dayanamayarak elini lacivert ceketinin yakasındaki rozete götürerek, ‘Bu mu?’ diye bakışanlara sorar. Yan masadakiler yüksek sesle gülerek, ‘Küçük güzel Pembe kurdeleniz lacivert ceketinize pek de yakışmış!’ diyerek sırıtmaya devam ederler. Orta yaşlı adam bu sözü söyleyen delikanlıya dönerek, ‘Lütfen masama buyurun bunu tartışalım’ der. Biraz önce tüm sevimsizliğiyle sırıtan delikanlı sebebini anlamadığı bir utanma ve sıkınt ı hissine kapılsa da gelip masaya oturur. Adam anlaşılır ve yumuşak bir sesle, ‘Bu Rozet tüm dünyada, içinde olduğumuz ayda, kadınların arasında meme kanseri bilincini yaygınlaştırmayı ifade ediyor. Ben bu rozeti annemin adına takıyorum’ der. Bu açıklama karşısında başkalaşan delikanlı, ‘Çok üzüldüm, anneniz meme kanserinden mi öldü’ diye sorar. ‘Hayır’ diye cevap verir orta yaşlı adam ve devam eder: ‘Annem sağ. Küçük bir çocukken kendimi yalnız hissettiğim korkulu anlarımda her zaman başımı saklayabileceğim ve huzur bulacağım yumuşak bir yuvadır annemin memeleri. Annemin sağlığı için dua ediyorum. ‘Hımmm’ diye kekeler delikanlı. ‘Bu rozeti karım için takıyorum’ diye devam eder orta yaşlı adam. ‘Karınız da herhalde iyi’ diye sorar delikanlı. ‘Evet, evet’ der adam ‘Karım benim için aşk ve sevgi kaynağı olmuştur her zaman. 23 yıl önce sevgili kızımızı beslemiştir memesiyle. Karımın sağlığı için Allah’a şükrediyorum.’ ‘Sanır ım kızınızın sağlığı için de takıyorsunuz? ‘Hayır…. Kızımı bir ay önce meme kanseri nedeniyle kaybettik. Yaşının çok genç olduğunu düşünerek ihmal etmiş memesinde fark ettiği kitleyi. Bu nedenle geç kaldık.’ Genç delikanlı, yüzündeki utangaç ve üzüntülü bir ifadeyle, ‘Çok üzgünüm bayım. Özür dilerim’ der… Orta yaşlı adam ‘Kızımın anısına öğünerek takıyorum Bu küçük pembe kurdeleyi. Bu sayede çevremdekileri de aydınlatabiliyorum. Şimdi evine git, karınla, kızınla, annenle konuş’ deyip cebinden çıkardığı küçük pembe kurdele rozetini uzatırken, delikanlı öne eğilir ve takmama yardım edebilir misiniz?’ diye mahçup mahçup sorar. Bu öyküyü Türkiye Meme Vakfı’ndan Dr. Can Gürbüz gönderdi..
Öykünün altına bir de not düşmüş:
‘Bir mumun, diğer mumu yakarak aydınlatmasıyla kaybedeceği hiçbir şey yoktur..’ Lütfen bu hikâyeyi yayarak diğer mumları da aydınlatın…
Tüm aydınlıklar kadınların olsun…’
Meme kanserini yenen bu güzel kadın özelini bizlere açtı! Duyguları öyle yoğun, öyle samimi ki... Röportaj sırasında gözlerimdeki yaşlara engel olamadım...
Hayatta her şey bizler için... Başıma gelmez demeden, yaşama sımsıkı sarılarak ilerlemeli! Ve unutmamalı! ERKEN TEŞHİS HAYAT KURTARIR!
Teşekkürler Ayşen Baturman! Teşekkürler güzel yürekli kadın!
Ayşen Hanım, meme kanseriyle ilk ne zaman tanıştınız? Hikayenizi sizden dinleyelim…
Ben hiç bir zaman memelerimi kontrol etmezdim çünkü hayatta düşündüğüm en son şeydi meme kanserine yakalanmak... 26 haziran 2004 bir yaz gecesi eşim bir kitle fark etti.
Elledim ve ben de hissettim oradaki kitleyi.Sabah hemen aile doktorumuza gittim, muayene etti beni,ve hemen mamografi çekildi ardından da ultrason. Tabii ben hala kötü bir şey olduğunu düşünmüyorum kist falandır diyorum.. Ultrasona girdim ve orada fark ettim işlerin yolunda gitmediğini! Ultrasonu çeken doktor bir cerraha görünmem gerektiğini söyledi... Sonrası malum... Biyopsi ve biyopsinin sonucu kitlenin kötü huylu olduğu tespit edildi. Yani KANSER’dim...
Sonra?
İstanbul Tıp Fak. Prof. Dr. Adnan Aydıner Hocam’da aldım soluğu. Gözlerimden yaşlar akarak sorduğum ilk soru “geç kaldım mı? Yaşamak istiyorum!” oldu. O da sırtımı sıvazlayarak geç kalmadığımı hatta mememi bile koruyabileceğini söyledi.
Sonra göğüs koruma ameliyatı oldum. Ameliyatımı da çok sevgili hocam Prof. Dr. Abdullah İğci yaptı...Neyse ki doktorlarımdan yana çok şanslıydım...
Göğsünüz alınmamış mıydı?
Göğsüm korunmuş, sadece kitle ve koltuk altı lenflerim alınmıştı. Bu çok büyük bir mutluluktu! Önce yaşamayı istiyor insan ama içten içe memesini de düşünüyor tabii... Çünkü kadınsınız!
Ve atlattım derken tekrar mı kitle görüldü?
Evet! 5 yıl her şey çok iyi gitti, 5 yıl sonunda yapılan tetkiklerde aynı memede tekrar olumsuz bir şey görüldü ve 2. serüvenim başladı..
Nasıl yani? Aynı işlemlerden tekrar mı geçtiniz?
Biyopsi...Heyecanlı bir bekleyiş... Ve çok ufak ama kötü huylu bir kitlenin daha bulunması... Yine KANSER...
Göğsünüz, siz, aileniz, duygularınız?
Bu kez göğsümün tamamen alınması gerekiyordu. Bu ikinci serüven ben ve ailem için çok daha büyük bir yıkımdı..
Sevgili Abdullah Hocam göğüs derimi koruyarak içini temizleyeceğini ve protez koyacağını, memelerimin eskisinden daha güzel olacağını söyledi. Bu benim için büyük bir moraldi çünkü hem risk faktörlerinden kurtulmuş olacaktım hem de daha güzel memelere kavuşacaktım. Görüntü açısından farklılık olmaması için diğer mememin de içi boşaltılıp protez konuldu. Ameliyat tam 7 saat sürdü!
Sonra?
4 kür kemoterapi daha aldım, yine saçlar gitti ama bu tedavi daha kısa sürdü ve en önemlisi moralim yerindeydi.
Peki hastalığı ilk öğrendiğiniz güne geri dönelim... Tepkiniz ne oldu? İnsan sanki yerin ayakları altından kaydığını mı hissediyor?
Yerin ayaklarımın altından kayması ne kelime dünyam başıma yıkılmıştı! Hemen çocuklarımı düşündüm, öldüğümü ve çocuklarımın bensiz kaldığı canlandı zihnimde... Onlar bensiz ne yapacaktı? Kızım 14, oğlum 18 yaşındaydı ve bana ihtiyaçları vardı.. Onlar evlenirken ben yanlarında olamayacak mıydım? Eşim bensiz ne yapardı? Annem bensiz yaşayamazdı!
Korku dolu düşünceler beynimde geziniyordu...
‘Neden ben’ diye düşündünüz mü hiç?
Eşim bile sordu ‘neden sen’ diye ama ben hiç ‘neden ben’ demedim! Çünkü ben de herkes gibi bir insandım. Herkesin bir sınavı vardı, herkesin başına gelebilirdi.Benim Allah katındaki sınavım da buydu. Ben bu dünyada herkesin bir sınavdan geçeceğine inanıyorum, önemli olan bu sınavı isyan etmeden verebilmek...
Tedavi süreci nasıldı? Neler yaşadınız? Kaç sene sürdü?
Hastalığın en zor süreci tedaviydi.1 yıla yakın sürdü. Kemoterapi, ameliyat tekrar kemoterapi ve radyoterapi... Hem bedenen hem ruhen çok yıpratıcı bir dönemdi.
Kemoterapi nasıl bir şey? Yoruyor muydu sizi?
Kemoterapi çok ama çok yıpratıcı bir tedavi. Sağlıklı gidip hasta dönüyorsunuz.
Ameliyat öncesi 3 haftada bir 4 kür sonra yine 3 haftada bir 4 kür olarak aldım.
Kemoterapiden geldikten sonra yatağa yapışıyordum resmen!Bulantı, kusma, halsizlik, iştahsızlık, ağzımda tat alma duygusu diye bir şey kalmıyordu. Bir hafta kolumu kaldıramayacak kadar hasta oluyordum. Bir haftanın sonunda kendimi sağlıklı hissetmeye başladığım an hemen kalkıp Allah’ıma şükrediyor ve günlük hayatıma geri dönüyordum. Sanki hiç hasta değilmişim gibi peruğumu takıp, kaşlarımı boyayıp, makyajımı yapıp geziyor kendimi mutlu edecek şeyler yapıyordum. 2 hafta böyle geçiyor 3. haftanın sonunda tekrar tedaviye gidiyordum... İşte böyle zor bir döngü!
Fiziksel değişim, saç dökülmesi... Bunlar da insanı etkiliyordur değil mi?
Hem de çok! İnsanı ruhen en çok yıpratan bu. Çünkü kadınsınız ve saç dış görünüşünüzün %90’ı gibi bir şey... Bir de benim gibi dış görünüşünüze çok önem veriyorsanız daha zor... Doktoruma “yaşayacak mıyım?” dedikten sonraki sorum “saçım dökülecek mi?” olmuştu. O da tedaviden 15 gün sonra saçımın dökülmeye başlayacağını söyledi. Tam anlamıyla bir yıkım yaşadım... Tedavime başlamadan önce hemen bir peruk merkezine gidip saçımdan örnek aldırarak aynı renk aynı model peruk yaptırdım. Peruğum o kadar doğaldı ki herkes kendi saçım zannediyordu.
Saçlarınız dökülmeye başladığında ne hissettiniz?
Her gün saçlarımı çekip kontrol ediyordum, 15 gün sonunda ellerimde tutam tutam saçların kaldığını gördüm...
Eşimi çağırdım birlikte banyoya gittik, eşim gözlerinden sel gibi akan yaşlarla tıraş makinesiyle saçlarımı kazımaya başladı. O an kelimelerle anlatılamaz! Konuşacak hiçbir şey yoktu, ikimiz de hıçkıra hıçkıra ağlıyorduk.
İnsan bu hastalık sırasında çevresinin nasıl davranmasını istiyor? Bilinmesi rahatsızlık veriyor mu?
İnsanlar maalesef bu hastalığın sonucunu mutlak ölüm gibi görüyor. Bu durum hastayı üzüyor...
Ama Hastalığımın bilinmesi bana hiçbir zaman rahatsızlık vermedi aksine bunu herkesle paylaştım, sonuçta bu onların da başına gelebilirdi. Konuşmak beni rahatlatıyordu..
Sizi bu savaşta güçlü kılan ne oldu?
Allah’a olan inancım beni çok güçlü kıldı. Ve tabii ki eşim, çocuklarım, annem ve tüm sevdiklerim bana çok destek olup moral verdiler, güç kattılar...
Evet! Çook! Hep iyileşeceğime inandım, inancımı asla kaybetmedim! Bu hastalıkla mücadele edenleri her zaman büyük savaşçılar olarak gördüm ben çünkü kendi bedeninde, sana ihanet eden hücrelerinle savaşıyorsun. Kendi hücrelerine karşı yaptığın bu büyük savaşın galibi olduğun için hayatın boyunca kendinle gurur duyuyorsun!
Onun desteği en önemlisiydi çünkü bir kadın olarak bu hastalıkta ikili ilişkilerinize yönelik farklı düşünceler içine giriyorsunuz. Eşimin bana her zaman, ne durumda olursam olayım sevgi ve hayranlıkla bakışı hiçbir zaman değişmedi.
Bu yaz Allah’ın izniyle 10. yılımı dolduruyorum. İkinci tedavinin sonucu çok güzel oldu! :) Rutin kontrollerim, test sonuçlarım kısacası her şeyim çok iyi Allah’a şükürler olsun.
Onkolog Sualp Tansan, Ayşe Arman’a verdiği bir röportajda ‘tedavinin başarılı olabilmesi için ölümle kavga etmekten vazgeçmek gerekiyor’ diyor. Siz ne düşünüyorsunuz?
Bence tam tersi! Yaşamak için ölümle kavga etmek zorundasın çünkü bu hastalıkla mücadele etmek ve savaşmak gerekiyor...Tabii ki ölüm Allah’tan ve elbette gelecek ama bence yaşadığımız sürece bu kavgamız devam etmeli.
Son olarak meme kanseri ile ilgili hemcinslerinize ne tavsiye edersiniz? Nasıl önlemler almalılar?
Ve en önemlisi önce kendilerini sevip değer vermeliler.
Ben bu konuda konuşmak isteyen, çaresizlik hisseden herkese yardımcı olmaktan mutluluk duyarım!
Aşağıdaki yazı 12 yıldır beyin tümörü ile mücadele Mike’ın annesi tarafından bizlerle paylaşılmıştır.
Umut arayan pek çoğunuzla, oğlum Michael ile ilgili geçen yıl paylaştığım bazı bilgileri tekrarlamak istedim.
