BURADASINIZ: Ana Sayfa » Kanserden Haber Al

  • KANSER HİKAYELERİ (4)

    8 Mart 2017 Çarşamba tarihinde kanserden haberal eklemiştir.
    3341 izlenme

    ÖNEMLİ NOT;SİTEMİZDE YAYINLANAN YAZILAR VE  HİKAYELER  KANSER HASTALIĞI İLE MÜCADELE EDEN OKURLARIMIZ İÇİN BELKİ BİR YOL GÖSTERİCİ OLABİLECEĞİ, FAYDA SAĞLAYACAĞI DÜŞÜNÜLEREK SAYFADA YAYINLANMAKTADIR. TÜM YAZI VE HİKAYELER DİGİTAL DÜNYADA YER ALAN FARKLI KAYNAKLARDAN BİRARAYA GETİRİLMİŞTİR. BU SİTE BUGÜNE KADAR OLDUĞU GİBİ KANSER KONUSUNDA BUNDAN SONRA DA  HİÇ BİR İLAÇ, HİÇ BİR DOKTOR VEYA HASTANE ÖNERMEDEN ÖZELİKLE KANSER SAVAŞINI KAZANMA YOLUNDA YAYINLANMIŞ TÜM HABER, YAZI VE HİKAYELERE HİÇ BİR KARŞILIK BEKLEMEDEN YER VERMEYE DEVAM EDECEKTİR.

     

    Kanserin son evresindeki Ann Ercan, hastanede kemoterapi yerine, evinde sevdikleriyle olmayı seçti

     

     
     
     

     

    Bir sürü röportaj yaptım bugüne kadar.
    Ann ve Özgür’ünki kadar sarsanı az oldu.
    Acılarını içimde hissettim.
    Anlattıklarını dinlerken bir Özgür oldum, bir Ann oldum.
    Gözümün önüne biri 5, diğeri 9 yaşındaki Ronan ve Zeytin geldi.
    Birkaç hafta sonra anneleri olmayacak.
    Anneleri onlarla birlikte şimdi evde.
    Ama ölüyor...
    Ann, yumurtalık kanseri. Artık son evrede. Geç teşhis edildiği için; ameliyata, kemoterapiye ve denenen bir sürü yeni ilaca rağmen artık yapacak bir şey kalmamış, yolun sonu, buraya kadar, bir adım sonrası ölüm... 
    Sadece günler, haftalar var...
    Doktoru diyor ki, “İki seçenek söz konusu. Ya hastanede tedaviye devam edeceğiz. Ama bir yararı olacağını düşünmüyorum. Ya da evinde kocanla, çocuklarınla huzur içinde hayata veda edeceksin, son nefesini vereceksin...”
    O da, ikinci şıkkı tercih ediyor.
    Ben çok kısa bir süre sonra öleceğini bilen bir kadınla konuştum.
    Güzel ölüm olur mu bilmiyorum, güzel öldüğünü söyleyen bir kadınla konuştum...
    Ölüme hazırlık yapan bir kadınla...
    Ölümünden sonrasını sevdikleri için kolaylaştırmaya çalışan bir kadınla...
    Ölümle yüzleşen bir kadınla...
    Çocuklarına bile öleceğini söyleyen bir kadınla...
    Ve bu cesur kadın henüz o kadar genç ki, 38 yaşında...
    Ona çok bağlı eşi Özgür’le de konuştum.
    Benim çok yakından tanıdığım insanlar bunlar. Gazetemizin yayın koordinatörünü Fikret Ercan’la Mikader Derneği’nin başkanı Nesrin Ercan’ın oğlu Özgür ve şahane gelinleri Ann...
    Ah Ann...
    Müthiş zekidir, yeteneklidir, acayip iyi Türkçe konuşur, bir süre Türkiye’de yaşadılar, sonra Amerika’ya yerleştiler.
    Zeytin ve Ronan’ın öykülerini dinliyorduk Fikret Bey’den...
    Fıstık gibi bir işi vardı, bir üniversitede çalışıyordu.
    Her şey şahaneydi.
    Ve bir gün Ann, karnında bir şişlik hissetti...
    Tokat gibi çarptı beni bu hikâye... 
    Çünkü alışık değiliz, bizim kültürümüzde böyle şeyler yok, birkaç hafta ömrü kalan insanın öleceğini bilmesini istemeyiz, yakınları bilir ama kendisi ıh ıh, onun için böylesinin daha iyi olacağını düşünürüz, bir tiyatrodur gider, biz her şeyi idare ederiz, gizleriz...
    Ama işte orada, “Açık yaşadım, açık ölüyorum!” diyen bir kadın var.
    Soruları sorarken ağladım.
    Ama aynı zamanda, karı-kocanın cesaretlerine hayret ettim, hayranlık duydum.
    Hepimiz için öğrenecek şeyler var bu hikâyede.
    Roman olur, film olur...
    Gözlerden akan yaşlar sel olur.
    Güç diliyorum, sabır diliyorum, başka da ne denir bilmiyorum.

    Kanserin son evresindeki Ann Ercan, hastanede kemoterapi yerine, evinde sevdikleriyle olmayı seçti
    2012 Ann-Özgür Ercan ve çocukları Ronan ile Zeytin

    Kanserin son evresindeki Ann Ercan, hastanede kemoterapi yerine, evinde sevdikleriyle olmayı seçti
    2014 Ronan ve Zeytin büyüdü.


    Tam olarak ne yaşıyorsun?

    Ann: Yumurtalık kanserinin son evresindeyim. Tedaviyi kestik. Artık bir faydası yok. Evimdeyim. Ve ölüyorum...

    O kadar acı ki bu söylediğin! Daha 38’sin. İki minik çocuğun var. Nasıl bu kadar güçlü olabiliyorsun?

    Ann: Başka çarem mi var? Birkaç hafta sonra belki hayatta olmayacağım. Belki değil öyle. Ama şu an hayattayım. Ve hayat hâlâ güzel, çocuklarım da öyle. Biri 5, diğeri 9 yaşında. Onlar ve eşim Özgür’le kalan zamanımı güzel geçirmeye çalışıyorum. Güzel yaşadım, güzel ölüyorum. Kafayı kuma gömmek, hiçbir konuda çözüm değil. Yüzleşmek gerekiyor, ölümle bile...

    Peki ne zaman öğrendin, nasıl söylediler?

    Ann: Öleceğimi mi? Birkaç hafta önce. Doktorum konunun uzmanı. Açık açık bana, “Ann, bir karar vermen gerekiyor. Önünde iki seçenek var” dedi, “Ya kalan zamanını hastanede geçireceksin, tekrar kemoterapi. Ama artık faydası olacağına inanmıyorum. Ya da keseceğiz tedaviyi. Ailenin yanına, evine gideceksin ve onların yanında hayata gözlerini yumacaksın...” İki durumda da öleceğim yani. Ben de ailemin yanında ölmek, kalan zamanımı da mümkün olduğu kadar güzel geçirmek istedim.

    Bizde akrabalara söylenir ama hastanın kendisine genellikle söylenmez. Bilmemek daha kolay olmaz mıydı?

    -Asla! Kendi hayatımla ilgili bir karar bu, tabii ki o kararı ben vermeliyim. Böyle bir şeyin benden gizlenmesi, özgürlüğümün çalınması demek. Amerika’da hastaya söyleniyor. Bence saklamanın kimseye faydası yok. Evet, ben öleceğim. Bununla yüzleşmem ve kabul etmem gerekiyor. Bu, bir gerçek. Nasıl yok sayabilirim ki? Saysam kaç yazar ki?

    Özgür: Burada, Amerika’da, kanser bütün aileyi etkileyen bir hastalık olarak değerlendiriliyor. Ann’e teşhis konunca, hastane bize bir terapist tayin etti. Çocuklar, ben ve Ann, iki sene boyunca terapiye gittik. İnanılmaz yardımcı oldu. Öyle şeyler yaşıyorsun ki, desteğe ihtiyacın oluyor, kendi başına altından kalkabilmen zor. Ann tüm bu süreç içinde tam 50 kilo verdi. Yılbaşından beri yemek yiyemiyor. Sadece sıvıyla besleniyor. Günde 200 kalori alabiliyor. Gözümüzün önünde eriyor. Tabii herkesin reaksiyonu da farklı oluyor. Terapide önce kendini tanıyorsun, kendini çözüyorsun. Ann’e ilk teşhis konduğunda, üçüncü kattan atlasam da, koşmaya devam edecekmişim gibi hissediyordum. Öyle bir güç gelmişti bana: “Ailemi ölüme karşı bile koruyabilirim! Karım için her şeyi yapabilirim!” diye. Ama 6 ay sonra vücudum ve sinir sistemim çöktü. Yataklara düştüm. O zaman, bu hastalığın hepimizi etkilediğini anladım. Terapiyle, bu olumsuz etkileri bir nebze azaltmaya çalışıyorlar. Mesela müthiş öfkeliydim ben. Çocuklarıma karşı daha sabırsız ve tahammülsüz davranıyordum. Terapi sayesinde şunu fark ettim: Ann’e bir şey olursa, çekip gidemeyeceğim için, bilinçaltımda onlara kızıyorum. Oysa annelerinin ölecek olması tabii ki onların suçu değil! Tam tersine bizim birbirimizden güç almamız lazım. İnan terapiye gitmemiş olsaydım ya başka bir kadınla şu an salakça bir ilişki yaşıyor olurdum ya da alkoliktim...

    Kanserin son evresindeki Ann Ercan, hastanede kemoterapi yerine, evinde sevdikleriyle olmayı seçti

    Ölümlü olduğumuzu bilmemize rağmen, hepimiz hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşıyoruz. Ama sana biri, “Şu kadar zamanın kaldı!” diyor. Bu nasıl bir şey? İnsan duyunca ne hissediyor?

    Ann: Tabii ki zor. Bu gerçeği kabullenmek zor. Ama ben hayatım boyunca açık bir insan oldum, insanların da bana açık olmasını isterim. Açık yaşayan bir insanım, şu anda açık da ölüyorum. Şok olmadım. Öfke krizleri yaşamadım. Yas içinde değilim. Ama üzgünüm. Özgür’le hâlâ çok âşığız. Artık bu aşkı yaşayamayacağım. Artık çocuklarımın annesi olamayacağım. (Ağlıyor) Ne var ki, kabullenmek dışında yapacak bir şey de yok.

    Özgür: Artık haftalarımızın kaldığı şu günlerde, zamanı olabildiğince güzel değerlendirmek istiyoruz. Bunları sana anlatmamızın nedeni de, ‘sessiz katil’ olarak bilinen bu hastalık konusunda insanları uyarmak. Bir tek aile bile bizim yaşadıklarımızı yaşamazsa, bir tek aileyi bile koruyabilirsek, bu bizim için inanılmaz bir teselli olur. O zaman, kansere, kozmik de olsa bir şaplak atmış oluruz.