Oğlum, doktorunun onayıyla bir yıldır MR çekilmeyi bekliyor, çünkü doktorlarına göre oğlumda 1.5 yıldır kanserden iz yok.Hikayemiz şöyle:19 Kasım 2002‘de oğlum Michael’ın frontal lobunda tenis topu büyüklüğünde bir tümör tespit edildi. Mike Şubat 2003’de altı gün arayla iki ameliyat oldu, ameliyatı Duke Üniversitesinden Dr. Allan Friedman yaptı. MR’a göre ilk ameliyatta tümörün %30’u alınamamıştı bunun üzerine 6 gün sonra ikinci bir ameliyat yapıldı. İki ameliyat arasında Mikedüşük sodyum seviyesi, sürekli nöbetler ve ödem yüzünden çok kötüydü, İkinci ameliyat sırasında bir felç geçirdiği endişesi vardı, fakat kendini topladı.Yapılan patoloji Anaplastik Astrositom Grade III olarak geldi. Bize kemoterapi ve radyoterapi önerildi. O zamanlar New York’da yaşıyorduk. Syracuse Üniversitesi Hastanesine başvurduk ve onlara uygulanacak tedavinin onu iyileştirip iyileştirmeyeceğini sorduk. Aldığımız cevap “Hayır” oldu. Böylelikle önerilen tedavileri almadan yolculuğumuza devam etmeye kararı aldık.
Mike temel olarak düşük karbonhidrat ve besleyici bir yemek düzenine geçti, pek çok gıda takviyesi alıyordu. Çiğ salata yiyordu. Günde en az 3 kez hindi, balık, tavuk, et ve yanında sızma zeytinyağı, elma sirkesi ile brokoli, kuşkonmaz, lahana, domates ve kereviz yiyordu, Kuşkonmazın anti-kanser özelliği olduğu söyleniyordu.
Düşük karbonhidratlı yeme tarzı ve ketojenik diyetin tümör büyümesini durdurduğu görülmüştü.
Daha önce GBM’i yenmiş Tom adlı bir hastadan esinlenerek, her gün Dr.Budwig‘in önerdiği gibi keten tohumu yağı ve süzme peynir yiyordu. Patrick Quinlin’in “Kanseri Beslenme ile Yenmek” adlı kitabı bize başlarken çok yardımcı oldu.
Sorunsuz 5 yıl ve nüks
Birkaç yıl sonra Mike artık eskisi gibi disiplinli olarak diyet yapmayı ve takviye almayı bırakmıştı. 2008 yılının Eylül ayında nüks tespit edildi. Ocak 2009’da yine Dr.Friedman tarafından ameliyat edildi.
Hastaneden ayrılırken, doktorumuzun yardımcısı “Bugüne kadar her ne yapıyor idiysen onu yapmaya devam edin, çünkü sizin ki kadar uzun bir sağkalım çok sık karşımıza çıkmıyor” dedi.
Tümörün tamamı alınamıyor
Tümörü 2003 yılındaki gibi tamamen alınamamıştı çünkü çok yaygındı. Fakat bu sefer tümörün derecesi 2 idi. Bu arada kendisi de beyin tümörü nüksü yaşamış ve bunu beslenme ve yaşam tarzı değişikliği ile yenmiş Dr. David Servan-Screiber’ın “Antikanser, Yeni Yaşam Tarzı” adlı kitabına rastladım.
2011 diyeti bıraktı, artık sol tarafını kullanamıyor
Aralık 2011’de Virgina’ya taşındık. Mike diyeti tamamen bıraktı. Ocak ayında sol tarafında güçsüzlük başladı. Duke ve Virgina Üniversitesi, tüm beyin radyoterapisi ve kemoterapi önerdi. Sol tarafını hiç kullanamaz hale geldi. Düşük karbonhidratlı diyete ve daha da artırdığımız gıda takviyelerine yeniden başladık. 2012 yılının Aralık ayında Temodal’e başladı ve 3 ay boyunca devam etti. İlaçtan gördüğü yan etkiler üzerine ilacı kestik. Mart 2013’te MR kötüydü.
Mart 2013 – “Tümör çok yayılmış, oğlunuzu kısa sürede kaybedebilirsiniz”
MR’ları gören her iki nöroonkolog da birbirinden bağımsız olarak bu kadar yaygın bir tümörle oğlumu kısa sürede kaybedebileceğimizi söylediler. Kuzey Karolina Üniversitesi aşı için yapılan klinik deneylere uygun bulunmadığımızı belirtti. Her ikisi de kemoterapi ve radyoterapi önerdiler. Duke oğlum için Altuzan‘ı önerdi, ancak Kuzey Karolina Üniversitesi bunu önermedi.
Haziran 2013 – Mucize iyileşme
Haziran ayında Mike’ın MR’ı birden ciddi bir iyileşme gösterdi ve 9 Eylül 2013’teki MR’ı daha da iyi çıktı.
Oğlumun doktoru Dr. Fintel, çok şaşırmıştı, bu inanılmaz değişikliği gerçekleştirmek için ne yaptığımızı sordu.
Mike, pek çok gıda takviyesi alıyordu ve genelde düşük karbonhidratlı besleniyordu. Buna ilave olarak 2012 yılında Curamed(750mg) ve Bos-Med isimli iki yeni gıda takviyesine başlamıştı. Birkaç ay süre içinde düzenli artışlarla dozu günde 3 kez 2 kapsüle kadar çıkarmıştı. Ürünler Terry Naturally ve Europharma Inc’e aitti ve klinik deneylerde incelenmiş güçlü bir zerdeçal takviyesi idi.
Güçsüzlük kayboldu, bir sonraki MR 1 yıl sonra!
Mike’ın sol tarafındaki güçsüzlük tamamen geçti. Nöronkoloğu bize MR’ının giderek iyiye gittiğini ve fiziksel yeteneklerinin giderek arttığını doğruladı. Mike artık çok sıkı bir düşük karbonhidratlı diyet uygulamıyor fakat kesinlikle şeker almıyor.
Beyin iltihaplanması üzerine çok araştırma yaptım ve zerdeçalın çok güçlü bir ödem önleyici olduğunu buldum. Bana göre zerdeçalı tatbik etmenin en iyi yolu Terry Natural ürünleri. Mike bu takviyelere başlamadan önce kötüye gidiyordu.
Beyin tümörü ile karşılaşıldığında ne yapılması gerektiği hakkındaki karar aile için üstesinden gelinmesi zor bir durum, biliyorum. Bizler oğlumun iyileşmesi için tanrıya minnetarız. Burada bazı detayları atlamış olabilirim.
Linda (Mike’ın Annesi)
NOT: Yukarıdaki mektubu gönderen kişi işbirliği yaptığımız ABD’de bulunan Al Musella Vakfı beyin tümörü destek grubundan bir hasta yakını. 12 yıldır beyin tümörü hastası ve onların durumlarında başka tedavi seçeneği sunulamadığı için sadece beslenme ve çeşitli takviyelerle mücadele etmişler ve başarmışlar. Yukarıdaki mektubu yayınlarken ürünlerin markalarını yazıdan çıkarmadık çünkü hasta yakını benzer ürünleri daha önce kullandığını fakat yazıda bahsi geçen markaya ait ürünleri kullanmaya başladığında ciddi bir fark gördüğünü belirtmiş.
Diyetin beyin tümörü tedavi alternatifleri arasında olabileceği gerçeği giderek tıp dünyasında da kabul görüyor. Bunun bir örneği de İtalyaSanta Maria Nuova Üniversitesi Hastanesinden radyoloji uzmanı Prof. Dr. Giulio Zuccoli ve dört uzman meslekdaşının Nutrition&Metabolism adlı tıp dergisinde bildirdikleri mucizevi bir iyileşme vakası. Prof. Dr. Giulio Zuccoli şu an nöroloji konusunda dünyaca ünlü Pittsburg Üniversitesi Nöroradyoloji Bölümü başhekimliği görevini yürütüyor.
Mucize iyileşme
65 yaşındaki kadın hasta 2008 yılı Aralık ayında şiddetli başağrısı ve bulantı şikayeti ile Santa Maria Nuova hastanesine başvurur. Hastanın şikayeti yaklaşık bir ay önce başlamıştır. Nöroloji uzmanı yağtığı ilk muayenede hastanın bu şikayetlerinin yanısıra yüzünün de sol kısmında hafif bir felç olduğunu farkeder. Bunun üzerine hastaya MR çekilmesini önerir. Çekilen MR da hastanın beyninin sağ ön lobundan ortaya doğru yerleşmiş en büyüğününçapı 5cm kadar ve olan birden fazla odağı olan büyük bir tümör olduğu görülür.
Önce: 65 yaşındaki hastaya ait beyin tümörlerinin farklı açıdan görünümleri. Tümörler etrafında ödem var.
Tümör çok büyük olduğundan hastanın beyninde kayma ve sıkışmaya sebep olmakta ve damarlardan beyne kan gitmesini engellemektedir. Tümörün etrafında doku ölümleri ve ödem birikmesi de MR da açıkca görülmüştür. Bu sebeplerden dolayı hastaya acil olarak müdahele edilmesi gerekmektedir. Hastanın sikayetlerinin yalnızca 1 ay önce başlamış olduğunu göz önüne alan doktorlar bu tümörün oldukça agresif ve hızlı büyüyen bir tümör olduğunu düşünürler. Müdahele edilmez ise hasta da kısa süre içinde hayati tehlike oluşacaktır.
Ancak tümörün yapısı ve yerleşimi itibari ile tümörün ancak bir bölümü alınabilecektir. Hastanın ilk teşhisinden 10 gün sonra hasta ameliyat edilir. Tümörün bir kısmı alınır ancak geride diğer tümör odakları ve beynin dokularının arasına karışmış ve cerrahi olarak ulaşılması çok riskli olan bir kısmı kalmıştır. Tümörden alınan parçalar incelendiğinde bunun GBM IV türü bir tümör olduğu görülür.
Tümörün çok agresif olduğundan ve de geriye büyük bir parça kaldığından tekrar hastayı tehdit edecek büyüklüğe ulaşması çok fazla zaman almayacaktır.
Doktorlar radyoterapi ve Temodal uygulasalar dahi eldeki veriler hastanın ortalama ömrünün 6 ay olacağını göstermektedir.
Durumunun pek parlak olmadığını öğrenen hasta tedaviye katkısı olacağı düşüncesi ile ameliyattan sonra bir hafta boyunca sadece su içerek bir diyete başlar. Hastanın kararını saygı ile karşılayan doktorlar, ona Değiştirilmiş Ketojenik Diyetuygulamasını önerirler ve hastanın diyet yaptığı süre içinde hastaya vitamin ve mineral takviyesi yaparlar.
Ameliyattan 20 gün sonra 2009 yılı 8 Ocak tarihinde hastaya standard radyoterapi ve eş zamanlı Temodal uygulanır. Şubat ayı itibari ile hastaya uygulanan tüm tedavilere son verilir. Hasta ödem önleyici kullanmayı da bırakır.
Tümörden iz yok
Hasta radyoterapi sırasında ve sonrasında Değiştirilmiş Ketojenik Diyet uygulamaya devam eder. Hastalık teşhis edilgiği zaman 58 kg olan 65 yaşındaki hasta normalde günlük 1800 kcal almaktadır. Ancak Ketojenik Diyet sırasında bu kalori alımını günlük 600 kcale düşürmüştür.
Hasta, teşhisten 6 ay sonra MR ve kontrol için hastaneye geldiğinde 50kg a düşmüştür. 6 ay ömür biçilen ve tümörün büyük bir kısmı beyninde kalan hastanın 6 ay sonraki MR ında tümör aktivitesine ait hiçbir ize rastlanmamıştır. Dahası hasta ödem önleyici kullanmadığı halde dahi tümör etrafındaki ödem kaybolmuştur.
Sonra: Diyet uygulamasından sonraki MR. Tümörden eser yok.
Doktorlar hastanın bu süre içindeki diyetini yakından takip etmiş ve sürekli kan testleri ile hastanın genel durumu kontrol edilmiştir. Bu yapılan testlerde hastada herhangi bir fizyolojik probleme rastlanmamıştır. Hasta ayrıca vücudunun ketojenik durumda olduğundan emin olmak için günlük olarak kanındaki ketonları kontrol etmiştir. Bu test hastalar tarafından bir parça idrarın eczaneden alınan test kağıdının üzerine dökülmesi ile kolayca yapılmaktadır ve vücudun ketojen durumda olup olmadığını göstermektedir. Ketojenik diyet kalori alımını sınırlandırarak vücudun sürekli ketojen durumda kalmasını sağlamayı amaçlamaktadır. Keton testi şeker hastaları için geliştirilmiştir.
Mucize Diyet
Doktorların yakın olarak incelediği diyet şu formülden oluşmaktadır:
• Protein 32 gram
• Yağ 42 gram
• Karbonhidrat 10 gram
• Bunun yanısıra günlük vitamin ve mineral takviyesi.
Yukarıdakiler günlük toplam miktardır, oranlar ve miktarlar önemlidir. Hasta diyet uyguladığı 6 ay boyunca yukarıdakiler dışında herhangi başka bir besin almamıştır. Yukarıdakiler toplam günlük 600 kcal vermektedir. Hasta düşük miktarda yiyecek aldığı için aldığı protein ve yağlar yüksek kaliteli olarak seçilmiştir. Yağlar Omega-3 yağlarından, protein ise toz şeklinde alınmıştır. Karbonhidrat ketojen durumu bozduğundan yukarıdaki sınırın üstüne çıkılmamıştır.
Diyet hem etkili hem de hastalar iyi tolere ediyor
Prof. Giulio Zuccoli şu an dünyaca ünlü Pittsburg Üniversitesi Nöroradyoloji Bölümü Başhekimi
Hastayı tedavi sırasında takip eden Dr. Zuccoli ve arkadaşlarına göre bu sadece Ketojenik Diyetinhastalar tarafından gayet iyi tolere edildiğini göstermeyip aynı zamanda umutsuz görülen beyin tümörü vakalarında dahi iyi sonuç verebilen bir tedavi yöntemi olabileceğini belirtmişlerdir.
Dr. Zuccoli ellerinde kesin delil bulunmamakla birlikte bu mucizevi iyileşmenin ketojenik diyetin tümörün enerji metabolizmasına olan etkisi yüzünden olabileceğini söylemekte.