    ÖZGÜR: ÖLÜM ÇOK İYİ BİR ÖĞRETMEN ASLINDA

    Kanser hayatımızda olan en kötü şey ama o olmadan önceki beni istemem şimdi. Basit şeylere sinirlenen, üzülen, takıntılı bir insandım. Ann’in gerçekten bir sürü şeyi aşmış, hatta ermiş biri olduğunu da, ben bu hastalıktan sonra öğrendim. Hayatımızda kanser olmasaydı ben şimdi falanca saçma sorunu dert ediyordum. Başında çatı var, sevinsene! Yaşamın nasıl bir mucize olduğunu, her günü nasıl dolu dolu yaşamak gerektiğini ölüm kapıya gelince fark ediyorsun. Ölüm, çok iyi bir öğretmen aslında.

    BAŞIMA GELEN ONCA GÜZELLİĞE 
    'NEDEN BEN?' DEMEDİM DE, KANSERE Mİ DİYECEKTİM?

    Kanserin son evresindeki Ann Ercan, hastanede kemoterapi yerine, evinde sevdikleriyle olmayı seçti

    “Güzel ölmek” diye bir şey var mı?

    -Var, işte ben...

    Peki ‘ölüme hazırlanmak’ diye bir şey?

    -O da var. Bir süredir hazırlanıyorum. Geçen sonbahar bir kampa gittim. Yumurtalık kanseri olan başka kadınlarla beraber. Birbirimizi dinlendik, durumumuzu konuştuk. Bazılarımız ölüme daha yakındık, bir kısmımız artık hayatta değil. Orada şunu anladım: Ölüm hakkında konuşabilmek, düşünebilmek ve kendini hazırlayabilmek önemli bir şey ve gerekli bir şey. Bu kadar ürkütücü de değil. Ben de başta korkuyordum ama sonra o duygudan kurtuldum ve kalan zamanı anlamlı geçirmeye karar verdim. Bir de kocamın ve çocuklarımın omuzlarından ne kadar yük alabilirsem o kadar iyi. Bu da mümkün, sevdiklerin için, senden sonraki hayatı kolaylaştırabiliyorsun.

    Özgür: Meğer o kamptan sonra, bir avukat bulmuş, vasiyet yazdırmış, çevresindeki yakın arkadaşlarıyla konuşmuş. Ölüm ve sonrası için planlar yapmış. Lojistik olarak neler yapılmalı, sorumluluklar paylaştırılmış. Gerçekten de hayatı bizim için kolaylaştırdı.

    Peki “Kurtulacağım” diye düşünmedin mi hiç?

    Ann: Düşünmez olur muyum? Bu hazırlıkları yaparken de düşünüyordum. Ama yine de önlem alıyordum. Bu şuna benziyor, evimiz yanmıyor ama yangın olabilir ve biz evimizi yangına karşı sigorta ettiriyoruz. Her şeyle yüzleşmemin nedeniyse kalan zamanımı daha az kaygıyla yaşamak.

    Hiç isyan etmedin mi?

    Ann: Bir miktar ettim. Ama daha ilk teşhiste çok zor bir durumla karşı karşıya olduğumuz belliydi. Üçüncü evredeydi kanserim, dört zaten en sonu. Bu kanserle beş yıl yaşama oranı, yüzde 30’larda. Yani durum biraz ümitsizdi.

    Özgür: Tuhaf olan şu: Bu hastalığın ortalama yaşı 62. Ann ise 38’inde. Bu kadar genç yaşta, bu kadar ciddi bir tümör gerçekten milyonda bir.

    Kanserin son evresindeki Ann Ercan, hastanede kemoterapi yerine, evinde sevdikleriyle olmayı seçti

    “Neden ben!” diye haykırmaz mı insan?

    Ann: Bak, onu yapmadım! O kadar güzel bir hayat yaşadım ki. Sevdiğim adamı 19 yaşında buldum. Müthiş bir aşk yaşadık. Dünya güzeli çocuklarımız oldu. Sevgi dolu bir aileyiz. Çok iyi bir kariyer yaptım. Hep şanslı bir insan oldum. Bunların hepsi başıma gelirken “Neden ben?” demedim, kötü bir şey olunca mı diyecektim. Aptalca geldi. Kendim için değil ama çocuklarım için “Haksızlık!” diyorum çünkü anneyi kaybetmek büyük bir travma ve henüz çok küçükler. Ama yapacak bir şey yok. Bu da onların gerçeği.

    Söylediniz mi?

    Özgür: Evet, geçen hafta çocukları aldık ve okyanus kenarında bir otele gittik. Ve anlattık: “Anne, kemoterapiye devam edemeyecek çünkü kemoterapi anneye daha çok zarar verecek, artık evde sizinle olacak...”

    Ann: Yalan söylemedik. Gözlerinin içine baktım ve “Ben öleceğim” dedim. Tabii ki ölmemi istemiyorlar, ben de istemiyorum ama nasıl olsa kalplerimizde her zaman beraberiz. “Peki ne zaman öleceksin?” dediler. “Bilmiyorum” dedim, zaman belirtmedim, “Şu an yaşıyorum. Yarını boş verelim. Gelin şimdiyi dibine kadar yaşayalım.” Hep birlikte okyanusa yüzmeye gittik.

    Özgür: Ann, müthiş bir annedir. Anaokulunda çalıştığı zamanlarda o minik çocuklara da inanılmaz bağlıydı. Ben de iyi baba olmak isteyen bir adamdım. Aşk meşk bir yana, biz deli gibi çocuk sahibi olmak isteyen iki insandık. Evren sanki bizi, Zeytin ve Ronan’ı yapmamız için de bir araya getirdi. Yıllar önce seyrettiğim bir belgesel vardı. Afrika’da filler, suya ulaşmak için yüzlerce mil yol kat ediyorlar. Hayatta kalmaları için tek şans bu yolculuğu tamamlamaları. Ama yavru bir fil ayağını incitiyor. Onsuz ilerlemek yerine, bütün sürü, hızına düşüp, onunla birlikte yavaş yürümeye başlıyor. O koca sürü, o bebek fil için hayatlarını riske atıyor. Ann’le benim için de çocuklarımız bu kadar önemli. Ben o yolculuğa Ann’siz de olsa devam edeceğim ve bebek fili suya ulaştıracağım.

    Kanserin son evresindeki Ann Ercan, hastanede kemoterapi yerine, evinde sevdikleriyle olmayı seçti

    ÖZGÜR: BOYNUMA ANN YAZDIRDIM

    Boynuma Ann yazan bir dövme yaptırdım. Yüzük parmağıma da sufi felsefesini anlatan bir dövme. İğne ve iplik. Değişim ve ebediyet.

    AKIL ALMAZ DAYANIŞMA

    Arkadaşlarınız, dostlarınız..

    Özgür: Herkes inanılmaz destek! Öyle böyle değil. Amerika’da bir web sitesi var, insanlar üye oluyor ve bir destek grubu oluşturuyor. Bizim için de, 200 küsur arkadaşımız bir araya geldi. İmece usulü akıl almaz bir dayanışma gösteriyorlar. Noel zamanı perişan bir haldeydik mesela, Ann ameliyat oluyordu. Dediler ki, “Çocukların Noel’lerini biz yapacağız!” Gerçekten de bir kamyonet dolusu oyuncak geldi. Sonra yemek göndermeye başladılar. Salı günü biri yapıyor, perşembe günü diğeri. Türkiye’deki gibi hasta yakınını evde ağırlaman da gerekmiyor, yemekleri kapıya bırakıp gidiyorlar. Biri geliyor, “Çimin uzamış, çimini biçeyim” diyor, öbürü, “Köpeğinin saçı uzamış, dur bir kestirip geleyim” diyor. Çocukları alıp gezdiriyorlar. Gerçekten inanılmazlar!

    O GİTTİKTEN SONRA ANN’İ İÇİME ALACAĞIM

    Çocuklar seni daha çok hatırlasın diye bir şeyler yapıyor musun? Onlara kutular hazırlamak, mektuplar yazmak gibi...

    -Evet, iki kocaman tahta kutu hazırladım. “Bunlar Zeytin’e, bunlar Ronan’a” diye, bir sürü şeyi ayırdım. Mektuplar da yazdım. Son zamanlardaysa kendimi iyi hissettiğimde telefonumla video çekiyorum. Birlikte söylediğimiz sevdiğimiz şarkıları söylüyorum. Bir de annelerini çok erken kaybetmiş iki arkadaşıma, “Annenin sana ne bırakmasını isterdin?” diye sordum. Doğumlarıyla, çocukluklarıyla ilgili sadece annelerinin onlara anlatabileceği hikâyeleri duymak istediklerini söylediler. Ben de bir liste çıkardım. Çekiyorum bir şeyler. Yıllar sonra açıp izlerler. Belki tuhaf gelecek ama hayatla, cinsellikle ilgili, “Annem hayatta olsaydı da sorsaydım” diyecekleri şeylere de yanıtlar veriyorum. Her şeyi yapabilmek istiyorum. Acelem var benim!

    Özgür: Ann’in eşarp, fular ve atkı koleksiyonu var. Şimdi iki sanatçı, onlardan hem Ronan’a hem de Zeytin’e özel bir yorgan oluşturuyor. Anneleri yatakta hep yanlarında olacak, hep onlara sarılacak.

    Kanserin son evresindeki Ann Ercan, hastanede kemoterapi yerine, evinde sevdikleriyle olmayı seçti

    “Benden sonra Özgür bu çocuklarla ne yapacak?” diye düşünüyor musun?

    Ann: Hayır, ona o kadar çok güvenim var ki. O halleder. Bebek filleri suya ulaştırır...

    Özgür: Ann’den sonra benim bir yarım Ann olacak. Onu içime alacağım. Çocuklar bende hem beni hem Ann’i yaşayacaklar.

    KONTROLLERİ SAKIN İHMAL ETMEYİN 
    ERKEN TEŞHİS TEK ÇÖZÜM

    Bu hastalık nasıl gelişti? Ne zaman fark ettin? Ne fark ettin?

    Ann: Karnımda bir şişlik vardı. Ve kabızlık yaşıyordum. Normalde de yaşamam. Doktoruma anlattım. Baktı, etti. Çok ciddiye almadı. Ultrason, x-ray, kan tahlilleri, her şey normal çıktı. Ben hâlâ, “Bedenimi tanıyorum, anormal bir şeyler oluyor!” diyorum. Doktor değiştirdim. Fakat öyle sinsi bir hastalık ki semptomları yok denecek kadar az ve benim yaşımda pek rastlanmıyor. Muhtemelen doktorlar, o yüzden yumurtalık kanseri ihtimalini düşünmediler. Bu arada aylar geçti tabii. Ama sıkıntılarım devam ediyordu. Bu hastalığın ne yazık ki sadece yüzde 18’i erken evrede yakalanabiliyor. Hele biraz kiloluysan, teşhis etmesi iyice zor. Sonunda doğru doktoru buldum, ameliyat da oldum, kemoterapi ve aklına gelen her şeyi yaptık. Hatta piyasaya altı ay sonra çıkacak ilaçları kullandım. Ama iş işten geçmişti. Geç kalınmıştı.

    Kanserin son evresindeki Ann Ercan, hastanede kemoterapi yerine, evinde sevdikleriyle olmayı seçti

    Amerika’da doktor ihmali olmazmış gibi geliyor. Öyle değilmiş demek ki...

    Özgür: Tıpta, tüm dünyada olasılıklar göz önünde bulunduruluyor. Ann yaşında birinin bu hastalığa yakalanma ihtimali çok düşük olduğu için bu ölümcül saatli bombayı fark edemediler. Hem de Ann’in sürekli, “Bu işte bir iş var” demesine rağmen.

    Ann: Benim insanlara vermek istediğim bir mesaj var: Erken teşhis tek çözüm. Vücudunuzu iyi tanıyın ve değişimleri ciddiye alın. Ben pap smear’imi düzenli yaptıran biriydim. Ama yeterli değilmiş. Vajinal ultrason yapılması gerekiyor. Şişme, hazımsızlık, kabızlık, kilo kaybı, kilo alımı türü şeyler çok sıradan duruyor ama ciddiye alın lütfen.

    ANN HEP ÇOCUKLARIMIN GÖZLERİNDE OLACAK

    Kanserin son evresindeki Ann Ercan, hastanede kemoterapi yerine, evinde sevdikleriyle olmayı seçti

    Nasıl tanıştınız?

    Özgür: Üniversitede tanıştık. Benim ilk senemdi. Onun oda arkadaşıyla arkadaştım. İlk görüşte çarpıldım. Ama sadece adını biliyorum. O zaman Facebook filan da yok, onu tavlamak için bütün öğrencilerin adının olduğu kitabı bir dedektif titizliğiyle taradım. Arkadaş olduk, kısa süre sonra da çıkmaya başladık. 92’den bu yana birlikteyiz. En fazla 18 saat ayrılmışızdır. Birlikte büyüdük.

    Bir hayatla birlikte, bir aşk da bitiyor gibi mi hissediyor insan?

    Özgür: Yok hayır. Sanki biz tanışmadan önce de bu aşk vardı. Bu bedenlere doğmadan. Biz her zaman birlikteymişiz ve hep birbirimizi beklemişiz gibi hissettik. Bu sanki bizim ötemizde bir şey. Ruhlarımız hep birlikteydi. Tekrar neden bir araya gelmesin ki. Ölüm, neden bir son olsun ki. Belki bir savunma mekanizması, belki bir avunma ama biz inanıyoruz buna.

    Ann: Aşk bitmiyor, ileride farklı bir formda bir araya geleceğiz. Belki bir çiçek ve kelebek olarak. Öyle ya da böyle yine birbirimizin olacağız.

    Özgür: Artık hayatı, bir gün olarak düşünüyorum. O gün bitene kadar da dolu dolu yaşıyoruz. Her an, “Çocuklar, anneniz rahatsızlandı, ben onu yatağa yatırıp, geleceğim” diyebilirim ve ölebilir. Tabii ki deli gibi özleyeceğim, eksikliğini hissedeceğim. Ama ben de birlikte geçirdiğimiz bu 23 yıl için sürekli şükrediyorum. Ann, benim piyangomdu. Abuk subuk bir sürü şey geldi başıma ama yanımda hep o vardı. Ve ne mutlu ki, bu sevgiden iki güzel insan doğdu. Biz onu hep yaşatacağız. Biliyorum ki Ann, hep çocuklarımın gözlerinde olacak...

    Kanserin son evresindeki Ann Ercan, hastanede kemoterapi yerine, evinde sevdikleriyle olmayı seçti
    Ann kemoterapide dökülen saçlarını, çocuklarını eğlendirmek için punk kestirdi.

     

    ------
    Bir kanser hikayesi daha
    Pencerenin önünde örgü örüyordu , her zamanki günlerden biriydi , hava soğuk ve yine İstanbul trafiği hakkında radyoda yine o bildik haberleri veriyordu.
     
    CROPY
    Bir kanser hikayesi!
    Çocuk okuldan nasıl dönecekti , inşallah hasta da olmazdı.   Yarın da sınavı vardı oğlanın , kerata yine eve gecikecek , gelir gelmez o televizyon dizisini , 70'li yılları hiç bilmeden heyecanla izleyecek ve babadan fırça yiyecekti. Tüm bunlar aklından geçerken , örgüde bir düğüm atladığını hissetti , yaşlanıyor muydu ne? Dikkatini dağıtan şeyin komşu apartmanın önüne asılan ilan panosundaki "meme okulu" yazısı olduğunu farketti. Ne garip işti bu ? Böyle isim mi olur? "Meme Okulu" ... Pes doğrusu , bu reklam işinde iyice aşırıya kaçmışlar dedi kendi kendine. Birden bunun bir reklam olmadığını , belediyenin de desteğiyle yapılan kadın eğitimlerinin ilanı olduğunu farketti. Ama ona neydi ki? Meme kanseri onun hayatında hiç yer etmiyordu. Ne annesi , ne teyzesi , kimsede yoktu , televizyondaki dizi yıldızlarından bulaşacak hali de yoktu ya!
     
     
    Aradan kaç dakika geçti bilinmez , kapı çaldı , okul aile birliğinden arkadaşıydı kapıdaki. Çok iyi ve girişken bir kadındı , eğitim, sağlık , spor, çocukların kadınların yararına nerede ne var , hepsi mahallede ondan sorulurdu. Canı sıkkındı kadının , bir kahve içip , iki çift laf etmek için gelmişti arkadaşına. Geçenlerde telefonla haber almıştı akrabasından, meme kanseri olmuştu. Ameliyat olacaktı , ama o kadar korkuyormuş ki kadıncağız doktordan kaçıyormuş... "Amaaaan dedi birden , öyle şey mi olur? doktordan korkulur mu hiç?"
     
    Laf nereden döndü dolaştı bilinmez , birden kapıya asılan ilan panosundan açıldı söz. Meme okulu sözleri üzerine gülüştüler , esprinin bini bir paraydı. Bir anda meme kanseri olan akraba için bile olumlu şeyler konuşulur hale gelmişti. Sihirli bir kelimeydi sanki : "Meme Okulu"... Komşu herşeyi bilirdi nasıl olsa , bunu da biliyor olmalıydı. Ve cevap gecikmedi , belediyeyle , bir meme merkezi işbirliği yapmış kadınları eğitiyormuş. Doktoru da tanıyormuş , genç , konuşkan bir tipmiş , avrupada okumuş mu ne? Her giden hastaya heyecanla aynı projeleri tek tek anlatıp , kadınları eğitmekten , meme kanseri ile ilgili bilinenleri ve bu ülkede yurtdşındaki kadınlarda görmediği korkuları yoketmek gibi , boş ve uzun konuşmalar sonrası muayeneye geçiyormuş , ama yine de güvenilir bir tipmiş.
     
    Kahveler bitmişti , ama muhabbet bitmek bilmiyordu . Birden , hadi gidelim mi , meme okuluna dedi komşu? Gülüştüler, ciddi misin? dedi komşusuna. Zaten o kadar iş güç vardı , ama yine de denemeye değerdi, hem hastane de Cihangirdeydi , beğenmezlerse , dönüşte bir kahve içip , eskicileri gezerlerdi. Kaybedecek çok şey olmadığını düşündüler ve karar alındı. Çarşamba gidilecekti , iki gülüp sonra da arka kapıdan hızla kaçılacak ve eşler hastanede bilecek ama hanımlar Cihangir eskicilerinde eve süs bakacaktı , mükemmel bir plandı , herşey tamamdı ve zaten o gün oğlanı okuldan bey alacaktı.
     
    Çarşamba sabah! Aman nereden evet demişti bu teklife? Zaten her çılgınlık da bu komşudan çıkıyordu. Sırf meraktan gidip de meme okuluna kaydolmak , ama gelecek salı yapılacak altın gününe bol muhabbet malzemesi toplanacaktı.Son bir sigara daha yaktı , hastanede içmek hoş olmayacaktı , herkes bahçesi çok güzel dese de , koca kadına hastanede sigara içilmezdi. Aman değer miydi? Meme Okulu gazına gelip , 2 saat sigara da içilemeyecekti. Hanımlar sokağın başında buluştu , yolda, meme okulu üzerine , bol komik espriler üreterek ve heryerde asılı meme okulu ilan panolarına bir espri patlatılarak , levhalar takip edilip o sarı ve güzel binaya gelindi. Bu bina dizide Behlül'ün Bihter'i öptüğü hastane değil miydi? Bir anda bina , bir anlam daha kazanmıştı,  güler yüzlü hastane koruması onları toplantı salonuna götürürken , hemen Bihter'in yattığı oda tespit edilip , geçen yılki dizilerle , bu yıl diziler karşılaştırıldı. Bu sene favori Hürrem'di, ama Fatmagül'ün sonu Hülya Avşar filminden bilinse de  yine de merak edilmekteydi. Biraz sıkılarak da olsa , toplantı salonuna girildi. Bir sigara içeri girmeden içse miydik acaba? Yanıt yoktu , herkes bir anda salonun ve binanın büyüsüne kapılmıştı. Burası Universal İtalyan Hastanesiydi.
     
    Duvara yansıyan meme okulu yazısı , yine gülüşmelere neden oluyordu , bellki ki salondaki tüm kadınlar aynı merak ve muzip duygularla gelmişlerdi. Derken salona genç , beyaz önlüğün kenarı özenli ütülenmiş parlak yüzlü bir doktor girdi. Kısa selamdan sonra , doktor o daha önce bildiği hikayesini anlattı , arkadaşına dönüp Avrupalı doktor bu muymuş ayol?  Derken birden o çarpıcı sözler genç doktorun ağzından çıkmaya başladı. "Biz bu projeyi , meme kanseri gerçeğinden habersiz evinde örgü ören Ayşe Abla için yazdık...!"
     