Kaynak:
Zuccoli G, Marcello N, Pisanello A, Servadei F, Vaccaro S, Mukherjee P, Seyfried TN. Metabolic management of glioblastoma multiforme using standard therapy together with a restricted ketogenic diet: Case Report. Nutr Metab (London) 2010;7:33
Çaresiz kalan Taylor savaşı bırakmamaya karar verdi. Öncelikle beslenme şeklini değiştirdi. Kırmızı eti hayatından çıkardı. Organik besinlerle beslenmeye başladı. Tedaviye katkısı olabileceğini düşündüğü bazı destek ürünleri kullanmaya başladı.
2 ay sonra çekilen tomografi kanserin gerilediğini gösteriyordu.
Taylor öncelikle sağlığını kendisini ameliyat eden cerrah Dr. Anil Reddy’e borçlu olduğunu söylüyor. Eğer Dr. Reddy ve ekibi olmasaydı bugün burada olmazdım diyor.
Kalan süre içinde yaptıklarını ise şöyle özetliyor:
İlk işim beslenme şeklimi değiştirmek oldu. Kırmızı et ve işlenmiş et ürünlerini yemeyi durdurdum. Tüm süt ürünlerini ve rafine şeker içeren yiyecekleri yemeyi kestim. Organik sebze almaya başladım ve günde 10 değişik porsiyon yemeyi hedefledim. Sebzeleri çiğ tükettim, çünkü pişince bazı enzimler kayboluyor. Günde 2 kez hızlı yürümeye başladım. Hedefim vücuduma giren oksijen miktarını artırmaktı. Eve bir yürüme bandı aldım, hava kötü olduğunda onu kullandım.
Günde iki kez sabah ve akşam 200mg Selenyum almaya başladım. Bağışıklık sisteminin doğru çalışması için Selenyuma ihtiyaç var.
Hergün şeker içermeyen ve düşük asitli C vitamini tableti aldım. C vitamini ben de ishale yol açtı. Bu yüzden günde üç defa sabah öğle akşam olmak üzere toplam 1g Loperamid aldım.
Onkoloji doktorum günde 75mg aspirin almamı önerdi, kanser ve kalp krizi tehlikesine karşı korunmak içindi.
Zerdeçal ekstresi kullanmaya başladım. Curcumin X4000 adlı bir markayı kullandım, çünkü bu marka diğerlerine göre daha kolay emiliyordu.
Listemdeki son şey kayısı çekirdeği idi. İnternette okuduğum yazılara göre Pakistan’daki Hunzakut kabilesi mensupları günde 40 kayısı tüketiyorlarmış ve hiç kansere yakalanmıyorlarmış. Öğrendiğime göre kanser hücreleri beta glukosid adlı bir enzim salgılıyordu. Bu da amigdalin’in içerdiği siyanürü aktif hale getiriyor ve hücreyi öldürüyordu.
Günde 8 çekirdek yiyerek başladım. Düzenli artışlarla sayıyı günde 54’e kadar çıkardım. Sabah öğlen akşam her öğün 18 adet çekirdek yiyordum.
Zerdeçal ve kayısı çekirdeğinden dolayı bir yan etki ile karşılaşmadım. Aksine kendimi çok iyi hissediyordum ve daha tomografi sonuçlarını almadan önce bile bunların beni iyileştirdiğine inanıyordum.
İki ay içinde bu yaptığım doğal kür beni kanserden kurtardı. Onkoloji doktoru elimi sıktı ve bundan sonra sadece takip için kontrole gelmemi söyledi.
Bütün bunlar bana haftada 100TL’den fazla bir paraya mal olmadı.
Hala çiğ sebze ve meyve yemeye devam ediyorum. Günlük yürüyüşlerime devam ediyorum, klorlu su içmiyorum. Eskiden 70kilo idim şimdi 61 kiloyum.
Elde ettiğim başarıyı başkalarıyla paylaşmak için İngiliz Kanser Araştırma Vakfı ile iletişime geçtim. 5 gün içinde cevap vereceklerini söyleyen bir email gönderdiler ancak tekrar birşey duymadım.
Allan Taylor uyguladığı kürü şöyle özetliyor:
- 7,4 pH içeren şişe suyu (musluk suyu içiyordum)
- Günde 10 porsiyon çiğ sebze ve meyve (pişmiş sebze yemiyorum)
- Arpa çimi tozu (destek ürünü)
- Selenyum
- C Vitamini
- Curcumin X4000 zerdeçal ekstresi
- Acı kayısı çekirdeği (günde 18 ile başlayıp 54’e çıkardım)
KAYNAK:
http://www.mirror.co.uk/news/uk-news/man-cures-himself-of-cancer-using-1325900
http://www.chrisbeatcancer.com/grandfather-78-beats-incurable-colon-cancer-by-changing-diet/
Beyin tümörünü yendim.”
Yalçın Bey sayısı her geçen gün artan beyin tümörü savaşı galiplerinden biri. İlknur Hanımın da hayatının yarısından fazlasını ve üç küçük canı paylaştığı eşi. İlknur Hanım bu savaşta Yalçın Bey’in en büyük yardımcısı, adeta onun ordularının başkomutanı. İlknur Hanım BT’nin isteğini kırmayarak eşi ve kendisinin hikayesini tüm diğer hastalarla ve yakınlarıyla paylaştı.
İlknur Hanım ve Yalçın Bey böylelikle ülkemizde hasta yakınları arasında var olan bir tabuyu da yıkan ilk kişiler oldular. Maalesef yabancı ülkelerdekinin aksine ülkemizde beyin tümörünü yenmiş kişiler ortaya çıkıp hikayelerini paylaşmaktan çekiniyorlar. Bunun birinci sebebi belki biraz komik ama kendilerine nazar değeceğinden korkmaları…
Bir diğeri ise o günleri tekrar hatırlamamak istememeleri, ta ki seneler sonra bir nüks olup da karşımıza çıkana kadar. İşte maalesef bu yüzden sitemizin “Tümörü Nasıl Yendim?” köşesinde yalnızca yabancı hastaların hikayeleri var.
Umarız Yalçın Bey ve ailesinin hikayeleri kendilerini zaman zaman çaresiz hisseden pek çok arkadaşımıza umut olur. Bu savaşı yenip geride bırakmış arkadaşlarımız için ise hikayelerini paylaşmaları için bir örnek olur. İşte İlknur Hanımın ağzından kendi hikayeleri:
(NOT: Yalçın Bey’in soyadı kendilerine rahatsızlık vermemek için tarafımızdan kaldırılmıştır)
2002 Mart: Tümörle ilk tanışma ve 1.Ameliyat
Bizim hikayemiz 2002 mart ayında başladı. Herhangi bir gündü bizim için, doğan güneşle başlayan. O gün, güneşin batmasıyla beraber hayatımızın da güneşi batmıştı adeta.
Öğleye doğruydu eşim bir nöbet geçirdi. Akabinde yapılan tetkiklerle önce konulan epilepsi teşhisi ile yıkıldık arkasından 15 gün sonra Prof.Dr. Nurcan Özdamar’ın tanısı ile: “Sol frontal lobda, konuşma merkezinin üstünde tümör…”
MR kontrollerinin ardından 2003 Ağustos ayında ameliyat olmaya mecbur kaldık. Tümörden alınan örneğe yapılan patoloji sonucu tümörün “Astrositom Grade II” türü bir tümör olduğu ortaya çıktı. Bu ilk ameliyatta tümör tamamen temizlenmiş ve herşey sorunsuz geçmişti. Öyleki eşim ameliyattan 15 gün sonra yapımıyla uğraştığı inşaatın şantiyesine gitti.
İkinci ameliyata kadar hiçbir sorun yaşamadan, eşim ise hiç ameliyat geçirmemiş gibi davranarak 6 yılımızı geçirdik. Ben ise 7 gün 24 saat, her an şavasması gerekecek bir nüks olacağı korkusu ile yaşadım hep. Olumsuzluktan nefret eden biri olarak bu korkum karamsarlıktan çok bilinçli ve temkinli yaşamak anlamındaydı. Tümör bir gün kapımızı tekrar çalabilirdi ve o zaman hazırlı olmalıydık. Şavaşa hazırlanan bir asker gibi beyin tümörü konusunda kendimi mümkün olduğu kadar eğitmeye çalışıyordum. Bu bazen çevremde dalga konusu hatta acıma konusu olsa da.
2008 yılında şiddetli bir nöbetin ardından yapılan MR tetkikinde yeni bir tümöre oluşumuna rastlandı. Eşim yeniden ameliyat oldu. Bu sefer yapılan patoloji incelemesi yeni tümörün “Oligoastrositoma Grade III” türü bir tümör olduğunu gösteriyordu. Prof. Nurcan Özdamar tarafından yapılan ameliyat başarılıydı. Hatta daha sonra görüştüğümüz ünlü beyin cerrahları Prof.Dr.Gazi Yaşargil ve Prof.Dr.Necmettin Pamir tarafından mükemmel olarak nitelendirilecek kadar. Ameliyat başarılıydı ancak cerrahlar eşimin felç olma riskinden ötürü tümörün tamamını alamamıştı.
İkinci Ameliyat
Tümör neden 6 sene sonra nüks etmişti? Şayet eşim tümöre aldırış etmemek yerine kendine daha dikkat ederek yaşasaydı bunu engelleyebilir miydi? Yoksa onun bu şekilde bu konuyu çok dert etmeden yaşaması ondaki olası bir nüksü geciktirdi mi? Şayet ilk ameliyat sonrası radyoterapi ve kemoterapi görse idi bir nüks yaşar mıydık? Yoksa yaşam kalitesi açısından daha mı kötü olurdu? Dolu dolu geçirdiğimiz 6 yıla gölge düşer miydi? Bunlar zaman zaman kafamı meşgul eden sorular.
Bu ameliyattan sonra doktorumuz herhangi bir radyoterapi veya ilaçlı tedaviye gerek olmadığını söylemişti. Fakat ben kendimi eğitmek için okuduklarım sayesinde bu tür tümörlerde ameliyatın ardından radyoterapi ve kemoterapi uygulaması yapıldığını öğrenmiştim. Bu konuyu doktorumuza açtığımda kendisi buna olumsuz baktığını belirtti. Bu beni tatmin etmese de eşimi ve ailesini ikna etmeye yetmişti. Öyle ya hiçbirimiz doktordan daha iyisini bilmiyorduk. Ameliyattan sonra yapılan 3 aylık MR kontrollerimizde tümör stabil olduğunu gösteriyordu.
Yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu hissediyordum. Eşim sık sık nöbet geçiriyordu. Nöbetlerin sıklığı zamanla daha da artmıştı. Çok sevdiğim eşimin bu halde çırpınışını görmek yüreğimi parçalıyordu. Babalarını bu durumda görmek en çokta çocukları etkiliyordu. Çaresizlik içinde eşimin bu nöbetleri en kısa sürede atlatabilmesi için çeşitli yöntemler arıyorduk hepimiz. En sonunda ailesinin de desteği ile eşimi bir başka uzmana görünmeye ikna ettik.
Yeni tedavi
Görüştüğümüz nöroloji uzmanı Prof. Dr. Necmettin Pamir, benim ikinci ameliyat sonrası radyoterapi ve kemoterapi konusunda diretmekte aslında ne kadar haklı olduğumu ortaya çıkardı. Kendisinin tavsiyeleri ile 2011 yılı Şubat ayında radyoterapi ve eş zamanlı olarak Temodal uygulamasına başlandı ve bu tedavilerin iyi sonuç verdiğini daha sonra gördük. Nisan ayında çekilen MR bizi sevindirdi. Tümör artık gözle görülmeyecek kadar küçülmüştü. Hastalığımızın başından beri bizim yanımızda olan ve hakkını ödeyemeyeciğimiz radyasyon onkoloğumuz Dr.Oğuz Çetinkaya’ya göre geride kalan artık “tümörün posası” idi. Oğuz Bey aynı zamanda eşimin ucu açık Temodal tedavisine başlamasında da büyük rolü olan uzmanlardan biridir.
Bu noktada şunu da belirtmeden geçemeyeceğim, beyin tümörlerinde hasta yakınlarına büyük görevler düşüyor. Hasta yakınları okuyup kendilerini eğitmeliler. Kesinlikle tek bir doktorun sözü ile yetinmeyip farklı uzmanların görüşlerini almalılar. Herhangi bir konuda tatmin olmadılar mı bunun peşini sonuna kadar bırakmamalılar.
Üçüncü ameliyat
Artık kötü günler geride kaldı diye düşünürken 2011 Haziran ayında eşimin beyin kanaması geçirmesiyle tekrar yıkıldık. Acil olarak kaldırıldığımız Ege Özel Sağlık Hastanesinde Prof.Dr. Nurcan Özdamar tarafından 3.kez ameliyatı oldu. Ameliyat başarılıydı ancak bu beyin kanaması eşimden alacağını almıştı. Eşim artık felçli idi, ve belki de bir daha hiç yürüyemeyecekti.
Fakat biz henüz pes etmeye hazır değildik ve felci de yenecektik.
Mucize!
Hastaneden çıkmasının ardından hemen eşimin evde kullanabileceği bir bisiklet edindik ve eşim her gün bu bisikletle çalışmaya başladı. Beklediğimiz mucize 1 ay sonra gerçekleşti. Eşim artık yeniden yürüyebiliyordu. Evet, azmimizle ve çalışmamızla felci de yenmiştik! Ancak bu mucize sihirli bir değnek ile, gizli bir iksirle değil, çalışarak gün be gün azar azar iyileşmelerle gerçekleşti. 1 ay uyuyup bir ay sonra uyandığımızda eşimi tekrar yürür bulmadık. En önemlisi karamsarlığa kapılmadan, yapabileceğimize inanarak gerçekleşti.
Radyoterapinin ortalarına doğru eşimin saçları döküldü, ancak bunu dahi çok sorun yapmadık. Eşimin radyoterapi gördüğü 9 Eylül Üniversitesindeki doktorumuz bize bu saçların tekrar çıkmayacağını söylemişti. Ben ise bu saçların tekrar çıkacağına inanıyordum kendisi ile bir iddiaya girdik. Kendi hazırladığım bitki yağı kürlerini haftada 1-2 gün üç saat uyguladım. Söylemeye gerek yok iddiayı ben kazandım! Eşimin saçları gün geçtikçe çoğalarak yeniden çıkmaya başladı…Yani etrafınızda size inanmayanlara aldırış etmeyip her şeye rağmen inanıp azmedince oluyor.
Nöbetler tarih oldu
Eşimin hastalığı sırasında bizi en çok sıkıntıya sokan konulardan biri eşimin sık sık geçirdiği nöbetlerdi. Bu nöbetler artık tarihe karıştı. Bunu da sitenizden öğrenip uyguladığımız “Ketojenik Diyet” e borçluyuz. Nöbet sorunu olan tüm hastalara bu diyeti uygulamalarını öneririm kesinlikle işe yarıyor. Bu diyet sayesinde hayatımızın ne kadar değiştiğini anlatamam.
Bugün
Eşim şu an gayet sağlıklı. Kendisi normal yaşamına, işinin başına geri döndü. Arabasını kendi kullanıyor, inşaat şantiyelerine ziyarete gidiyor.
İkinci ameliyattan sonra eşim artık beslenmesine ayrı bir özen göstermeye, daha çok spor yapmaya ve aile yaşamımıza daha fazla dikkat etmeye başladı. Bol bol gülüyoruz, komedi filmleri seyrediyoruz. Bu hastalığın hayatımızı karartmasına izin vermiyoruz. Çocuklarımız bu kısa hayatlarında bir yetişkin kadar güçlü olmayı öğ
Biz 11 yıl boyunca tümörle 2 kez karşılaştık 3 kez ameliyat geçirdik ve her seferinde yendik. Bunu sihirli mucizelerle, iksirlerle yapmadık, karamsarlığa kapılmadan yenebileceğimize inanıp azmedip çalışarak gerçekleştirdik. Allah bizim gibi tüm diğer hastalara da şifa versin. Hayatta en iyi bildiğimiz şey daha hiçbir şey bilmediğimiz olsun.rendiler, onlarda bizler kadar bilgi sahibi oldular bu hastalık hakkında, şimdilerde evde küçük nöroloji uzmanları dolaşıyor. Kimbilir ileride be beyin cerrahı olurlar. Bu hastalıkla tanıştığımızdan beri ailece en sevdiğimiz dizi Dr.House oldu.
İlknur ve Yalçın T.
İstanbul, 14.11.2011
Tümörü Nasıl Yendim?: Artık o, yeniden kayalara tırmanıyor…
http://www.youtube.com/get_player
Dan tedavisi sırasında çalışmaya ve ailesini geçindirmeye devam etti. Her gün 2005 yılında iç kulağında oluşan ikinci bir tümör yüzünden yitirdiği dengesini yeniden kazanmak için çalıştı. Tümörün onu yenmesine izin vermedi. Artık o tekrar kayalara tırmanıyor.
Dan sıradan birisi. Hiçbir mucize tedavi kullanmadı. Tedavisi zorlu ve acılı oldu. 4 kez ameliyat oldu. Kafatasında plakalar, platinler ve vidalar var. Boynundan geçen kafatasından karnına kadar uzanan bir şant var. İlk tümörün ardından 2005 yılında kafatabanında ikinci bir tümör büyüdü. Kafasında taşıdığı plakalar ve vidalar, tekrar ameliyat olmasına engeldi, radyoterapi gördü.
Dan, en umutsuz anlarda bile günlük yaşamına her zamanki gibi devam etti. Ailesinin geçimini sağlayabilmek için çalışmak zorundaydı. Tedavisini kolaylaştırmak için hergün kendince çeşitli egzersizler yaptı. Tümörü gerçek anlamda yendi. Tümörün, yaşamından hiçbirşey almasına izin vermedi. Şimdi kayalara tırmanıyor. Çocuklarının büyüyüp birlikte kayalara tırmanacağı günleri iple çekiyor.
Dan, beyin tümörü hastalarının tedaviye yardımcı olma sorumluluklarını hatırlatıyor. Mucize tedavi yok ama çalışma ve özveri ile mucizeler yaratmak mümkün. Kaskının içinde şunlar yazılı:
“Her gün yeni bir gün,
Aldığım her nefese minnetarım,
Kadrini bilmemezlik etmeyeceğim”
Hayatımdaki ikinci şansım veya şansızlığımda 11 Ekim 2001’de WTC binasına 2. uçağın çarpışını görmemdi. O zaman WTC binasından bir kaç blok ileride çalışıyordum. Derhal arabama atladım ve eşimin ve o zaman 2 yaşında olan çocuğuma koştum. Bana birşey olmadı ancak bir düzine arkadaşım bu saldırıda hayatını kaybetti.
Bu olaydan tam tamına 4 hafta sonra 9 Ekim 2001′de işten eve dönerken, direksiyon başında gözlerim karardı ve kendimden geçtim. Olay yerine gelen polisin şaşkın bakışları altında tamamen pert olmuş arabanın içinden bir sıyrık dahi almadan çıktım ve yürüdüm.
Ertesi gün kazayı duyan eşim tarafından bunun gerçek sebebinin ne olduğunu öğrenmek üzere hastaneye sürüklendim. Yapılan tomografide beynimde birşeyler bulunduğunu ve bunun detaylı olarak incelenmesi gerektiğini öğrendik.
Tam 8 gün sonra ise ameliyat oldum.
Ameliyat toplam 8 saat sürdü bunun 6 saatinde uyanıktım. Doktorlar beni 6 saat boyunca uyanık tuttular çünkü benim dil merkezim beynimin her iki yarı küresinde bulunuyormuş. Tümörü alırken dil merkezime zarar vermek istemedikleri için beni ayık tuttular ve ameliyat süresince konuşma ile ilgili fonksiyonlarımı gözlemlediler. Ellerinden geleni yapmalarına rağmen tümörün tamamını alamamışlardı.
Tümörden alınan parçaların inceleme sonuçlarını almak için bir kaç gün bekledikten sonra, bende Glioblastoma Multiform (GBM) IV olduğunu öğrendim.
Onkoloji uzmanımız bana 1 yıldan az bir süre yaşayacağımı söyledi.
Bundan sonra 6 hafta boyunca sürecek radyoterapiye başladım ve herşey yolunda gitti. Fakat 7 Aralık 2001‘de radyoterapi sırasında büyük bir kriz geçirdim.
Çok sonradan öğrendim ki o gün bir kriz değil bir kaç kriz geçirmişim ve bir kaç saat boyunca komada kalmışım.
Radyoterapiyi tamamladıktan kısa süre sonra, Temodal kemoterapisine başladım. Bu tedaviye 3 yıl boyunca devam ettim.
Herşey bu kadar yolunda gitmedi. Bir akşam beni tedavi eden doktorum beni aradı ve muayenehanesini kapatıp başka bir eyalete yerleşeceğini söyledi. Bana başka bir doktorda tavsiye etmeden gitti. Radyoloji uzmanı olan doktor ile uzun araştırmalardan sonra tekrar iyi bir onkoloji uzmanı buldum.
Bu yazıyı tümör teşhisi konuluşunun 8. yıldönümünde yazdım. Doktorun 1 yıldan az süre vermesine karşın şu an 9 yıl oldu ve hala hayattayım. Hayatımda büyük değişiklikler olmadı, normal bir şekilde devam ediyorum.
Geçtiğimiz günlerde koruyucu bir önlem olarak tekrar kemoterapiye başladım. Bunun yanısıra hala her 2 ayda bir MRIçektiriyorum. Artık sonuçları almak için onkolojistimin muayenehanesine dahi gitme gereğini duymayacak kadar kafam rahat.
En son MRI sonuçlarımı email ile gönderen doktorumun asistanı tek bir cümle yazmış “Mükemmel görünüyor!
Birinci günden beri sloganım “TEDAVİ OL VE YEN” idi. Şayet bu sözleri bana hatırlatan eşim, ailem ve arkadaşlarım olmasaydı bugün burada olmayabilirdim.
Hikayemi paylaşmaktan hiç çekinmiyorum, çünkü bir kişiye yardım edebilmişsem bir şey yapmışımdır.
Hergün kendime tekrarladığım bir başka söz ise Michael J Fox’un Başarımın Sırrı adlı filmde söylediği “HAYAT ZOR VE ÇİRKİN VE ANCAK GÜÇLÜ BİR İRADE HAYATTA KALIR.”
Jenerik ilaç DCA beyin tümörünü yok ediyor
O, henüz 30 yaşında genç bir kadın. Ona teşhis koyan doktorlar 15 ay ömrü olduğunu söylediler. Çünkü onun beyninde çok agresif bir tümör var. O, “5 numaralı hasta”…
Doktorları ona Kanada Üniversitesi Hastanesinden Dr. Michelakis‘i görmesini tavsiye ettiler. Dr. Michelakis ve ekibi DCA (dikloroasetat) adlı bir ilaç üzerine araştırma yapıyor. Bu ilaç eskiden beri nadir bazı metabolik hastalıkların tedavisinde kullanılan jenerik (patentsiz) bir ilaç. İlaç, çare arayan umutsuz bir grup kanser hastası tarafından resmi olmayan yollarla deneniyordu. Alberta Üniversitesindeki ekip 2007 yılında, fareler üzerinde yaptıkları deneylerde bu ilacın aynı zamanda farelerdeki tümörleri küçültme yeteneğine sahip olduğunu keşfetti.
“5 numaralı hasta” bu ilacın resmi olarak denendiği ilk insanlardan. Ona standard tedavilerin (ameliyat, radyoterapi, kemoterapi) yanısıra DCA tedavisi uygulandı. 15 ay sonra beynindeki tümör tamamen yok oldu. Şu an onda tümöre ait hiç bir belirti yok. Onunla birlikte denemeye katılan diğer 4 hastadan 3’ünde ise tümör ilerlemesi durdu veyq büyük ölçüde geriledi. Bir hasta ise tedaviye üç ay devam ettikten sonra öldü. Deneye katılan 5 hasta da ileri derecede GBM (Glioblastoma Multiforme) hastası idi.
Bu sonuçlar çok taze, henüz Mayıs ayının başında yayınlandı. Ancak bu sonuçlar, araştırmacıların ilacın çalışmalar bitmeden kullanılmaması hakkındaki uyarılarına rağmen, halen varolan gayrı resmi kullanımı ateşliyecek gibi görünüyor. DCA fenomeni internetin çaresiz hastalara yardım etmedeki gücünün bir göstergesi. Bu hastalar normal klinik yöntemleri es geçip internet sayesinde haberleşip kendi gayrı resmi klinik deneylerini yürütüyorlar.
Hastalara ilaç diye nişasta sattı
Bu aynı zamanda internet üzerinde çalışan dolandırıcıların da sayısının artmasına yol açıyor. 11 Mayıs 2010’da Edmonton da yaşayan 22 yaşındaki Hazım Gaber, Phoenix mahkemesinde şuçunu itiraf etti. Gaber, Amerika, Kanada ve dünyadaki çeşitli ülkelerde bulunan 65 kişiye DCA olduğunu iddia ettiği beyaz bir toz satmıştı. Sattığı beyaz toz mısır nişastasından fazla birşey de değildi.
Hastaların DCA için internete yönelmelerinin en büyük sebeplerinden biri, bu ilacın uzun süredir kullanımda olması ve patent süresinin dolmuş olması. Bu yüzden büyük ilaç firmalarından hiç biri bu ilacın araştırması için para harcamak istemiyor. Çünkü ilaç herhangi bir firma tarafından üretilebilir ve hatta maliyetine (cüzi miktarlar) satılabilir. Bunun yerine firmalar, patentlerini yalnız kendilerinin sahip oldukları ilaçları araştırmaya yöneliyorlar. Böylelikle diğer firmalar patent süresi dolana kadar bu ilacı üretemiyorlar.
Hal böyle olunca, Alberta Üniversitesinden araştırmacılar, özel kaynaklardan 200,000 dolar yardım topladılar. Bu da onlara ancak 5 hasta gibi küçük bir grup üzerinde klinik araştırma imkanı verdi. Fakat ilacın etkisine inanan Dr.Michelakis ve ekibi tümör ameliyatları sırasında hastalardan alınan tümörlere ameliyat odasında DCA enjekte ettiler. 49 hastadan alınan tümör örneğinin hepsinde sonuçlar laboratuarda fareler üzerinde yaptıkları deneylerle aynı idi. DCA insanlarda da tümörü yok ediyor!
Dr.Michelakis ve arkadaşları bunun önemli bir adım olduğunu ancak daha fazla çalışmaları gerektiğini söylüyorlar. Hastaları kendi başlarına bu ilacı kullanmamalarını tavsiye ediyor. İlacın başka ilaçlarla etkileşiminin henüz tam test edilmediğini ve başka ilaçlarla birlikte kullanımının çok kötü sonuçları olabileceğini söylüyor. Michelakis ve ekibi çalışmak için daha fazla finansmana ihtiyaçları olduğunu fakat ticari çekiciliği olmadığı için bunu ilaç firmalarından sağlayamadıklarını bildiriyor. Daha büyük bir klinik deney için şu an kaynak arayışı içindeler.
Hasta İfadeleri
Ancak bazı hastaların bu kadar vakti yok. Louisana’da yaşayan Jason için de durum böyle idi. Babası sigara içmeye 12 yaşında başlayan babası akciğer kanseriydi. İlerlemiş kansere sahip babası kemoterapiyi reddetmişti. Çünkü ona göre en fazla bir kaç ay daha yaşamak için bütün bunlara katlanmaya değmezdi. Jason babası için internet üzerinden bu ilacı ısmarladı. İlaç başlangıçta işe yarar gibi göründü ancak çok geçmeden babasının durumu ağırlaştı ve öldü. Jason, pişman olmadığını, babasının hayatını kurtarmak için elinden geleni yaptığını söylüyor.