    Ayşe Abla irkilmiş , biraz daha dikkatle dinlemeye başlamıştı farkında olmadan ve sigara açlığı yerini dikkat çekici sözler sarfeden bu adamın sözlerine odaklamıştı onu.  Peşpeşe sıralıyordu genç adam: Meme kanseri, ailede meme kanseri olmasa da görülebiliyor , kontrolsüz doğum kontrol hapı kullananlarda , sigara içenlerde risk artıyor, meme kanserinden korunmak mümkün olmasa da , erken teşhis mümkün ve mamografi çekilmeyen kadınlar risk altında, meme kanseri erken teşhis edildiğinde çoğu zaman memenin alınmasına gerek kalmıyor ve  hatta kemoterapi bile vermeye gerek kalmıyormuş.”O anda kendisinin hayatında meme kontrolü için hiçbir doktora gitmediği aklına geldi. Bu kadar teadüf olabilir miydi? Genç adamın her cümlesi kendinde bir farkındalık yaratıyordu.Toplantının sonu gelse de randevu alsam diye geçti birden aklından ama, akşama ne pişecekti? O daha önemli geldi birden. Eğitim bitmişti , içinde birşeyler uyanmıştı , doktora gitmeliydi , ama kendinde birşey hissetmiyordu ki, neden gidecekti? Çıkışta doktorun etrafina giden kalabalığa baktı , anlaşılan bazıları doktorun daha önce ameliyat ettiği kadınlardı , kimi hayır duası ediyordu , kimi de sorular soruyordu. Cesaretini topladı , kendi grubundan koptu ve :"Doktor Bey , randevu için kiminle konuşacağız?" diye sordu... "Ablacığım eğer acilse , bugün biraz bekletirim ama bugün ameliyata girmeden bakabilirim" cevabını aldı. Cevap hoşuna gitmişti , ama durum acil olmasa da , tamam dedi , zaten dünden kalan yemekler bugünü de idare ederdi.
     
    Behlül'ün Bihter'e koştuğu cam koridordan geçilerek gidiliyordu muayene odalarının olduğu kata, dudakları yırtılırcasına gülümseyen bir görevli kız çocuğu ona eşlik ediyordu. Bahçe de hakikaten çok güzeldi. Görevli kıza birden soruverdi , belli etmek istemedi ama doktor hakkında bilgi almak istiyordu. Kız hazır cevap yanıtlayıverdi , “hiç merak etmeyin hanımefendi , muayene sonrası herşey çok değişmiş olacak sizin için” dedi. bir de meme okulu ilanları aklına geldi , gülümsedi.
     
    Doktor bu sefer beyaz önlük altına yeşil bir forma giymişti , ama gülümseme , enerji aynıydı. Sanki içerde iki saat konuşan o adam değildi. "Gençlik" dedi mırıldanarak, ama hala "Abla" lafına takmıştı , belki de biraz kırılmıştı.
     
    Karnı burnunda hamile başka bir sekreter , doktorun muayene odasına eşlik ederken , ondan da son bir tüyo almak istedi ama  nafile artık odada ve kendi hikayesiyle başbaşaydı. Bir ilan panosu ve bir anlık muhabbetin büyüsü , birden bambaşka bir yere getirmişti onu. Yabancıydı buralara , nerelerden geliyordu? Şarkıdaki gibi...
     
    Soru cevap faslından sonra , merakla beklenen muayene anı geldi , doktorun muayene sırasında yüzünün hali , onu hiç ilgilendirmiyordu ama, bir yere takılıp duruyordu genç adam muayenede, "birşey mi var acaba diye soracak oldu ama ne olabilir di ki? bu sadece basit bir ilk kontrol muayenesiydi. İlkinde piyango vuracak hali yoktu ya.
     
    O ara doktor, "daha önce burada birşey var mıydı?" diye sordu. Sürekli birşey olmayacak nasıl olsa diye gülümseyen yüz , bir anda gerildi ve "yooo, yoktu" diye kısık bir sesle yanıtladı. Bugün müsaitseniz bir mamografi çekebilir miyiz? diye sordu doktor.
     
    Mamografi yapıldı , hızlı bir telefon trafiği ve doktorun ameliyat çıkışı beklendi . Kıvırcık saçlı çok sempatik bir doktordu mamografiyle ilgilenen , bir saate yakın yazdı yazdı , sorular sordu . Konuşması sanki yıllarca yabancı ülkede kalanlara benziyordu , tam soracaktı ki birden cep telefonuyla Fransızca konuşmaya başladı doktor. İşinde titiz bir kadına benziyordu , o nasıl olsa ahiretlik sorular sormuştu ona , o da , kadın doktora hemcinsi olmanın verdiği rahatlıkla sordu : "Siz de avrupada mı okudunuz?" , bu sorunun içinde biraz inceden dalga , biraz da ciddi merak vardı... "Ben , Fransa'da meme üzerine radyoloji eğitimi aldım , burada doktor bey'le beraber , meme kanseri üzerine çalışıyoruz cevabını alınca..." , hoşuna da gitmedi değil hani , ve yine merakla, "peki doktor hanım ne gördünüz?" , "ben raporumu yazıyorum , doktor bey size bilgi verecek, ama korkulacak birşey görünmüyor..." Ne demekti bu , yani daha kötülerini mi görmüşlerdi? yoksa bu kötünün iyisi miydi?
     
    Mamografi raporu alındı ve ışık hızıyla , sabahtan beri konuşan , muayene yapan doktora , bu sefer hiç farkında olmadan , "Ablacım , sonuç çıktı bir bakabilecek misin?" dedi. Dedi ama bu sefer de kendine kızmıştı , neredendi bu samimiyet , o anda doktorunu kabullendiğini ve bir an evvel eve gitmek istediğini farketti.
     
    "Ayşe Ablacım, bugün eğitimde anlattığım , erken evre meme kanseriyle uyumlu bir görüntü tespit ettik , iyi ki gelmişsin, ama güzel haber, o toplantıda bahsettiğimiz tüm olumlu haller senin için geçerli..."
    İçinden , "Ne olumlusu , ne hali , hem kanserle uyumlu diyorsun , hem de olumlu diyorsun be adam dedi , bağırmak istedi, bağırarak ağlamak istedi." Sürmeli gözlerden iki damla yaş yanaklara aktı. Yutkunamıyordu , soru da soramıyordu , doktor hala konuşuyordu ama ne dediğini kesinlikle anlamıyordu , sigara mı içsem , yoksa sokağa fırlayıp bağırsam mı , bu bir kabus mu? Yok yok başka bir doktora da danışmalıyım , fikirler bir o yana , bir bu yana uçuşuyordu. Sarsıldı, kendine geldiğinde , doktor biyopsiden , ameliyattan bahsediyordu.
     
     
    Bir hafta sonra
     
    "Günaydın , ellerine sağlık doktorcum, meme alınmadı , kemotrapi de görmeyecek mişim , sadece bir kısa süreli ışın tedavisi ve ağızdan hormon hapıyla tedavi devam edecekmiş..." Sözlerini tuttun , ben de sözümü tuttum , sigarayı bıraktım." Doktor gülümsüyor , ve hala ilk toplantıdaki enerjiyle , güç aşılamaya devam ediyordu. Bihter'in cam koridorundan  ilerlerken , ilan panosu , eğitim , eğitim sonrası garipsediği o soru soran ve dua eden kadınlar geldi aklına , bir de dudakları yırtılırcasına gülümseyen o kızın sözleri "Çıkışta , Sizin için çok şey değişecek"...
     
    Yukarıda anlatılan hikaye , kimileri için bir masal , kimileri için önemsiz bir hayaldir. Ancak her haliyle hayal ürünü olan Universal Meme Okulu projesinin bir gerçeğidir.
     
    Op. Dr. Cem Yılmaz
    Genel Cerrah
    Universal İtalyan Hastanesi Meme Merkezi Direktörü
    ----

    Hayatim çok güzel gidiyordu,orta okulu bitirmis ve yeni bir yasama baslamistim lise
    hayati,yeni arkadaslar, yeni çevre bunlar gerçekten güzel seylerdi. Sinifimi ve
    arkadaslarimi sanki senelerdir taniyor ve hep onlarla vakit geçiriyor gibi çok
    benimsemistim.Öle böyle derken zaman o kadar çabuk geçmistiki ilk dönemi bitirip
    ikinci döneme girmistik hersey çok güzel gidiyordu hayatimdan çok memnundum vede
    cok mutlu bir zaman geçiriyordum ayni zamanda atletizmle
    ugrasiyordum,antremanlarima ve yarislarima gidiyordum devamli spor ve okul derken
    hareketli bir hayatim vardi..Ayni zamandada okulun bu seneki 19 mayis dans
    çalismalari için dans grubundaydim onunda antremanlari falan derken hem yorucu
    hemde bi yandan eglenceli bir dönem geçiriyordum.