Kendisine bağırsak kanseri teşhisi konan 45 yaşında 2 çocuk babası Tim ise şunları söylüyor:
Kasım 2007’de bağırsak kanseri teşhisi konuldu ve Aralık ayında opere edildi. Doktor 5 yıldan fazla yaşamam için %60 şansımın olduğunu söyledi ve beni 6 aylık kemoterapi uygulamasına soktu. Eylül 2008’de akciğerimde küçük yarım milimetrelik bir tümör görüldü. Doktor bekleyelip görelim dedi. Ocak 2009’da tümör 1 santimi geçmişti. Bu arada kemoterapiyi tamamlamıştım. Girdiğim internet forumlarında DCA adlı bir ilaçtan bahsedildiğini duydum. Şubat 2009’da bu ilacı kendi başıma almaya başladım. İlacı almaya başladıktan 60 gün sonra yapılan tomografi tümörün %50 küçüldüğünügösteriyordu. Doktorlar ne yaptığımı sordular, çünkü kemoterapi bitmişti ve başka hiçbir tedavi görmüyordum. Onlara DCA aldığımı söyledim bunun o yüzden olabileceğini söyledim. Pek umursamadılar ve bana DCA kullanmayı bırakmamı söylediler ben de bıraktım. Tekrar kemoterapiye başladım. Eylül 2009’daki tomografim de tümörden iz yoktu! Şu an gayet sağlıklıyım ve bunun kemoterapiyle beraber aldığım DCA sayesinde olduğuna inaniyorum.
İlacı kullanımı hakkında ilacı kullanan hastalarda ilacın özellikle beyin tümörlerinde dikkatli kullanımı hakkında uyarıyor. Çünkü beyin tümörü hastalarında ilaç çay ve kahve gibi zararsız görünen maddelerle dahi etkileşebiliyor ve ölümcül sonuçlara yol açabiliyor.
Bu ilacın tümör ve kanserlerin yanısıra sarkoidoz hastalarında da olumlu sonuçlar verdiği bildiriliyor.
KAYNAKLAR
• Generic drug shows promise for brain tumour treatment study shows, Anne McIlroy, Globe and Mail Science, Published on Wednesday, May. 12, 2010
• Metabolic Modulation of Glioblastoma with Dichloroacetate, E. D. Michelakis, G. Sutendra, P. Dromparis1, L. Webster1, A. Haromy, E. Niven, C. Maguire, T.-L. Gammer, J. R. Mackey, D. Fulton, B. Abdulkarim, M. S. McMurtry and K. C. Petruk, Sci Transl Med 12 May 2010: Vol. 2, Issue 31, p. 31-34
Beyin Tümörünü 11 kez nasıl yendim? George Plym’in hikayesi
Bu hikaye uzun ve iyi ki uzun! George Plym, Kuzey Carolina WNC Beyin Tümörü Destek Grubunun kurucusu ve başkanı. Aynı zamanda beyin tümörünü 11 kez yenip hayatta kalan ve tümörlerinden kurtulmak için 10 kez ameliyat olmuş bir kişi. Plym “Ne!…Yine mi?” adlı bir kitapçık yazdı. Bu kitapçık George’un beyin tümörü yerine yaşlılıktan ölmek için verdiği mücadeleyi anlatıyor. Bu kitapçıktan bir bölümü burada yayınlıyoruz.
Ne!…Yine mi?
Herşey 1967de başladı. Küçükken oldukça sıradan bir çocuk olduğumu düşünüyorum. En sevdiğim seyler balık tutmak, dağa tırmanmak ve hepsinin başında da beyzboldu…Aslında heyşey aslında beyzbol sahasında başladı. 12 yaşındaydım. Vurma sırası bendeydi atıcı topu attı, topa bakarken birden iki topun bana doğru geldiğini gördüm. Kaçırmıştım. Tekrar attılar ve ben tekrar bir çift topun bana geldiğini gördüm. Yolunda gitmeyen ciddi birşeyler vardı. O gün başlayan çift görme aslında korkulu bir rüyanın da başlangıcı idi. Ertesi gün doktora götürüldüm. Doktorun çift görmeye görme sinirlerine yapılan baskının sebep olduğunu anlaması çok zaman almadı. Şiddetli başağrıları ve bulantı da ipuçları arasında idi. Doktor annem ve babamla konuşmak için koridora çıktı. Görmem de sorun olmasına rağmen kulaklarım sağlamdı. Doktorun “Üzgünüm fakat çocuğunuzda beyin tümörü var” dediğini duydum. Bunlar 12 yaşındaki bir çocuğun anne ve babası için dünyayı yıkıcı sözlerdi.
Tümör İllinois Methodist Hastanesinde Dr.Elwood’un becerikli elleriyle alındı. Tümörden arta kalan hücreleri öldürmek için beynime Kobalt ışını radyasyonu uygulandı (O zaman ki geçerli radyoterapi yöntemi). Patoloji uzmanı tümörün portakal büyüklüğünde bir Astrositoma olduğunu söyledi. İşte o zaman bana sadece 1 yıl ömrümün olduğu söylendi. Bu 36 44 yıl önceydi!!! Ben buna ‘1 numara’ adını veriyorum sene 1967.
Bunun ardından gelen 5 tümörde benzer idi, bu yüzden 7 numaraya gidelim. Çünkü burası herşeyin biraz daha dallanıp budaklandığı bir yerdi.
7 numara (2000 yılı) beni neredeyse öldürüyordu. Seneler boyu bana uygulanan standard cerrahiden sonra, bu sefer bana Wake Forest Tıp Merkezinde GammaKnife cerrahisi uygulandı. Geleneksel cerrahi hemen sonuç verirken, GammaKnife’ın uzun süreli sağkalım oranı aynı hatta daha iyi idi. Dr.Charles Branch’ın dediğine göre çoğu durumda GammaKnife cerrahisi tümörün büyümesini derhal durduruyor ve tümör zamanla küçülüp yokoluyor. Normal cerrahi yöntemlerle müdahele edilemeyecek hastalar genelde bu uygulama için iyi adaylardır. Özellikle geleneksel cerrahinin riskli olduğu durumlarda, başka hastalıkların varolması veya hastanın yaşının ameliyata müsait olmadığı durumlarda oldukça faydalıdır.
Bu sebepten tümörü neşterle kesmeden çıkarma şansı beni heyecanlandırıyordu. Aslında, GammaKnife bir bıçak değil tümörü yoketmek için çok hassas ince bir ışın kullanıyor.
Yeni yüzyılın ilk haftasında 4 Ocak 2000‘de ameliyat edildim. Herşey yolunda gitti, aynı gün taburcu olup eve döndüm. Çok farklı hissetmiyordum ama endişelerimin kaynağı yokolmuştu.
3 gün sonra, hastaneye kaldırılmamı gerektirecek büyük bir kriz geçirdim. Doktorlara göre bu beyindeki şişmeden kaynaklanıyordu. Bana şişmeyi indirecek bazı steroidler verdiler. Hala nöbet ler geçiriyordum ve oldukça acı çekiyordum. Tümör beynimin içinde ölüyordu, fakat ölen doku vücudum tarafından yeterince hızlı bertaraf edilemiyordu. Doktorlaromuriliğime kanal açıp beynimdeki basıncı azaltmayı denediler. Çığlıklarım koridordan duyuluyordu, elimde değildi bu oldukça acılı oldu. Fakat daha sık kriz geçirmeme yol açtı.
Belimden omuriliğime bir şant konuldu ve karın boşluğuma verildi. Şant eğer hastada enfeksiyon riski varsa konuyordu ve ben de enfeksiyon riski vardı. Biraz iyi hissetmeye başladım ve eve döndüm.
2 hafta sonra tekrar kötü hissetmeye başladım. Artık, çok zayıf ve hasta idim. Ve şimdi kusmaya başlamıştım ve nöbetler daha sık geliyordu. Eşim Diane Dr. Shaw’ı aradı ve doktorumuz derhal tedavi edildiğimiz hastaneye gelmemizi söyledi. Bu bizim için 2.5 saatlik yoldu. Eşim arabayı sürerken ben arka koltukta Vicodin yiyip bir kovaya kusuyordum.
Yeni MR bende kimyasal menenjit olduğunu gösteriyordu. Dr. Branch ameliyat etmek istemedi. Enfeksiyondan endişeleniyordu çünkü son seferinde artık sınıra gelmişti. Burayı her ameliyat edişinde bu bölgedeki enfeksiyonla mücadele yeteneği kayboluyordu. Beyindeki bir enfeksiyon tümörden daha kötü idi. Ancak beynimdeki “çöp“ü (ölü tümör) çıkarmaktan başka şeçeneği kalmamıştı.
Ameliyattan sağ çıktım. Müşahade odasında kendime geldiğimde uyanıp hemşire ile hiç birşey olmamış gibi konuştuğumu hatırlıyorum. Fakat yoğun bakıma alındığımda acı dayanılmaz hale geldi, çığlık atıyordum, hemşire ağrı kesici birşey verdi. Bana artık morfinin son dozunda olduğumu ve daha fazlasını veremeyeceğini söylüyordu. Hayatımda hiçbir zaman bu kadar acı duyduğumu hatırlamıyorum. Tanrıya dua ediyordum “Tanrım bana üstesinden gelemeyeceğim dertleri veröeyeceğini söylüyordun. Eh işte bu üstesinden gelemedeğim bir acı.Nolur bu acıyı daha dayanılır hale getir veya ölmeme izin ver”. 3 dakika geçmeden acı hafifledi ve rahatladım. Tanrıya şükredin!
2.5 hafta sonra eve gittim. Güçsüzdüm ve bulantım vardı. Fakat bitmemişti…henüz. Şant iyi çalışıyordu ve başımda bir ağrı yoktu. 30 yıl boyunca ilk kez şiddetli başağrılarımın olmadığı günler yaşıyordum, zihnim oldukça açıktı ve nöbetler durmuştu! Fakat sağ yanımdaki şant beni öldürüyordu! Attığım her adımda yaptığım her harekette, aldığım her nefeste, böğrümden bir hançerle bıçaklanıyordum sanki. Yanımda ağrıyı ancak kıvrılıp embriyo pozisyonunda yatarak dindirebiliyordum. Eğer hareket etmezsem, iyileşecekti ve ben düzelecektim…Maalesef!!
Bir sabah tuvalete kalktım. Ayağa kalkınca ayaklarım benim taşıyamadı. Bir önceki gün kendimi fazla zorladığımı düşündüm (yatak odasından oturma odasına kadar yürümeye başlamıştım). Arka üstü uzandım ve hastaneden kalan ördeği kullandım. Sonraki gün farksız hatta daha kötü idi. Değneğime tutunarak, tekerlekli sandalyeye oturdum, kuşları seyrediyordum. Üzerimde şort ve tişört vardı. İşte o an sağ bacağımın şişmiş olduğunu gördüm. Sadece biraz değil, bacağım iki katına çıkmıştı. Korktum! Doktorumun nefessiz kaldığımda veya bacaklarımda şişme gördüğümde derhal acile gitmem gerektiğini söylediğini hatırladım. Eşim işte idi, derhal acil servisi aradım.
Ambulans geldi ve beni acile götürdü, burada ultrason çekildi. Damarlarda pıhtılaşma buldular. Şişme o kadar kötü idi ki sağ ayağımdaki deri çatladı ve kanamaya başladı. Kalçamın üstü de şişmişti.
Tekme yemiş gibi hissediyordum ama sancı sürekli idi. Pıhtılaşmayı çözmek için serum verildi ve kan inceltici (Coumadin) yazıldı. Bazı testler daha yapıldığında oldukça ender rastlanan bir kan hastalığının olduğu tespit edildi “Faktör 5 Leiden mutasyonu“. Bu normal bir insana göre kanın %60 daha hızlı pıhtılaşmasına yol açıyordu. Yani, benim damar tıkanıklığına yakalanma riskim çok çok daha fazla idi. 11 gün sonra, şişme çok hafiflememesine rağmen taburcu edildim. Bacağımın normale dönmesi 6 ay aldı. Bundan sonra sürekli kan incelticiler kullanacaktım. Bundan böyle beyin tümörü için endişelenmek yerine, bir yerimi kazarar kesip ölene kadar kanamaktan korkmalıydım!
Hala yanımdaki şant bana çok sancı veriyordu. Herşeyi kazanamazsınız. Şayet yürürsem ya da hareket edersem sancım olacaktı, ama hareket etmezsem başka bir damar tıkanıklığı yaşayabilirdim…Fakat başım harika idi!!! Dr. Branch’e şant hakkında konuşmak için tekrar gittim. Görevini tamamlamıştı ve artık ihtiyacım olmadığına karar verildi. Şantı çıkarmak için yapılan ameliyattan sonra kendimi derhal çok iyi hissetmeye başlamıştım, fakat şant gittiğinden beri başağrıları geri gelmişti. Başağrısına tahammül edebiliyordum ancak şantın ağrısına tahammül edemiyordum! Yavaş ve sancılı bir iyileşme döneminden sonra kendimi tekrar toplum içine girip normal yaşantıma dönecek kadar iyi hissetmeye başladım.
Beyin tümörüne sahip kişiler neredeyse normal bir hayat sürmelerine rağmen, binlerce kişi ciddi sakatlıklarla karşılaşıyorlar. Tümör nüksü düşüncesi benim için bir gerçekti. 2002 yılında 8.kez beyin tümörü teşhisi konuldu. Tekrar GammaKnifeameliyatı yapıldı. Bu sefer herşey yolunda idi.
Kulağa pek öyle gelmiyor ama güzel bir yaşamım var. Ailem dostlarım ve eşim çok şanslıyım.
Gelecek ne gösterir bilmiyorum ancak David Bailey’nin şu sözleri durumu özetliyor “Şayet 500 de 1 şans dahi varsa birisi bu kişi olmak zorunda“. Bu beyin tümörü denen illeti tamamen yenene kadar şavaşmaya devam edeceğim.
Aralık 2003
Bir önceki yazımda çabuk konuşmuşum. Buna inanmayacaksınız ama kitapçığıma yeni bir bölüm daha eklemem gerekecek. Evet, geri geldi. 11 Kasım 2003te yapılan MRda yeni bir tümör görüldü. 2 Aralık 2003te MRI desteklı GammaKnife ameliyatı oldum. Ocak ayı ortasında kemoterapiye başlayacağım.