    Eee tabi bir yandanda bu seneybitirdikten sonra hangi bölümü seçsem diye düsünüyor ve bir kararsizlik yasiyordum.
    Artik ikinci dönem basliyali 2 ay omustu ve bu süreçte bi çok seyle ugrasmak
    sinavlar,spor.dans çalismalari derken kendimi çok ama çok halsiz hissetmeye
    basladim sankii yasamiyor gibiydim öle bir yorgunluk vardiki üzerimde kendimi yasli
    insanlardan farksiz hissediyor yaptigim hiç bir seyden zevk almiyor ve devamli
    uyuyordum. okula geldim zamanlar yerimden kalkamiyordum herseye üseniyordum kantine
    gidip yemegimi almaya bile üsenir olmustumkii iste bana garip gelen soruda suydu ;
    Bu kadar hareketli bir yasam sürerken bu kadar aktif bir insanken ne olduda bu
    duruma geldim böle hayattan tat almamaya basladimda bu kadar yorgun herseye üsenen
    bir insan oldum? Bu soruyu kendime soruyor ama bir yanit alamiyordum artik bu
    yorgunluktan öte bir durum olmustu devamli uyuyor günümün yarisindan çogunu
    uyuyarak geçiriyordum.
    Bu durumdan hem sikayetçiydim ama hemde kendimi
    düzeltemiyordum. Bu durumdan benim sikayetçi oldugum kadar ögretmenleimde artik
    durumu anlamis ve bu durumdan rahatsiz olup beni yanina çagirmasi bana çok garip
    gelmisti.Beni yanina çagirip hiç iyi gözükmedigimi ve rengimin sapsari oldugunu
    söyleyip velinle görüsmek istiyorum dedi. Eee haliyle bende bu durumu hiç
    umursamadim ve aileme bisey demedim. Sonra bu halsizliklerim dewam etti ve annem bu
    durumdan çok rahatsiz oldugunu söleyip beni doktora götürmek istedigini söyledi
    bende biseyim yok dans,spor,okul hepsi bir arada olunca böle olmusumdur deyip
    onlari bahane edip gitmek istemedigimi söyledim.Tabi annem direk kaç senedir spor
    ve okul hayatin birlikte sürüyor bunca zaman seni böyle görmedim mutlaka gidecegiz
    diyip son noktayi koydu.
    Doktora gidip vitamin yazdiricamizi söyledi.Ertesi gün
    okula gitmedim sabah erkenden doktora gittik doktor beni kapidan görür görmez sok
    oldu dedi sen sapsarisin senin neyin var sarilik sandi beni basta muayne etti dedi
    sarilik degilsin peki ya nesin anliyamadigi için kan tahlili verdi vede anneme ne
    olursa olsun bunlari yaptirip hemen bana getirin dedi.Bizde yaptirdik ve götürdük
    doktor kanimin asiri derecede düsük oldugunu söyledi ve acil olarak göztepe ssk ya
    gitmemi söyledi.Ben ve annem çok telaslanmistik ve hemen dinleyip göztepe ssk ya
    gittik.. Beni hemen acile yatirip bana kan taktilar.Sonra neden kanimin bu kadar
    düsük oldugu arastirilmaya baslandi..
    15 gün boyunca acilde yattim her gece kan
    takiliyordu ama nedenini bilmiyorduk arastiriliyordu bazi degerlerim hep düsük
    çikiyorlardi. biseylerden süpheleniyorlarmis ama bundan emin olamiyorlardi.ve bi
    gün son asama olarak bana KEMIK ILIGI yapcaklarini söylediler bunun ne oldugunu o
    zamanlar bilmiyordum. sordum ve kemigimden belden bi su alacaklarini birseye
    bakacaklarini söylediler. gerçektende öyleydi iligimden bir sivi aldilar iste bu
    aldiklarii sivi belkide benim hayatimin bundan sonrasinda neler olucagini
    belirleyecek bi sonuçtu. Sivinin sonucu 1 hafta sonra çikti ve bunun sonucunda bana
    LÖSEMI tanisi koyuldu...
    Anneme söylendi tabi ben daha hiç bisey bilmiyorum.. hep
    soruyorum ne zaman eve gidicem neyim var diye hep 1 hafta sonra diyip
    geçistiryorlar birseyin yok diyip duruyorlar. Tabi kim inanirki buna o kdr 20 gün
    yatiyorum hala biseyin yok diyorlar. ve bir sabah asistanlar toplanip basima
    geliyorlar. seni asagidaki bölüme indiricez diyorlar..asagadaki bölümde ne hani
    evime gidicektim dedigimde ise bana su yaniti veriyorlar... asagidaki bölüm daha
    rahat odalar özel 2 kisilik rahat etmen için seni oraya aliyoruz diyorlar
    bana..bölümün ismini sordugumde hematoloji diyorlar.Eee tabi yasamadan bilemiyor
    insan hematoloji diyince hiç bisey anlamadim nerden biliyimki ben kanserim buraya
    kanser hastalari gelir.. nese indim o bölüme kapisinda içeri girdik...
    Tabi bu
    bölüme indim gene kimse bana bisey söylemiyor ne oldumu bilmiyorum bir haftada bana
    takilan ilaçari takip ettim internetten arastirdim isimlerini ve bu ilaçlarin
    kanser hastalarinin tedavilernde kullanildgini okudum.. iste bunu okudugum an sok
    olmustum neye ugradigimi sasirdm dona kaldim. ertesi gün doktor odama geldginde ne
    zaman çikacagimi sordum hastaligimi bilmiyor gibi bana sadece söylenen su oldu
    kaninda mikrop var bu yüzden uzun bi tedavin var dendi bende kendimi tutamayip
    kanser oldugumu biliyorum neden benden sakladiniz dedimm.! bana nasil
    söyliyeceklerini bilmediklerini ve psikolog yardmiyla söyliceklerini söylediler.
    ama artik ne degisirkiii ben bunu ögrenmistim kanserdim... iste asil YASAM
    MÜCADELESI bundan sonra basliyordu. önemli olan bundan sonrasiydi burdan çikmanin
    iki yolu vardi.. YA SAG YADA ÖLÜ.
    bu biraz kader biraz sans birazda benim elimde
    olan biseydi en basta asla pes etmiyecekk moralini bozmayacakk ve en önemliside O
    BENI DEGIL BEN ONU YENECEGIM diyebilmekti.. kanser oldugumu kabullendim vee artik
    önümde çok uzunn 1-2 senelik bi tedavi sürecim vardi tek seyim bu hastaligi yenip
    burdan sag çikmakti onun beni yenmesine izin vermek degildi ben onu yencektim bunu
    kafama koymustum.. ben ondan güçlüydüm çünkü.. Hemen kemoterapi tedavilerim
    baslamisti.. 1 ay gibi bi süre sonra yavasss yavass saçlarim dökülmeye baslamisti.
    ve bana gelipp üzülerekte olsa saçlarimin kesilmesi gerektigini. tamamen kazinmasi
    gerektigi söylendi yoksa öle kendiliginden döküle dökülee yok olcakti.. ama onlar
    döküldükçe ben kötü oluyordum.. 1-2 güne odama kuaför gelipp saçlarimi tamamenn..
    kazimislardii iste böyle yavasss yavasss bir çok seyimi kaybediyordumm.. önce
    saçlarim.. sonra git gide erimeye basladimmm çok zayifladim.. 1-2 sene boyunca
    kardesimi göremedim yanima hiç kimse giremiyordu.. yasaktii... her sabah
    kalktigimda aynada kafama bakiyordum aynada gördügüm ben bana yabanci geliyordu....
    ama bunuda atlatip kendimi toparladim tekrar ve tedavime baktim gene kemoterapilere
    devamdi..
    kemoterapinin ilerleyen zamanlarimda aldigim ilaçlar kolumu yakti..
    kolumda iz kaldi ben bu genc kizdim her korkuyordum tedavinin basinda böyle
    oluyorsa kim bilir sonuna dek neler yasarim diye düsünüyordum hep.. kan degerlerim
    düsüyordu zaman zaman kirmizi kan veya sari kan almam gerekiyordu ee zaman geçtikçe
    artik damalarin bile bulunmuyordu aci çekiyordun hepp sürekli delik desik olmak her
    gün bunlari yasamak.. eritiyordu beni ama en basta bu bölüme girerken karra
    verdigim gibi ben burda cikicam diyordum hala her seye ragmen.. heleki en aci seyy
    tedavi görürken orda arkadas edindigin insanlarin ölmeleriiii.. onlari kaybetmen o
    kadar aci biseyki anlatamam.. o kadar çok ölü çiktiki ben orda tedavi görürkenn
    deliricek zamanlara kadar geldim ama genede pes etmek yoktu... ve iste doktorum
    sabah gelip güzel haberi verdiii kaç aydir görmedigim kardesimi görecektimm bana 4
    günlügüne eve gidebilecegimi söyledi buna o kadar çok sevindimki anlatamam bu beni
    en mutlu eden sey olmustu.
    kaç aydir çikamadigim bu odadan çikiyordum kaç aydir
    disarinin havasini bile solumamistim çikicaktim yarin evime gitcektim 4 günlügünede
    olsa kardesimi görecekktim disari adim atacaktim iste bu yapacagim seyler size su
    an normal gelen seyler olsada bana bu zamanlari yasarken yaptigim en önmli seydi bu
    benim içinn ve eve cikig kardesimn yanina gtmistim.. ama kardesim beni görünce sok
    olmustu çünkü artik saçlarim yoktu keldim.. bana ne kadar belli etmek istmesede
    gözleri dolmustu bana simsiki sarilip beni çok sevdigini söylemisti. iste o an
    ölmeden kardesimide gördüm ya daha baska bisey istemem dedim... hastanede gecmeyen
    zamanlar evde çok cabuk gecmisti 4 gün bitmistiii ve artik gene hastaneye o
    odalara... dönüs vardi gene yasam mücadelesi vermek vardi... döndüm ve kempterapi
    tedavim gene devam ediyordu. bu süreçteee yürüyemez yataktan kalkamaz zamanlarim
    oldu sürekli bayginlik geçirdigim dönemler geçirmistim... vee bu dönemleri
    geçirirken doktorum tedavinin sonuna yaklastigimi artik son 1-2 ayimin oldugunu bu
    kemoterapilerimide alinca bi sorun çikmassa tedamin son blucagini söylediii. ben
    mutluluktan havalara uçmustum... ve sonunda o gün geldiiiiiii..
    son bi haftamida
    bitirmistimmm tedavim son bulmustu ben bunu yapmistim.... yenmisttimmm bu seyii
    benn doktorum tedavimin bittigini ve 1 hafta isin tedavisi yani radyoterapi
    aldiktan sonra tamamen son bulacagini sadece artik kan tahlilleri kontrellerine
    gelicegimiii artik evime dönecegimi okula gidicegimii söyledi.... bu benim içinnn
    en mutlu haberdiii radyoterapimide bitirdikten sonra evimee dönmüstüm artik hastane
    yok tu. ilaçlar yoktu delik desik olmak yoktu.... BEN BU HASTALIGI YENMISTIMM
    BITIRMISTIMMMMMM... Ben bu hastaligi geçirdigimde lise 1 okuyordum 15 yasindaydim
    arkadaslar simdi ise ben 17 yasindayimmm okuluma gidiyorum... saçlarim uzadi...
    mutlu bir yasam sürüyorum sadece kntrollerim dewam ediyor o kadarr yaniiii bu
    hastalikta pes etmek yok ne olursa olsun... O BIZI DEGIL BIZ ONU YENECEGIZ
    DICEZZ.... HAYAT DEGERLII YASAMAYA DEGER... HERSEYINNN BIR ÇARESIII VARDIR..
    UNUTMAYALIMKII INANMAK BASARMANIN YARISIDIR... Benimde hikayem bu sizlerle
    paylasmak istedim..


    Rumuz: lösemi_ve_ben

    -----

    merhaba,
    ben 49 yasinda 2008 agustos'unda tanistim meme kanseri ile. Evde keyifle televizyon
    seyrederken elime gelen bir kitle ile basladi tüm hikayem. ertesi gün hemen
    arastirmalar sonucu buludugum doktoruma gittim. benden ultrason ve mamagrafi istedi.
    ayni gün ultrasonu ceken doktor bana kanser oldugumu söyledi. o an yikildim.
    doktoruma gittigimde bu kitleden bir an önce kurtulmam gerektigini ve sonrada
    metastas yapip yapmadigini arastiracaklarinii söyledi. her gecen gün söylenenler
    daha agir geliyordu. Ama cocuklarimi daha fazla üzmemek için güçlü durmaya
    calisiyordum onlarda ayni tiyatroyu bana karsi yapiyorladi. hic bir zaman niye ben
    demedim bu hastalik gelmisti basa ve bunu yenmek gerekirdi.kisa süre sonra ameliyat
    oldum

    Ameliyattan cikinca ilk gögsümü kontrol ettim allahim yerindeydi ama koltuk
    altim bir cukur gibi oyulmustu adeta cocuklarimin gözleri cakmak cakmakti ne
    olduguna anlam veremiyordum.Doktorum hassasiyetimi anlamis ve gögsümü almadan tüm
    kitleyi temizlemisti. ancak alinan kitle büyüktü ve tüm koltuk alti lenflerim
    alinmisti. Sira patalojiden cikan sonucu beklemeye gelmisti. bir hafta sonra sonuc
    cikmisti ama oda pek ic acici degildi.Sol memede 22*10 mm uzunlugunda kitle ve
    alinan 55 lenfin 26sinda kanser hücresi saptandi.evresi 2B idi. cinsi ise
    agresif.umudum kalmismiydi?ayaktaysam hala umut vardi. o an karar verdim sonuc ne
    kadar kötü olursa olsun ben kazanacaktim. herzamanki gibi yine dimdik durdum
    doktorlarin söyledigi kötü herseye kulaklarimi kapattim. ama tedavi sekline harfiyen
    uydum.