Bu yazıyı yazarken dahi beynimde artakalan tümör hücrelerinin çoğalıp çoğalmadıklarını merak ediyorum. Yoksa, durdular mı, ölüyorlar mı? Bu sorular her beyin tümörü hastasının sorduğu sorular ve MR yaklaştıkça içimizi bir heyecan kaplıyor. Buna rağmen teknolojiye minnetarım. Gerçekten tedavide bir devrimin olacağına inanıyorum ama dayanmamız lazım!
Ocak 2004
Son yazdığım yazıda yazmadığım bir şey vardı. Bu da aslında doktora ilk gittiğimde söylediğim şeydi. “Tamam. O kazandı. Tümör kazandıç Artık savaşmaktan yoruldum. Lütfen beni rahatlatacak birşeyler verin ve ölmeme izin verin“. Söylediğime kendimde inanamadım fakat o an öyle hissettim. Çok şükür beyin tümörü grubundaki arkadaşlarım beni ayağa kaldırdılar ve savaşmaya tekrar hazırladılar…
Geçen sene Kasım ayında görülen tümör yavaş yavaş kaybolmaya başladı. Son MR geçen Aralık ayındaki GammaKnife ameliyatının tümörü tamamen öldürdüğünü gösteriyordu. Fakat her ihtimale karşı 5 gün boyunca günlük 440mg Temodalprotokölüne koydular beni.
Nisan 2005
İyi haber 14 ay önce bulunan tümör tamamen yok edildi. Kötü haber ancak başka bir bölgede farklı bir tümör ortaya çıktı. Bu sefer orijinal tümör gibi Oligoastrositoma değil Menenjiyoma. Görünüşe bakılırsa seneler önce aldığım o çok etkili radyoterapi bu tümöre sebep olmuştu. Lanet olsun… Bana bir rahat vermeyecekler mi! Fakat, kontrol edebileceğim şeyler hakkında kendimi sinirlendirmeyeceğim. Bunu uzun süre önce öğrendim. Sanırım oligodendroglioma veya astrositoma olmasındansa menenjiyoma olması daha iyi çünkü diğer tümörlere göre daha yavaş ilerliyor. Yine de büyüyen bir tümör, icabına bakılması gerekiyor. Kemoterapim biter bitmez, tekrar GammaKnife ameliyatı olacağım. Bu benim tek çarem ve bulunmaz bir çare…
Tümöre rağmen uzun süre hayatta kalabildiğim için dünyanın pekçok yanından insanlardan mail alıyorum. Çok kereler, beyin tümöründen ölmeyi reddetiğimi söyledim. Bunu söylerken biraz müneccimlik ettim fakat buna gerçekten inandım. Hala inanıyorum. Fakat sanırım bunun bir sonu geldi. 15 Nisan 2005’te kanser teşhisi konuldu. Beyin kanseri değil. Sol şakağımda bir şişkinlik var. Burası tüm ameliyatların yapıldığı yer. Bu şişkinliği 4 yıl önce keşfettim ancak şimdi bir fındık büyüklüğüne ulaştı. Oldukça yavaş büyüdü ve doktorlar bunun ne olduğunu anlamak için biyopsi yaptılar. Sonuç:Adenokarsinoma. Genellikle bağırsak veya akciğerlerde bulunan bir kanser türü. Doktorlar bunun bir metastaz olduğunu düşünüyor ve asıl kaynağını bulmak istiyorlar. Tomografi yapılacak.
11. beyin tümörümden yeni kurtuldum ve bu o korkulu tümör glioma değil daha zararsız menenjiyoma idi. Tam böyle derken…Bana kansere yakalandığımı söylüyorlar. Beyin tümörüm ile ilgisi olmayan bir kanser.
Hayat adil değil diye kim demişse haklı. Fakat en az benim kadar sıkı savaşıp beyin tümörünü yenemeyen insanları düşünüyorum. Bu onlar için de adil değil, çünkü ben uzun ve nispeten sağlıklı bir hayat yaşadım. Tanrıya bunun için minnetarım.
Temmuz 2005
Yapılan testler, MRI, röntgen, tomografi, PET, kolonoskopiden sonra, doktorlar kanserin kaynağını bulamadılar. Bu kanserim olmadığı anlamına gelmiyor ama yalnızca ellerindeki mevcut imkanlarla tespit edemiyorlar. Dr. Shaw’a göre bu daha önceki radyoterapiye bağlı ikincil bir kanser bir cilt kanseri. Genelde beyin tümörü hastaları radyoterapinin uzun vadeli etkilerini göremeden ölüyorlar. Sanırım, uzun süreli bir beyin tümörü galibi olarak ödülüm…Kanser?
Evet, yere yıkıldım ama orada yatmaya niyetim yok! Hayatım bir hayatta kalma mücadelesinden başka bir şey olmadı. Öyle bir noktaya geldiki artık başka bir mücadele aramaya başladım. Şimdilik plan tekrar radyoterapi görmek. Evet, radyoterapi bendeki bu kanserin sebebi ama bu kanseri durdurmak için de tekrar radyoterapi görmekten başka çare yok! Gerisini artık siz düşünün!
Bunun yanısıra kafamda bazı ciddi sorunlar var. Ameliyatın olduğu yer büyük bir savaşa yol açtı. Beynim tekrar şişmeye ve ağrı yapmaya başladı. 5 yıldır ilk kez tekrar narkotik ilaçlara ihtiyaç duydum. Sebep bilinmiyor ama bir enfeksiyon olabileceği düşünülüyor. Antibiyotik kullanmaya başladım, şişlik biraz indi. Son teşhis kimyasal menenjit oldu. GammaKnife ameliyatından kalan ölü doku çıkamamış ve şişmeye yol açmıştı.
Unutmadan Haziran ayında tiroid bezlerimi aldırdığımı söyleyeyim. Bunun suçunu da radyasyona verelim. Beyin radyasyonundan sonra tiroidin düzgün çalışmaması sık rastlanan bir durum. Boğazımdaki kitle yumruk büyüklüğünde ve kötü huylu idi.
Bundan 2 hafta sonra tekrar radyoterapiye başladım. Tiroid için değil adenokarsinoma için. Geçtiğimiz hafta radyoterapi uygulanan o bölgede 2 yeni tümöre daha rastlandı. Sizce nasıl tedavi edilecek? Radyoterapi ile ve bu sefer daha yüksek doz ile!
Aralık 2006
Kitapçığıma yeni güncellemeler yapmaya korkuyorum. Çünkü ne zaman bir şey eklesem, olaylar yeniden sarpa sarıyor ve yaptığım güncellemelere güncellemeler yapmak zorunda kalıyorum!
53.yaş günümde son radyoterapimi aldım. Hastanede benim için küçük bir parti bile düzenlemilerdi. Bana bir sertifika verdiler, radyoterapiye bu kadar dayabildiğim için. Neden bilinmez çok duygulandım ve ağladım.
Ağustos ayından Şubat’a kadar pek iyi gitmedi. Oldukça büyük sancılar içindeydim ve doğru düşünemiyordum. Kahve fincanını dahi kaldırmak bana başağrısı veriyordu. GammaKnife ve radyoterapi arası beynimde şişme oldu ve bu her attığım adımda ağrı olarak bana geri döndü. 9 Şubatta kriz geçirmeye başladım. Çok değişikti bunlar. Sağ el parmak ucumdan başlayıp koluma ve omzuma doğru yükseliyordu.
Konuşma yeteneğimi yitiriyordum. Günde 2 veya 3 kez görüyordum. Neredeyse sayabilirdim, yemeği bitirdikten 45 dakika sonra geliyordu. Kesfettim ki yiyecekleri çiğnemek çenemi ve oradanda şişkinliği rahatsız ediyordu. Daha küçük ısırıklar almaya başladım, yumuşak yiyecekleri seçtim ve yemekten bir saat önce Advil almaya başladım. Ama yine de günün değişik zamanlarında görmeye başladım özellikle de gece uzanıp yattığımda.
Her kriz bir iz bırakır. Ne zaman nerede duracağını bilemezsiniz, elde mi kolda mı, yoksa daha büyük bir soruna mı yol açacak. Kısmi nöbetler için bir yöntem keşfettim. Bu da şu: Beyin aynı anda iki sinyali işleyemez. Bunun bir örneği, kolunuzu bir yere çarptığınızdadır. Ovarsınız çünkü ovma beyne giden acı sinyalini bastırır. Böylece ben de kriz gelmeye başladığında küçük bir fırça ile ovuyordum. Çok bilimsel bir yöntem değil ama işe yarıyor! Öğrendim ki krizleri önlemek için aldığım Dilantin aslında krizlere yol açıyormus. Bunu Keppra ile değiştirdik. Bundan sonra hiç kriz geçirmedim!
Yaz boyunca kendimi iyi hissettim. Eylül ayında tekrar başağrıları daha sık başladı. Gecenin bir yarısı uyanıyordum ve bütün vücudum titriyordu, kalbim deli gibi atıyordu. Ativan yardım ediyor gibiydi.
Ekim ayında MR ve tomografi çekildim. Kanserden eser görünmüyordu ve tümör küçülmüştü. Doktorum titremenin anksiyeteden olabileceğini söyledi. Ben ise doktoruma anksiyeteyi kontrol edebileğimi ancak bunun uyurken geldiğini söyledim. Bana travma sonrası rahatsızlığı için olan Zoloft yazdı.
30 yıldır beyzbol koçluğu yapmaktaydım ve sonunda emekli olmak zorundaydım. Artık kendimi %100 veremiyordum. Nasıl oyuncularımın %100 vermesini bekleyebilirdim? Yeni hobim gitar tamir etmek ve zil yapmak. Fiziksel olarak eskisi gibi değilim ama kafam hala iyi çalışıyor, 11 tümöre rağmen. İnsanlarla sohbet edebiyorum, beyin tümörü destek grubuna katılabiliyorum ve hepsinden önemlisi herkese umut olduğunu gösterebiliyorum!
Nisan 2008
Bu benim 11 tümörden sonra beyin tümörü galibi olarak 41. yılım! Sağlığım hakkında pek fazla söylenecek birşey yok. Ağustos ayında bir korku yaşadım. MRda tekrar gelişme görüldü ancak doktorum bekleyip 3 ay sonra tekrar bakmak istedi. Sonraki MR temiz çıktı!
Bazı hafıza ve algılama problemlerim oluyordu. Doktorlar bunun bunca senedir gördüğüm radyoterapiden olduğunu söylüyorlar. Ocak ayından beri Aricept alıyorum. Bu ilaç Alzheimer hastalığı için kullanılıyor. Wake Forestta yapılan bir araştırmaya göre bu ilaç beyin tümörü hastalarında algılamayı artırıyor ve radyoterapiyi müteakip sorunları azaltıyor. Bildiğim kadarı ile bu bu konudaki ilk çalışma. Size bu ilaca başladığımdan beri büyük bir fark gördüğümü söylemeliyim! Yalnız biraz uyumakta güçlük çekmeye başladım. Bu ilacın bir etkisi.
Şubat 2010
Hala hayatta olup olmadığım hakkında pek çok email aldım. Ehh hala buradayım!
Ocak 2009daki MRımda farklı bir bölgede gelişme görüldü. Sanıyorum bu menenjiyoma, oligo veya astrositoma değil. Sizce de şanslı değil miyim!? Cidden eğer tümörünüz olacaksa bunun menenjiyoma, olmasını dileyin!
İyi beyin tümörü yok ancak menenjiyoma hastaları için iyi bir şans var. Doktorlar bununda gördüğüm radyasyon terapilerınden olduğunu söylüyorlar. Haberi aldığımda biraz sarsıldım ancak derhal “Beyin tümöründen ölmeyeceğim!” moduna girdim. Tekrar savaşma zamanı.
Ocak ayındaki MR bir gelişme göstermedi yani durum kontrol altında. 6 ay sonra tekrar kontrol edeceğiz. Bu son yaşadığım sorunların hepsine radyasyonun sebep olduğu düşünülüyor. Denge ve koordinasyonda bazı sorunlarım oldu. Geçen yıl düştüm ve omzumu kırdım ve ameliyat olmak zorunda kaldım. Yılbaşından hemen önce yine düştüm ve bir kaburgamı kırdım. Aldığım kan incelticiler yüzünden biraz korktum.
Yani aslında, çok iyiyim! Hala savaşıyorum… Savaşmak sizi güçlü yapıyor. Tüm beyin tümörü olan dostlarıma tavsiye ederim!
George Plym, Başkan
WNC Beyin Tümörü Destek
wncbts @ bellsouth.net
www.wncbraintumor.org
“Beyin kanser teşhisi konulup 2 ay ömür biçtiklerinde, dostlarım bana bu istatistikleri alıp pencereden atmamı söylediler. Halen DCVax aşısı olmak için Kaliforniya ya geliyorum ve burada olduğum süre içinde hergün surf yapıyorum. Kanser benim için yaşam değiştiren gözümü ve gönlümü açan bir deneyim oldu. Teşhisler rakamlara ve istatistiklere dayanır, ben ise bir rakam değilim. Beyin kanseri olduğumu öğrendiğim gün, ben beyin tümörünü yenip hayatta kalan biri oldum. Halen hayattayım ve hayatı seviyorum.”
Northwest Biotherapeutics şirketinin ürettiği DC-Vax halen 2. faz klinik deneylerde. Ancak şimdiden sonuçlar yüz güldürücü. İlaç henüz klinik deneylere girmeden önce gönüllü hastalar üzerinde denendi. Yaklaşık 20 hasta üzerinde yapılan ilk çalışma sonuçlarına göre DC-Vax tedavisi gören hastaların %22si 6 yılı aşkın bir süredir hala hayatta. Hastaların %85’inde ise hali hazırdaki standard tedavilerden daha uzun süre hayatta kalım sağlandı.