    Agir bir tedavi süreci basliyordu artik. 12 hafta boyunca haftada 1 kez
    kemoterapi oldum. ardindan 6 hafta radyoterapi ve son olarakda 21 günde bir 4 defa
    kemoterapi oldum. Bu süre kolay degildi elbette benim gibi güzelligine önem veren
    biri icin saclarinin dökülmesi kas ve kirpiklerimin artik olmamasi rengimin pis bir
    sariiya dönmesi bile yasama sevincimi bozmadi. hayatimin her döneminden olumlu bir
    seyler cikarmayida bildim ben. güldüm eglendim herseyden zevk aldim. en büyük duam
    ise kücücük olan torunlarim ile daha uzun yillarberaber olmakti.artik tedavim biteli
    2 sene oldu cok sükür cok iyiyiim. hayata umutla ve sevgiyle bakiyorum. daha
    yasanacak cok güzel günlerim var biliyorum. hayati, yasamayi, gezmeyi, eglenmeyi,
    gülmeyi, cocuklarimi, torunlarimi, arkadaslarimi ve kendimi cok seviyorum...

    Rumuz:Pınar

    ---

    EĞER NEFES ALABİLİYORSAK, HALA UMUT VARDIR....
     
    Ağustos 2005. Muhteşem bir tatil sonrası evdeyiz. O zaman 1.5 yaşında olan kızımı anneme bırakıp tatile çıkmıştık. Tatil bitmiş eve dönmüştük nihayet. 
    Kızımla yerde yuvarlanıp, hasret gideriyoruz. Epey yorulduk. Koltuğa uzanmış dinleniyorduk. Elim birden sağ göğsüme gitti. Sağ göğsümün iç tarafında elime küçücük bir sertlik geldi. İyice baktım, evet orda bir kitle vardı. Hemen diğer göğsüme baktım. Öyle bir setlik yoktu onda. Eşime söyledim. O kadar küçüktü ki önce bulamadı. Sonra iyice inceleyince buldu. Aman şu kadarcık şey önemli bir şey olamaz dedi. Bende öyle düşündüm aslında. Ama içime bir kurt düştü. Ki ben hiç evhamlı biri değilimdir. Ama hep garip bir şekilde meme kanserinden korkmuşumdur. Acaba hangi doktora gitmek lazım, onu bile bilmiyorum ki. 
     
    Ertesi gün jinekoloğuma gittim. Muayene etti. Benim alanım değil ama seni iyi bir cerrah’a göndereceğim birde o baksın dedi. Hemen o gün dediği doktora gittim. Muayene edip, bir sürü sorular sordu. Ultrason istedi. Çektirdim. Fibrokist çıktı.O zaman doğum kontrol hapı kullanıyordum. İlacı bırakıp 2 ay sonra tekrar gelmemi istedi. Yaşım çok genç olduğu için kötü bir şey düşünmedi. 
    İçim rahat etmemişti. Ben arkadaşımız da olan başka bir cerraha daha gittim. O ultrasana baktı. İstersen birde biyopsi yapalım, içimiz rahat etsin dedi. Peki dedim. Biyopsi yapıldı. Sonucu heyecanla bekliyorum. Ve sonucu aldık. TEMİZ. Oh be işte şimdi rahatladım. Eşim ‘ben sana demedim mi diye’ şakalaştık hatta. Nasılsa her şey yolunda diye doğum kontrol hapını bırakmadım.
     
    Aradan 3-4 ay geçti. Hiçbir şikayetim yok. Ama kitle inanılmaz bir hızla büyüyordu. Artık dokunmadan da belli oluyordu. Ağrı sızı hiçbir şey yok. Bir gün tamamen tesadüf arkadaşımız olan, ikinci gittiğim doktorumla karşılaştık. Ne oldu senin şu kitlen diye sordu. Bende çok büyüdü, ama ağrı sızı yok dedim. Yarın hemen hastaneye gel bakayım dedi. Akşam eşime anlattım. Hatta ‘canı sıkılıyor bu doktorun’ diye söylendim de. 1-2 gün sonra söylene söylene gittim hastaneye. Muayene etti. ‘Gel biz bu kitleyi alalım, hoşuma gitmiyor’ dedi. Nasıl alınacak diye sordum. Önemli değil küçük bir operasyon dedi. Ben düşüneyim dedim. 
     
    Aynı gün ilk gittiğim prof.doktora gittim. Tabi bana çok kızdı. Bu kitle bu kadar büyüyene kadar nerdeydin diye. Diğer doktordan bahsettim. Bana kitleyi alalım diyor dedim, siz ne dersiniz. Olmaz öyle şey dedi. Tru-cut biyopsi olması gerek dedi. 
     
    Tekrar ikinci gittiğim doktora gittim. Prof. Tru-cut yapılması gerek diyor dedim. Gerek yok böyle bir şeye, hem tam sonuç vermeyebilir bu test dedi. 
     
    Kafam allak bullak olmuştu. Sürekli eşimle konuşuyorum ne yapalım diye. Eşim başından beri bir şey olmadığına inandığı için tru-cut biyopsisine gerek yok, aldır gitsin dedi. Ve basiretim bağlandı. Tamam dedim. 2. doktora gidip alalım dedim. 
     
    Ameliyatla kitle alındı. Doktor odama gelip ‘kitleyi aldık ve patalojiye gönderdik. Eşine telefon numaralarını verdim sakın ihmal etmeyin yarın sonucu alın’ dedi. (Ama ben sonradan öğreniyorum ki, ameliyatta kitle çok sert olduğu için tamamını alamıyor, alabildiği kadar alıp, kapatıyor) Ben Salı günü ameliyat olmuştum. Çarşamba günü aramadım daha çıkmamıştır diye. 2 gün sonra, Perşembe günü pataloji merkezini aradım. Çıkmadı dediler. Cuma aradım. Çıkmamış. Ameliyatı yapan doktoru aradım. Çıkmadığını söyledim oda çok şaşırdı. Ama ben iyice korkmaya başlamıştım. Korkuyorum ama, kötü bir şey çıkacağını aklıma bile getirmiyorum. 
     
    Ve cumartesi günü nihayet bizi aradılar. Sonucunuz çıktı. Doktor sizi bekliyor dediler. Ben gelemem şimdi, bana sonucu fax ile gönderin dedim. Olmaz doktor sizinle görüşmek istiyor dediler. O an içime bir ateş düştü. Ama alev almıyor. Hala bir umut var içimde. 
    Eşimle beraber apar topar çıktık. Bizi içeri aldılar. Çok sevimli bir doktor. Bana çok daha genç duruyorsunuz dedi. Başladı anlatmaya. Hiç susmuyor ama. ‘tekrar ameliyat olmam gerekiyormuş, göğsümün tamamını alabilirlermiş, çok uzun ve yorucu bir tedavi süreci geçirecekmişim, moralimizi yüksek tutmamız gerekmiş, birbirimize destek olmamız gerekmiş…….’ İçimden ne diyor bu adam diyorum. 
    Birdenbire ben KANSER miyim dedim. Eşimde doktorda şaşırdı. HAYIR dedi. Evet doğru duydum HAYIR dedi. Lavaboyu kullanmak üzere izin isteyip, odadan çıktım. Çıktım ki bana söyleyemedi tamam, bari eşime söylesin dedim. Geri geldiğimde hala bir şeyler anlatıyordu. ‘Keşke tru-cut biyopsi olsaydı daha iyi olurdu gibi’ Dikkatle eşimin yüzüne bakıyorum. Bir değişiklik var mı diye. Yok. Bıraktığım gibi. Raporu verdiler ve çıktık. Bir sürü anlamadığım terim yazıyor. Kanser kelimesi arıyorum. Yok öyle bir şey de yazmıyor. Eve geldik. Herkes deli gibi bizi arıyor. Doktor ne dediyse anlattık herkese.
     
    Ertesi gün yani Pazar günü ameliyatı yapan doktor aradı. Sonuç belli oldu mu, raporu aldınız mı? diye. Bizde rapor çıktı, aldık dedik. Bana okuyabilir misiniz dedi. Eşim aldı telefonu. Okumaya başladı. 
    - ÖYLEMİ, 
    - EMİN MİSİMİZ, 
    - KESİN Mİ, 
    - NASIL OLUR? …………………………………………�� �………………………………….
    Son duyduklarım bunlardı. Nihayet gerçeği öğrenmiştim. Öğrenmez olaydım. 
     
    Aylardan şubat ayıydı. Hava çok soğuk. Boğuluyorum sandım. Kendimi dışarı zor attım. Ve hayatımın sonuna kadar pişman olacağım sözler maalesef ağzımdan dökülüverdi. Allah’ım sana isyan etmiyorum. Ama madem bana bu hastalığı verecektin, kızımı niye verdin. Onu nasıl bırakırım ben.(ALLAH’IM NE OLUR AFFET BENİ) O an tek hissettiğim buydu. Oysa kızım benim yaşama sebebim olacaktı. Sonra birden annem aklıma geldi. Saatlerce bunu düşündüm. Allah’ım nasıl söylerim, ‘anne kızın KANSER oldu’ nasıl derim.
     
    Eve geri geldim. Saat 22.00 civarı birden kendimi çok güçlü hissettim. Annemi aradım. Sizinle bir şey konuşmam gerek dedim. Annem babam, kardeşlerim toplanmış beni bekliyorlardı. Her şeyi anlattım. Bana soru sormalarına izin vermeden, kaçarcasına çıktım. Yüreğim yangın yeri. İçime düşen ateş, baba evinde alev almıştı artık. Babamın evi yanıyordu artık. Ama üzerimden büyük bir yük kalkmıştı.
     
    Şimdi ne olacaktı. Beynim bomboş. Ben bu dünyada değildim artık. Kendimi, kızımı, eşimi, ailemi hiç birşeyi düşünemiyorum. Ağla be kadın. Yok. İçimden ağlamak gelmiyor ki. Dedim ya BEN BU DÜNYADA YOKUM Kİ. 
     
    Ertesi gün pataloji raporunu alıp, ilk gittiğim prof. Doktora gittik. ‘Neden beni dinlemediniz, neden kafanıza göre iş yaptınız’ gibi sözler bekliyordum. 
    Hiçbirşey söylemedi. Muhteşem adam diyorum ben artık ona. Hemen defterini açtı 4 gün sonraya gün verdi. Hemen ameliyat olman gerek dedi. Göğsünün tamamını alacağız dedi. Hiçbir şey hissetmiyorum. Şubat’ın 10’u ameliyat olmam gerek. O güne kadar yüzlerce tahlil, tomografi, röntgen, kemik sintigrafisi vs.. hepsi yapılıyor. Metastaz var mı diye. Çok şükür bir şey çıkmıyor.
     
     
    O günden sonra ben dilsiz olmuştum sanki. Eşim daha güçlü. Onu güçlü görünce bende biraz daha iyi oluyorum. Kimseye bir şey sormuyorum, Kimseyle konuşmuyorum. Kendimi dünyaya kapattım. Zaten BEN BU DÜNYADA YOKUM Kİ. 
    Evim ne kadar kalabalık, telefon susmuyor. Çıldıracağım. Kimseyi istemiyorum, kimseyi. Gelenler, arayanlar moral bozmaktan başka bir işe yaramıyordu. Herkes yarın ölecekmişim gibi bakıyorlardı. Hatta o zaman bana çok acı veren bir olay olmuştu. Bir yakınımız beni ziyarete gelmişt. Nerdeyse açık açık ‘çok yazık oldu, bari Allah çocuğuna bağışlasa’ dedi. Onu duyduğum an bittim. Eşim delirdi. Nasıl olur, nasıl bir vicdan, nasıl bir cahillik. Beynimden gitmiyordu o sözler. İnanmayacaksınız ama, benim tedavilerim daha bitmemişti , o kişi hayatını kaybetti. Aniden. İnanamadım, çok üzüldüm. Yani ölüm Allah’ın emri. Hasta olan değil, zamanı gelen ölüyordu. 
     
    Ve artık telefonlara da çıkmıyorum. Evde kim varsa o bakıyor. Beni soranlara uyuyor dedirtiyorum. Eve de kimseyi istemiyorum. Bana acıyarak bakmalarına dayanamıyorum. 
     
    Vücudum bana ihanet etmişti. Kendimden nefret ediyordum. Adını koyamadığım bir ruh halindeydim. Utanıyordum galiba. Evet UTANIYORDUM. Sanki yüz kızartıcı bir suç işlemiştim. Bu dönemde kızım ne yapıyordu, hiç hatırlamıyorum. BEN BU DÜNYADA YOKUM Kİ.Sadece bedenim buradaydı. 
     
    8 Şubatta hastaneye yatıyoruz. Ben, annem ve eşim. Doktorlar geliyorlar, sorular, sorular boğuluyorum sanıyorum. ‘Saçlarım dökülecek mi?’ diye soruyorum. Evet diyor. Doktorlar çıktıktan sonra eşime, ‘ Oh be şu boyalı saçlardan nasıl kurtulurum diye düşünüyordum’ diyorum, gülüyorlar. Hala arsız bir umut vardı sanki içimde. Ameliyat olurum biter sanıyordum, bana o tedavileri yapmazlar sanıyordum. Ama üzülmemem gerek. Annem yanımda. Bana olan oldu, bari o daha fazla üzülmesin. Annem kalkıp lavaboya gidiyor, içerde hıçkırarak ağladığını duyuyorum. Yapma anne ne olur…..
     
    Ameliyat günü sabah erkenden kalkıp, banyoya gidiyorum. Son kez göğsüme bakıyorum. İçim acıyor. Canım annem dualar okuyup duruyor, ziyaretçiler gelmeye başlıyor, boğulmaya başladım yine. Tahammülüm yok kimseye. Hemşireler gelip beni alıyorlar. Ah be annem ne olur bakma bana öyle … 
     
    Uyandığımda her şey bitmişti. O geceyi ağrısız geçiriyorum. Kimseyle konuşmuyorum. Ertesi gün doktorum ve beraberinde bir sürü doktor odama geliyor. Pansuman yapacaklar. Allah’ım herkes görecek şimdi, çok utanıyorum. O an yok olsam oradan. Sargılarımı açıyorlar, ben kafamı çeviriyorum. Doktorum ‘bakmak zorundasın, ne kadar çabuk görürsen ameliyat yerini,o kadar çabuk kabullenirsin’ diyor. Hayır diyorum görmek istemiyorum. Ertesi gün yine geliyorlar, yine sargıları yeniliyorlar ve ben yine bakamıyorum. 2 gün sonra evim hastaneye çok yakın olduğu için beni taburcu ediyorlar. Evime geliyorum. 
     
    Evim yine çok kalabalık, telefon yine susmuyor. Akşama doğru nihayet kimse kalmıyor. Ameliyat yerime bakmak istiyorum. Odama gidiyorum. Gözlerim kapalı soyunuyorum. Ama yok gözlerimi açamıyorum. Giyiniyorum. 2 gün daha geçiyor. Eşim ‘hadi diyor beraber bakalım’ diyor. Hiç sesimi çıkarmıyorum. Soyunup, nihayet gözlerimi açtım. Çok garip ama, hiçbir şey hissetmiyorum. Düşündüğüm kadar kötü değil. Ben çok daha kötü bir görüntü bekliyordum.
     
    Gece kızım ve eşim uyuduktan sonra, tekrar ameliyat yerime bakıyorum. ‘31 yaşındaydım. Bu yaşıma kadar hep başkalarını düşündüm. Kendim için inatla hiçbir şey yapmadım. Aman üzülmesinler, kırılmasınlar, her zaman önce başkaları geldi hayatımda, her şeyi içime atardım. Aynaya baktım tekrar, işte dedim kendi kendime, bak hayat göğsüne madalyanı taktı…. hayırlı olsun…. 
     
    Ben, bu hastalıkla savaşmayı hiç düşünmedim. Yenerim ben bu hastalığı vs.. hiç demedim. Kendimden vazgeçmiştim. Ben baştan kaybetmiştim. Doktorlar ne derse onu yapıyorum, hiçbir şey sormuyorum.Tek korkum, benden bir şey saklamaları, eşime ne yeminler ettirdim, benden bir şey saklamasın diye. 
     
    Bir gece tüm cesaretimi toplayıp, eşime ‘bana ne olacak şimdi’ diye sordum. Ve baştan beri güçlü görünen o koca adam BİLMİYORUM diye hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Bu olanlardan beri, İlk defa biri benim yanımda ağlıyordu. İçim parçalanıyor, ne hakkım vardı onu bu kadar ağlatmaya, ANNEM’i hiç düşünemiyordum bile. Ama ben hiç ağlamamıştım, İlk defa o gün ağlıyorum. Allah’ım inanamıyorum. Başıma neler geldi böyle. İnsan bu yaşta kanser olur mu hiç. Hayat benden sonra devam edecek, kızım büyüyecek ve ben onların yanında olmayacağım. Çok ama çok canım yanıyor. İnsanın kalbinin ağırdığını hisseder mi? Kalbim ağırıyor, canım yanıyor. Ne kadar ağladığımı bilmiyorum. 
     
    Hastaneden çıktıktan 10 gün sonra, ameliyatımı yapan cerrah beni arıyor. Pataloji raporu çıkmış. Ameliyatta 41 Ad. Lenf nodu çıkarılmış ve hepsi negatif çıkmış. Yani lenf yayılımı yokmuş. İyi bir şey galiba, eşim deliler gibi seviniyor. 
     
    20 gün sonra onkolog randevusuna gidiyoruz. Korkudan titriyorum. Doktor hemen bugün başlayalım diyor. 21 günde bir 6 kür kemo olarak tedavime karar verilmişti.. Korkudan ağlamaya başlıyorum. Nasıl bir şey bilmiyorum ki. Daha doğrusu duyduklarım çok korkunç şeylerdi. Hastaneye gidip, işlemlerimizi yaptırıyoruz. Ama geç kaldığımız için o gün alamıyorum tedaviyi. Ertesi gün annem ben ve eşim daha rahat gidiyoruz. Onların yanımda olması güçlü hissettirdi beni. İlaçları damarlarımdan vermeye başlıyorlar. Eve geliyoruz, ben beklemeye başlıyorum. Midem bulanacak diye, ama bir şey olmuyor. Ertesi gün de bir şey yok. Seviniyorum. Ama 3. gün yataktan çıkamıyorum. Yapıştım kaldım. İnanılmaz midem bulanıyor, ilaç kokusu geliyor burnuma sürekli ve korkunç bir halsizlik. Yerimden kalkamıyorum. 
     
     
    Onkoloğum 17. günden sonra saçlarımın döküleceğini söylemişti. Kendi kuaförüme gidemem, istemiyorum. Eşimle çıktık evden, kuaför arıyoruz. Herhangi boş bir kuaföre gidelim dedik. Bulduk bir yer, ben oturdum. Ama ağlamamak için kendimi zor tutuyorum. Kuaför nasıl keselim diyor, 3 numara olacak diyorum. Nasıl yani, emin misiniz diyor. Allah’ım kaçmak istiyorum ordan. Gözlerimi kapatıyorum ve saçlarım gidiyor. Daha önce aldığımız peruğu çıkarıyorum, kuaför anlıyor her şeyi. Peruğu kafama göre yerleştirip, çok güzel bir şekil veriyor. Çıkıyoruz kuaförden, herkes bana bakıyor sanıyorum. 
    Evde de peruğu çıkarmıyorum. Eşim ‘ne olur çıkar kısa saç çok güzel oldu diyor’ ama utanıyorum yinede çıkaramıyorum. Geç saatte kafam çok terlediği için çıkarmak zorunda kaldım ama. Kızım beni öyle görünce korkup ağlamaya başlıyor. Bende odaya saklanıyorum. Deliler gibi ağlıyorum. Allah’ım ne olur yardım et bana. Ben nasıl baş edeceğim bunlarla. Sonraki 1 hafta içinde tüm saçlarım döküldü. 
     
    Kızım kış güneşim benim…Kızıma doğduğu gün ve her doğum gününde 1 tane mektup yazmıştım. Her doğum gününde de yazacaktım. 15 yada 16 yaşına geldiğinde de beraber okuyacaktık o mektupları. Hep bunu hayal etmiştim. 3 tane mektubu vardı. Bir gün oturup hepsini yırttım o mektupların. Anlamı yoktu artık o mektupların. Ben o yaşlarında yanında olamayacaktım ki. Eğer bensiz okuyacaksa, anlamsızdı. Belki bencillikti yaptığım, dayanamazdım ben buna. 
     