Klinik deneylerden önce başlatılan çalışmalara göre bu hastalar uzun süre sağkalıma eş olarak DCVax tümör gelişiminde ve tekrarlamasında ciddi gerilemeler sağladı. Klinik deneylerdeki hastaların %74’ü 1 yılı aşkın bir süredir tekrarlama görmüyor, oysa GBM hastalarında bu süre ortalama 6,9 ay olarak hesap ediliyor. Tedavi gören hastaların %45’inde 2 yılı aşkın bir süredir hiçbir tekrarlama belirtisi görmemiş, %33ü 3 yıldır tekrarlamasız yaşıyor, %28’ü 4 yıldır ve %22sinde ise 5 yıldır bir tekrarlama görülmüyor.
DC Vax-Brain bir aşı. Bu aşı hastanın kendi tümöründen alınan bir örnekle o kişiye özel olarak hazırlanıyor. Aşı hastanın kendi bağışıklık sistemini tümör hücrelerini tanıyıp yok edecek şekilde eğitiyor. Tedavinin bir parçası olarak hasta önce ameliyat ediliyor ve aynı zamanda hastadan kan örnekleri alınıyor. Tümörlü dokudan elde edilen biyolojik işaretler, hastanın kanından elde edilen bağışıklık hücrelerine (dendritik hücreler) tabi tutuluyor. Eğitilen dendritik hücreler herhangi bir aşı gibi kolun üst kısmından yeniden hastaya veriliyor.
Bu yöntemde tedavi hastanın kendi hücreleri kullanılarak yapıldığı için diğer tedavilerin aksine hastaya hiçbir yan etkidebulunmuyor.
Kişiye özel bu aşının hazırlanması yaklaşık 10 gün sürüyor ve bu sürenin sonunda hastaya bir kaç yıl yetecek kadar aşı elde edilebiliyor. Böylelikle bu aşı hasta için sürekli hazır olan bir ilaç oluyor. İlacın üreticisi Northwest Biotherapeutics şirketi aşı hazırlama süresini düşürecek ve otomatize edecek bir sistem üzerinde çalışıyor.
Şu an Amerika’da 13 değişik merkezde 240 hasta ile başlanan ikinci faz deneyleri devam ediyor. Şirket önceki çalışmalardan elde edilen uzun süreli sonuçları yayınlamaya devam ediyor.
Şu an biliyorum ki bendeki bu belirtiler ta 1996 yılına kadar geri gidiyor. O zamanlar ilk defa görünürde hiçbir sebep yokken baş dönmesi, bulantı ve kusma oluyordu. 1996 yılında bir doktora görünmüştüm, doktor bana bunların stresten olduğunu söyledi Paxil adlı bir depresyon ilacı verip beni yolladı. Ben bu ilacı hiç içmedim doktora da bu bulantıların devam ettiğini söylemedim ve de doktora tekrar gitmedim. Başka bir belirtide göğsümde oluşan şiddetli çarpıntılar oldu, o kadar ki bir sonraki gün dahi göğsüm ezilmiş gibi ağrıdı. Bunun için doktora göründüm. Bir şey bulamadı bana çok fazla kafeinden olabileceğini söyledi. Benim için asıl hesap günü şiddetli başağrılarının başladığı 2000 yılı baharında geldi. Bunun için 7-8 kere doktora gittim ve sinüs enfeksiyonu sandığım bu durumu tedavi etmesi için yalvardım. Muayeneler sırasında bir seferinde doktor benden bu ağrının şiddetini doğum sancısı ile karşılaştırmamı ve 0 ile 10 arası bir puan vermemi istedi. Doktora “9,9” dediğimde gözleri faltaşı gibi açıldı ve bana derhal bir MRI çektirmemi önerdi. Fakat ben hala bana sinüzit tedavisi için antibiyotik vermesi için ısrar ediyordum.
27 Haziran 2000‘de tanıdığım bildiğim dünya benim için birden bire değişti. Doktora biten sinüzit ilacını yeniden yazdırmak için tekrar gittiğimde aile doktorumuzun yanında çalışan açıkgözlü bir hemşire beni muayene odasına doğru yürürken gözleri ile takip ediyordu. Yanıma geldi ve ciddi bir sesle “Susan sen ne kullanıyorsun?” dedi. Oldukça alınmıştım çünkü bunu derken uyuşturucu veya alkolü kastettiğini biliyordum. Ona hiçbir şey kullanmadığımı söyledim. Fakat emin olmak için kanımı almak için ısrar etti. Kan aldıktan az sonra başka bir doktorla geri geldi. Durumu şöyle açıkladı “Hareketlerinde bir gariplik sezdim, uzatarak konuşuyordun ve kanın temiz. Sana bir MRI yapmamız gerekiyor”. Aynı gün öğleden sonra tam saat 4te, bir beyin cerrahı bana beynimin sol kısmını tamamen kaplayan dev bir beyin tümörü olduğunu söyledi. Bir ahtapot gibi idi ve beyin köküme baskı yapıyordu. Doktor, ya ameliyat olacağımı ya da büyük ihtimalle birkaç hafta içinde öleceğimi söyledi. Fakat bu çapta bir ameliyat beni sağır, dilsiz, kör veya zeka özürlü olarak bırakabilirdi. Beyin cerrahının odasından çıkarken bütün randevularıma benimle gelen 10 yaşındaki oğlum Stuart yüzümdeki şoku ve korkuyu sezmişti.
Bana sarılıp “Sen de beyin tümörü var, öyle değil mi anne? Nolur ölme, bana söz ver” dedi. Yüreğim parça parça olmuştu “Sana ölmeyeceğime dair söz veremem oğlum, fakat hayatta kalmak için elimden ne geliyorsa yapacağıma söz veriyorum” diye cevap verdim.
3 Temmuz 2000de Dr. Scott R Gibbs 15 saat süren bir operasyonla tümörün (7.5 x 7cm) %60ını aldı. Doktorum beyin kökündeki tümörü almayı başarmıştı. Ameliyattan sonra hastanede iki hafta kaldım.
Patoloji raporu bu tümörün Astrocytoma Grade I olduğunu söylüyordu.
16 Ağustosta çekilen MR da hala beynimin konuşma ve uzun süreli hafıza merkezlerini kapsayan tümör görülüyordu. Tümör kesinlikle benim beynimin baskın yarıküresinde bulunuyordu. Beni ameliyat eden doktorum ikinci bir görüş almamı ve diğer tedavi seçeneklerini değerlendirmemi önerdi onun yapabileceği bir şey kalmamıştı.
Bana yakın olan bir radyoloji uzmanından randevu aldım. Doktor bana açık konuştu ve düşük dereceli astrositoma hastalarının en fazla 3-5 yıl yaşadığını söyledi. Yaşla dolan gözlerimle doktora baktım siz anlamıyorsunuz dedim. Ben o mucize kişiyim. Çaresizlikle omuzlarını silkeledi kendisine senede bir astrositoma vakasının geldiğini ve tedaviye rağmen hastaların hepsinin öldüğünü söyledi. Elimde hemşirenin yol için verdiği bir kutu mendille oradan ayrıldım.
11 Eylül 2000 de ülkenin en iyi kanser araştırma hastanelerinden olan Texas MD Anderson hastanesine gitmek için Houston’a uçtum. Burada nöroonkolojist doktor Charles Conrad ile karşılaştım. Hikayemi anlattım ve sonunda radyolojistin söylediği sözleri söyledim. “Biz bu teşhis ile hemfikir değiliz. Bunu çok etkin bir şekilde tedavi edeceğiz, geri kalan tümörü çıkaracağız ve hepsini oradan alacağız” dedi. Çok sevinmiştim. Ancak sevincim çok sürmedi. MD Anderson hastanesinde yapılan ikinci bir patoloji bunun aslında Anaplastik Astrositoma Grade III olduğunu gösterdi. Çok korkmuştum, çünkü bu süre içinde kendimi beyin tümörleri konusunda eğitmiştim ve 3. derece bir tümörün kötü bir tümör olduğunu biliyordum. Fakat Dr. Conrad bana kesinlikle kendisinden umut kesilmiş ölmek üzere olan bir hasta gibi yaklaşmadı. Tam tersi ben beyninde alınması gereken kötü bir kitle bulunan normal bir kişiydim ve o ve ekibi bana bunun için yardım edebilecek doğru kişilerdi.
Böylece beni Temodal ve Accutane tedavisine aldı ve 6 ay boyunca buna devam ettim. Bunun işe yaramadığını düşündüm çünkü birinci kürden sonra tümörde çok az bir küçülme görünüyordu. Fakat en azından tümörüm hiç bir üreme olmadan kontrol altında idi. Kendimi çok iyi hissediyordum. Tüm gün işimde çalışıyor biri 10 diğeri 13 yaşındaki iki oğluma bakıyor, düzenli olarak egzesiz yapıyor, sağlıklı beslenmeye çalışıyordum. Hala hayatta olduğum için şanslıydım ve çok mutluydum. O yüzden sonsuza kadar Temodal’e devam edebilirm diye düşünüyordum. Pek öyle olmadı. 2001 yılı baharında, MRI doktorların hoşuna gitmeyen bir nokta gösteriyordu. Bu noktanın varlığı ve Noel’de geçirdiğim ilk nöbet bana artık “Gösteri zamanı”nın geldiğini söylüyordu. Doktorum bana ameliyat zamanının geldiğini söylüyordu. Bir çocuk gibi ağladım. Yaptığım şeyleri yapmaya devam etmek istiyordum, fakat doktorum tümörün oldukça büyük olduğunu ve tekrar hareketlenmeye başladığını söyledi.
Dosyama cerrah Fred Lang verilmişti. MD Anderson tümörün çok tehlikeli bir yerde olduğunu, ameliyatın çok riski olduğunu söylüyordu. Fakat doktor Lang ve Conrad bir şekilde bunun ameliyat edilebileceğini düşünüyorlardı. Bir dizi test için Houston’a çağrıldım. Bu testler arasında Fonksiyonel MRI ve WADA testi vardı. Fonksiyonel MRI kişinin beynindeki bölgelerinin hangi vücut fonksiyonlarından sorumlu olduğunun haritasını çıkarmaya yarıyor. WADA ise beynin bir yarı küresini uyuşturarak beynin diğer yarı küresinin fonksiyonlarını test etmeye yarıyor. Doktor Lang haklı çıkmıştı. Beyniminkonuşma ve uzun süreli hafızadan sorumlu bölgeleri beynimin sol yarı küresinden sağ yarı küresine kaymıştı! Yani beynim tümörden etkilenmemek için kendini yeniden yapılandırmıştı. “Hayatımda böyle şey görmedim” doktorumun ağzından dökülenler ilk şeyler oldu.
22 Mart 2001de Fonksiyonel Görüntü Kılavuzlu Ameliyat ve Narkozsuz Ameliyat gibi son teknolojileri kullanarak beni tekrar ameliyat ettiler. Sonrasında iyi haber ve daha iyi haber geldi. Dr. Lang tümörün tamamını almayı başardı ve beni tümörsüz hale getirdi. Dahası labaratuar sonuçları Temodal ve Accutane tedavisinin işe yaradığını gösteriyordu. Anaplastik Astrositoma Grade III yokolmuş geriye derecesi dahi olmayan Oligodengroglioma kalmıştı ki Temodal bu tür tümörlerde en başarılı sonucu veriyor.
1/21/2002 deki kontrolüm tamamen temiz çıktı. Tümörün bulunduğu yer incelendi. Tekrar üremeye engel olmak için radyoterapi uygulanması sözkonusu oldu. İhtiyaten bir radyoloji uzmanı ile görüştüm. Ancak doktorum radyasyonun kalıcı hasarlara yolaçabildiğini bundan şimdilik mümkün olduğu kadar uzak durmamı söyledi.
1/3/2003 Küçük bir noktacık göründü. Tırnak ucu kadar idi. İnceleyen doktorlar 30 kürlük 3 boyutlu harici radyoterapiuygulanmasına karar verdi. Doktorum tedavime 80mg Tamoxifen ekledi. Doktorum yüksek dozlu tamoxifenin radyoterapi sırasında çok etkili olduğunu söyledi.
11/7/2003 Radyoterapiyi bitirdim. Geri dönüş yolculuğumda Decadron almayı ihmal ettim ve kafam radyasyonun etkisi ile oldukça şisti. Uçakta tamamen hareketsiz hale geldim hostesler beni tekerlekli sandalye ile indirmek zorunda kaldılar. Beynimin hasar gördüğünü sandım ancak şükürki yanılmışım. Derhal damardan Decadron verildi ve bir biyopsi yapıldı. Beyin zarımda kötü hüylü hücrelere rastlanıldı. Topotecan isimli bir ilacın denemelerine katılıp katılmayacağım soruldu ve elbette katıldım.
Bundan sonra PCV kemoterapisine başladım. Ancak beyin kökünde ve zarında hala kötü huylu hücreler görünüyordu. Ben deI 131 adlı bir ilacın klinik deneylerine katıldım. Aslında bu tiroid kanserini önlemek için kullanılıyordu ancak leptomenengeal kanserde de etkili olabileceğini düşündüler. Ve işe yaradı beyin zarımdaki kötü huylu hücrelerden tamamen kurtuldum.
Ancak tümörün alındığı yerdeki oluşumlardan tamamen kurtulmalıydım. Dr.Lang ve ekibini aradım. GammaKnife ile ameliyatı önerdiler. Bundan sonra tekrar 4 kürlük PCV tedavisine başladım. Ancak bu yorgunluga yol açıyor. Bunu engellemek için Ritalin alıyorum.
MD Anderson hastanesinin MRI gözetim programına konuldum. Herhangi bir radyoterapi veya kemoterapi uygulamıyorum. Dr. Conrad “Şayet bir problem olursa burada bir doktor ordusu ile bekliyoruz ama hiç öyle bir şey olacağını ummuyoruz” dedi.
Kendimi gayet iyi hissediyorum. Sanki kötü bir rüya görmüş uyanmışım gibi. Kendimi psikolojik olarak çok güçlü tuttum, İNANÇ, UMUT ve TESLİM OLMAK YOK benim ilkelerim oldu. Gecenin bir yarısında uyansamda bunları tekrarlayarak ve dua ederek bu korkuların hepsinin yavaş yavaş kaybolduğunu gördüm. Duanın gücüne inanıyorum etrafımdaki herkesten benim için dua etmelerini istedim, onların o pozitif enerjisi bana güç verdi. Kendimi de dünya yüzündeki en iyi tedaviyi en iyi hastaneyi ve doktoru aradım ve kendimi onlara teslim ettim.
Şu an üniversite kütüphanesinde çalışıyorum, konsantrasyonum giderek arttı. Oldukça dolu bir hayat yaşıyorum. İnanıyorum ki bu hastalığı ben yendiysem siz de yenebilirsiniz.
Ben Frank, Belçika’da yaşıyorum. 1953’te doğdum. Oldukça aktif bir hayatım oldu. Gençliğimde dağcılığa meraklıydım, 25 yılım tatillerde İsviçre Alplerinde ve Ant dağlarına tırmanarak geçti. Sonradan bu merakım denizciliğe dönüştü.
Yaza doğru kendime tekrar gelmeye başladım ben de denize açılıp biraz kafamı dinlemeyi düşündüm ve İngiliz kanalına doğru açıldım. Dönüş yolunda ilk epilepsi nöbetimi geçirdim. Oldukça korkmuştum. Belçika’ya dönünce Anvers hastanesinde tanıdığım bir nöroloji uzmanını görmeye gittim. Durum onu da endişelendirmişti. MRI çektirmek için ertesi güne randevu verdi.
MRI da beynimin sol üst parietal lobunda 3-4cm boyutlarında bir tümör ile bunun üç tarafını saran iltihap ve bir köşesinde ise dağılma açık seçik görünüyordu. Belki de bu tümörün beynin diğer kısımlarına yayılmaya başladığının bir göstergesi idi. Şansa tümör ulaşılabilecek bir yerde idi.
7 saat süren bir operasyon ile tümör alındı. Operasyon sırasında beni bayıltmadılar ve sürekli tepkilerimi gözlemlediler. Ameliyattan sonra yukarı doğru yürümeliydim. Vücudumun sağ tarafında herşey yolundaydı ancak sol tarafımı hareket ettirirken güçlük hissediyordum.
Ameliyattan sonra bir psikolojik danışman beni ziyaret etti. Birkaç gün sonra da cerrah patoloji sonuçları ile birlikte geldi. Haberler hiç iyi değildi. Durum hala hayati önem taşıyordu. Doktor bana yaralarım iyileştikten sonra 30 seanslık düşük doz (2Gy) radyoterapi önerdi. Çünkü beyin haritası, narkozsus ameliyat gibi bütün ileri teknikleri kullanmasına rağmen tümörün tamamını almak mümkün olmamıştı.
Ancak yine de bütün bu tedavilere rağmen 9 ila 15 ay bir ömrüm kalmıştı. Tümör yüksek dereceli GBM adı verilen astrositikbir tümördü. 1997 yılında adjuvan terapileri henüz gelişmemişti. Benim ameliyatımı yapan doktor Amerika’da bazı arkadaşlarından bazı tümör hücrelerinin EGF (Epithel Growth Factor) reseptörlerine sahip olduğunu duymuştu. Bazı hastalarda asıl olarak göğüs kanseri için geliştirilen Tamoxifen adlı ilaç yüksek dozlarda uygulandığında tümör tedaviye cevap veriyordu. Bunun sebebinin her iki kanser türündede EGF’nin bulunması olduğu düşünülüyordu. Çünkü Tamoxifen göğüs kanserinde östrojen dengesini sağlıyor ve EGF’yi bloke ediyordu.
Doktorum, asıl olarak beyin tümörü tedavisi için kullanılmasa da yan tesirlerinin ağır olmaması ve çaresiz olan bana bir umut ışığı olabileceği düşüncesiyle bu ilacı bir denememi tavsiye etti. Bu ilacın masrafları maalesef o zaman için Belçika sosyal sigortalar kurumu tarafından karşılanmıyordu. Bu yüzden tedaviyi tamamen kendi imkanlarımla devam ettirdim. (Şu an Belçika’da bu ilacın masrafının %75i özel bir fon aracılığı ile karşılanmakta.)
Bugün 9 sene sonra hala hayattayım ve bu ilacı kullanmaya devam ediyorum. Sağ tarafımdaki hafif felç durumu fizyoterapi ve talasoterapi yardımıyla tamamen kayboldu. Epilepsi hala devam ediyor ancak hergün aldığım Fenytoin sayesinde tamamen kontrol altında. Eskisine göre biraz konsantrasyon eksikliği var ve çabuk yorulduğumu hissediyorum. Tekrar eden ayak hareketleri epilepsi nöbetlerine yol açabildiği için araba ve bisiklet kullanamıyorum.
Uzun süren tedavim yüzünden işimi bırakmak zorunda kaldım. 2005 yılı Kasım ayında beyin tümörü hastaları yararına çalışan küçük bir dernek kurdum. Bu dernek 2006 yılında resmileşti ve Belçika’da beyin tümörü için kurulan ilk dernek oldu.
Frank Boeye
Werkgroep Hersentumoren VZW.
Gasstraat 5
2950 Kapellen
Belgium
Tümörü Nasıl Yendim?: Ben William’sın Hikayesi
Bunlardan ilki 1995 yılında Glioblastoma Multiforme teşhisi konan ve hala hayatta olan psikoloji profesörü Ben Williams’ın hikayesi:
50 yaşında, 30 Mart 1995′te bir hastanenin acil servisinde çekilen bir MRI ile banaGlioblastoma Multiforme (GBM) teşhisi konuldu. Bir sonraki gün derhal ameliyat oldum. Tümör beynimin sağ parietal korteksinde ve söylendiğine göre “büyükçe bir portakal boyunda” idi (yaklaşık 180cc hacminde). Beni ameliyat eden doktorun daha sonra söylediğine göre şayet o gün ameliyat olmasaydım 2 hafta içinde ölmüş olacaktım. Ameliyattan 3 gün sonra çekilen MRI, tümörün önemli bir kısmının yok edildiğini gösteriyordu ancak çevreleyen bölgelerde büyük miktarda da ilerleme görülüyordu. Bu da tümörün büyük bir bir kısmının geride kaldığını gösteriyordu. Ameliyatı müteakip 55-60 gray dozunda tümör bölgesinin 2cm dışını içine alacak şekilde standard radyoterapiye başladım. 33 gün süren radyoterapiden sonra çekilen MRI ameliyattan hemen sonra çekildiğim MRI ile aynı miktarda bir tümör yayılımı gösteriyordu. Bir başka deyişle radyoterapinin işe yaradığı bariz değildi, fakat muhtemelen tümörün en azından bir süre büyümesine engel olmuştu.
Teşhisi takip eden 2 ay boyunca internette ve tıp fakültesinin kütüphanesinde saatler harcayıp tedavi yöntemleri hakkında kendimi olabildiğince eğittim. Başlangıçta boron nötron yakalama terapisini düşündüm ve radyasyon yüklü monoklonal antikor tedavileri alışılagelmiş tedavi yöntemlerinden çok daha fazla umut vaadediyordu. (Bu arada 1995 yılında şu an bizlere gayet doğal gelen Temodal gibi bir ilaç yoktu. Temodal 2000 yılından sonra yaygın olarak kullanılmaya başlandı). Ancak çeşitli problemlerden dolayı bu tedavi yöntemlerinden vazgeçtim. Bu yüzden kemoterapide karar kıldım fakat bunu çeşitli ek ajanlarla takviye edecektim çünkü bunlar kemoterapinin etkisini artırır gibi görünüyordu. Haziran 1995’te BCNUkemoterapisinin ilk kürünü aldım. BCNU tedavisinden 2 hafta kadar önce, günde 220mg Tamoxifen almaya başladım ve bunu almaya 1998’in Mart ayına kadar devam ettim. Ayrıca BCNU tedavisinden önce ve sonra günde 600mg Verapamilaldım. Bu kalsiyum kanalını bloke ediyor ve labaratuar testlerine göre kemoterapinin etkinliğini fazlaca artırıyordu. Tamoxifen almamın da sebebi de aynı sebeptendi. BCNU tedavisinde ilacın verildiği yerde biraz bir süre sonra bu damarların iflasına yol açan yaralanmanın dışında dışında hiçbir yanetki görmedim. Aldığım Zofran kusma ve bulantıyı tamamen engelledi. BCNU tedavisinden bir ay sonra çektirdiğim MRI yayılan tümörü gözle görülür şekilde küçüldüğünü gösteriyordu, ancak bir kısım hala duruyordu. Haziran 1995de aldığım ilaçlara günde 160mg Accutan ekledim ve buna bir hafta kullanıp bir hafta ara vererek Aralık 1995e kadar devam ettim.
1995 Ağustos ayındaki ikinci kemoterapi seansında PCV tedavisine başladım. Yine aynı şekilde CCNU dan (PCV kokteylinde kullanılan maddelerden biri) önceki ve sonraki hafta Verapamil aldım ve bütün bu süre içinde yine Tamoxifen ve Accutanealdım. Bu sırada aldıklarım arasına günde 15mg Melatonin ekledim ve buna da sonraki 5 yıl boyunca aksatmadan devam ettim. İkinci kemoterapiden sonra çekilen MRI gelişmekte olan tümörün büyük ölçüde yokolduğunu gösterdi. Bu yüzden bende üçüncü kemoterapi seansında da PCV kullanmaya karar verdim.
Üçüncü kür kemoterapi sonucu da daha da büyük bir tümör bölgesinin yokolduğunu gösteriyordu, hatta gelişmekte olan bazı yerlerde tümör tamamen kaybolmuştu.
Dördüncü kür kemoterapi de tekrar BCNU’ya geri döndüm, çünkü PCV kokteylindeki Prokarbazin bana sürekli mide ağrıları verirken Vincristine ise ayakparmaklarımda uyuşmalara yol açıyordu. Bunun yanısıra PCV’nin akyuvar sayısı üzerinde BCNU’dan daha kuvvetli bir etkisi olduğuna inanıyordum. Fakat bunun aslında hiçte öyle olmadığını gördüm, çünkü BCNU tedavisine başladıktan 2-3 hafta sonra akyuvar sayısı aşırı derecede düştü. Şansıma bu yüzden herhangi bir rahatsızlığa yakalanmadım, ancak bunun sonucu olarak bir sonraki BCNU kürünü akyuvar sayısı tekrar yükselene kadar bir kaç hafta erteledim. Dördüncü kürden sonraki MRIda hiçbir tümör izine rastlanmadı.
Beşinci kür kemoteraoimde tekrar BCNU idi ve bunu takiben yine tamamen temiz bir MRI gördük.
Altıncı ve son kür kemoterapide PCV’ye geri döndüm ancak bu sefer daha düşük dozda Vincristine ile. Çünkü BCNU bende akciğer yetmezliğine yol açmaya başlamıştı, bu da devam ettiğim takdirde ciddi sorunlara yol açabilirdi.
Kemoterapiden sonraki tüm MRI sonuçları tümörden hiç bir eser göstermiyordu. Tedavimin birinci yılı boyunca beslenme düzenime herhangi bir sağlık ürünleri satan dükkanda bulunabilecek vitamin destekleri aldım. Bunlardan bazıları Genistein(soya fasülyesinden elde ediliyor), PSK (Japon’ya da yetişen bir mantarın özü), Keten tohumu yağı (Omega-3 zengini bir yağdır DHA ve EPA içerir), Hodan (gamma-linoik asit için), selenyum ve yeşil çay ekstresidir. Bunun dışında yediklerime de biraz daha fazla özen gösterdim. Brokoli, brüksel lahanası, sarmısak, ahududu, yaban mersini ve soğanı fazlaca tükettim ve soya ürünleri kullandım. Son olarakda devedikeninden elde edilen sillymarin adlı maddeyi kullandım. Bunları kullanma fikri genelde sağlıklı yiyecek grupları, Medline (tıp literatürü) üzerinde kendi yaptığım araştırmalardan geldi. Bazende braintmr grubundaki arkadaşların tavsiyesi ile başladım, örneğin Accutan kullanma önerisi bu gruptaki arkadaşlardan geldi.
Bütün bu olaylar boyunca AIDS tedavisinde kullanılan yaklaşıma benzer bir tedavi filozofisi uyguladım. Hem AIDS hem tümör çok hızlı değişen biyolojik öğeleri içeriyor, bu yüzden şayet tedavi anında etkili olan cinsten değilse, uyguladığınız tedaviye dayanıklı yeni türler ortaya çıkacaktır. Fakat sıra ile uygulamak yerine aynı anda birden fazla tedaviyi uygulamak herhangi bir mutasyona çok fazla fırsat bırakmaz.
GBM’e yakalanmış hiçkimse şanslı değildir ancak ben bu durumda çok daha az kötü şansa sahiptim. Karşılaştırırsam ben oldukça şanslı bile sayılabilirim. Oldukça fazla sayılabilecek bir beyin hasarına rağmen hiçbir zaman ciddi şekilde sakat kalmadım ve hayatıma oldukça normal bir şekilde devam ettim.Benim umudum yaşadıklarım ve hikayemin bu hastalıkla savaşan diğer insanlara esin kaynağı olması. Bu yüzden de yaşadıklarımı bir kitap haline getirdim. Kitabın ismi “Surviving Terminal Cancer: Clinical Trials, Drug Cocktails, and Other Treatments Your Doctor Won’t Tell You About”.
Şu an bana GBM teşhisi konmasının üzerinden 14 yıl geçti ve hayattayım. Tedavimden sonra düzenli olarak kontrolden geçtim ancak MRI sonuçlarım hep temiz çıktı. Şu an normal bir yaşam sürdürüyorum, son 12 yıldır aksatmadan tam gün çalıştığım bir işim var. Sağlığım çok yerinde ve tümörün yeniden nüksetme ihtimali de artık eskisi kadar endişelendirmiyor beni. Çünkü her yönüyle sağlıklı ve normal bir yaşam sürdürüyorum senelerdir.
Ben Williams
14.5.2009
http://www.virtualtrials.com/surviveben.cfm