    Her kemo tedavim, öncekinden daha zor geçiyordu. Halsizlik, beni mahvediyordu. Ağzımdaki ilaç kokusu delirtiyordu. Aynalara bakamıyorum. Korkunç görünüyorumdur herhalde. Sanırım 5. kemo tedavimi aldığım dönemdi. Evlilik yıldönümümüz gelmişti. Eşim beni akşam yemeğe götürecekti. Uzun zamandır ilk defa gece dışarı çıkacaktım. Makyaj yapmak için aynanın karşısına geçtim. Rimeli gözüme götürdüm, yok gitmişler, kirpiklerim dökülmüş. Kaşlarım neredeyse kalmamış. Hiç aynaya bakmadın mı be kadın. Deli gibi ağlıyorum…..
     
    6 kür tedaviden sonra, 25 seans radyoterapi aldım. Cerb2 testimin pozitif çıkması nedeni ile de 9 ay (12 kür) herseptin tedavisi aldım.
     
    Bu dönemde psikolojik yardım almak zorunda kaldım. Çünkü kendimi tamamen kapatmıştım. Aslında ölümden de korkmuyordum. Hiç ama hiçbir şey hissetmiyordum. Kendimden o kadar vazgeçmiştim ki, tek bir şeye odaklanmıştım. Benden sonra kızıma kim iyi bakar. Çevremdeki herkesi, ama herkesi tek tek inceliyordum. İşte o dönemde, kızımın doktoru (muhteşem kadın), bana sürekli olarak ‘bir çocuğa annesinden daha iyi kimse bakamaz, kızına da sen bakacaksın, iyileşmek zorundasın, kendini mi kızını mı daha çok seviyorsun’ diyordu. İYİLEŞMEK. BEN. Nasıl olur. Olabilir mi ki acaba. 
     
    Nasıl oldu, ne zaman oldu bilmiyorum ama, bir şekilde toparlandım. Hayata bir yerlerinden tutundum. Terapiler ve kızımın doktorunun telkinleri sonucu kendime inanmaya başladım. İyileşmek zorundaydım, başka şansım yoktu. 
     
    Hayata, kızıma, aileme, sıkı sıkı tutundum. Ben iyi oldukça, onlar da iyi oldular. Evde kahkaha sesleri tekrar duyulmaya başladı. 
     
    Şu anda 6 aylık kontrollerim devam ediyor. Şimdilik bir sorun yok. İnşallah da olmaz. Hayata kaldığı yerden devam ediyorum. İşime tam gün olarak geri döndüm. Allah’a en büyük duam kızım, (kış güneşim) kendi ayakları üzende duruncaya kadar bana zaman tanıması. 
     
    İşte benim gerçek hikayem. Şöyle de bir durum vardı. Beni eşim ve kızımın doktoru dışında kimse ağlarken veya morali bozuk görmedi. Herkes şaşırıyordu, nasıl bu kadar güçlü olabiliyor diye. Ama içimde yaşadıklarım, yani asıl BEN bu anlattıklarım. Ne büyük bir çelişki değil mi. Hala hatırladıkça, film izlemişim gibi geliyor. Ama hala, bazen içim acıyor. 
     
    Veeee eğer ben bugün buradaysam, tüm yaşadıklarımı birileriyle paylaşmaya cesaret edebilmişsem, yapmam gereken bir şey daha var demektir. Kızıma (kış güneşime) tekrar mektuplarını yazmam gerekiyor. Her doğum gününde. Hem kimbilir belki zamanı gelince beraber okuruz.
     
    Hastalığın bana bıraktığı diğer izlere gelince. Herkes stresten uzak kalacaksın, kendin için yaşayacaksın diyip duruyorlar. Hayatımı değiştirmem söz konusu değil. Hem içindeki ben olduktan sonra değiştirmenin ne faydası varki. Stresten uzak durmak demek, hayattan uzak durmak demek. Ve ben her şeyiyle hayatın içindeyim. Bunun için değilmiydi, tüm yaşadıklarım, korkularım. Hayatın içinde olmak. Sadece çok ağır 1-2 yükümü üzerimden atabildim.
     
    Ama sinirlerim harap olmuş durumda. Tahammülsüz, korkak biri oldum. Evet hayattan korkar oldum. Ya bana yine oyun oynarsa. Hayal kurmaktan korkar oldum. Ya gerçekleştirecek kadar zamanım olmazsa. Bazen kendimi hayal kurarken yakalıyorum. En çokta kızımla ilgili hayaller. Sonra kendime geliyorum. Kızıyorum kendime. Biliyorum kendime eziyetten başka bir şey değil, ama elimde değil. EN BÜYÜK HAYALİM, HAYAL KURMAK oldu. Maalesef hastalığın bana bıraktığı en kötü iz bu. Plan yapamamak. Her şeyle başa çıkıp, tolere edebildim. Ama bunu yenemiyorum. Korkak biri oldum çıktım. 
     
     
    Lütfen kendinizi bırakmayın. Ben hastalığımı bu kadar depresif, bu kadar ağır geçirmeyi hiç istemezdim. Ki erken teşhis edilmiş bir meme kanseri hastasıydım. Hayatımdan 2 yılı kaybetmiştim. Hasta da olsam bana aitti o 2 yıl. 
     
    Kendime hep şunu tekrarladım. Eğer sona doğru yaklaşıyorsam, son zamanlarımı ağlayıp sızlayarak geçirmek istemiyorum, yok eğer öyle değilse de boşuna ağlayıp sızlamış olmak istemiyorum. 
     
     
    Anneme ve eşime ne kadar teşekkür etsem azdır. Onlar benden hiç vazgeçmedi. Bende kendimden vazgeçmeyeceğim. ….
     
     
     
    Ve ne olur siz, bu hastalığın savaşçıları, sizde vazgeçmeyin. HAYATTAN, KENDİNİZDEN, SEVDİKLERİNİZDEN.
    -----
    Hayatım çok güzel gidiyordu,orta okulu bitirmiş ve yeni bir yaşama başlamıştım lise hayatı,yeni arkadaşlar, yeni çevre bunlar gerçekten güzel şeylerdi. Sınıfımı ve arkadaşlarımı sanki senelerdir tanıyor ve hep onlarla vakit geçiriyor gibi çok benimsemiştim.Öle böyle derken zaman o kadar çabuk geçmiştiki ilk dönemi bitirip ikinci döneme girmiştik herşey çok güzel gidiyordu hayatımdan çok memnundum vede cok mutlu bir zaman geçiriyordum aynı zamanda atletizmle uğrasıyordum,antremanlarıma ve yarışlarıma gidiyordum devamlı spor ve okul derken hareketli bir hayatım vardı..Aynı zamandada okulun bu seneki 19 mayıs dans çalışmaları için dans grubundaydım onunda antremanları falan derken hem yorucu hemde bi yandan eğlenceli bir dönem geçiriyordum. Eee tabi bir yandanda bu seneyi bitirdikten sonra hangi bölümü seçsem diye düşünüyor ve bir kararsızlık yaşıyordum. Artık ikinci dönem başlıyalı 2 ay omuştu ve bu süreçte bi çok şeyle uğraşmak sınavlar,spor.dans çalışmaları derken kendimi çok ama çok halsiz hissetmeye başladım sankii yaşamıyor gibiydim öle bir yorgunluk vardıki üzerimde kendimi yaşlı insanlardan farksız hissediyor yaptığım hiç bir şeyden zevk almıyor ve devamlı uyuyordum. okula geldim zamanlar yerimden kalkamıyordum herşeye üşeniyordum kantine gidip yemeğimi almaya bile üşenir olmuştumkii işte bana garip gelen soruda şuydu ; Bu kadar hareketli bir yaşam sürerken bu kadar aktif bir insanken ne olduda bu duruma geldim böle hayattan tat almamaya başladımda bu kadar yorgun herşeye üşenen bir insan oldum? Bu soruyu kendime soruyor ama bir yanıt alamıyordum artık bu yorgunluktan öte bir durum olmuştu devamlı uyuyor günümün yarısından çoğunu uyuyarak geçiriyordum. Bu durumdan hem şikayetçiydim ama hemde kendimi düzeltemiyordum. Bu durumdan benim şikayetçi olduğum kadar öğretmenleimde artık durumu anlamış ve bu durumdan rahatsız olup beni yanına çağırması bana çok garip gelmişti.Beni yanına çağırıp hiç iyi gözükmediğimi ve rengimin sapsarı olduğunu söyleyip velinle görüşmek istiyorum dedi. Eee haliyle bende bu durumu hiç umursamadım ve aileme bişey demedim. Sonra bu halsizliklerim dewam etti ve annem bu durumdan çok rahatsız olduğunu söleyip beni doktora götürmek istediğini söyledi bende bişeyim yok dans,spor,okul hepsi bir arada olunca böle olmusumdur deyip onları bahane edip gitmek istemediğimi söyledim.Tabi annem direk kaç senedir spor ve okul hayatın birlikte sürüyor bunca zaman seni böyle görmedim mutlaka gideceğiz diyip son noktayı koydu. Doktora gidip vitamin yazdırıcamızı söyledi.Ertesi gün okula gitmedim sabah erkenden doktora gittik doktor beni kapıdan görür görmez şok oldu dedi sen sapsarısın senin neyin var sarılık sandı beni başta muayne etti dedi sarılık değilsin peki ya nesin anlıyamadığı için kan tahlili verdi vede anneme ne olursa olsun bunları yaptırıp hemen bana getirin dedi.Bizde yaptırdık ve götürdük doktor kanımın aşırı derecede düşük olduğunu söyledi ve acil olarak göztepe ssk ya gitmemi söyledi.Ben ve annem çok telaşlanmıştık ve hemen dinleyip göztepe ssk ya gittik.. Beni hemen acile yatırıp bana kan taktılar.Sonra neden kanımın bu kadar düşük olduğu araştırılmaya başlandı.. 15 gün boyunca acilde yattım her gece kan takılıyordu ama nedenini bilmiyorduk araştırılıyordu bazı değerlerim hep düşük çıkıyorlardı. bişeylerden şüpheleniyorlarmış ama bundan emın olamıyorlardı.ve bi gün son aşama olarak bana KEMİK İLİĞİ yapcaklarını söylediler bunun ne oldugunu o zamanlar bilmiyordum. sordum ve kemiğimden belden bi su alacaklarını birşeye bakacaklarını söylediler. gerçektende öyleydi iliğimden bır sıvı aldılar işte bu aldıklarıı sıvı belkide benim hayatımın bundan sonrasında neler olucağını belirleyecek bi sonuçtu. Sıvının sonucu 1 hafta sonra çıktı ve bunun sonucunda bana LÖSEMİ tanısı koyuldu… Anneme söylendi tabi ben daha hiç bişey bilmiyorum.. hep soruyorum ne zaman eve gidicem neyim var diye hep 1 hafta sonra diyip geçiştiryorlar birşeyin yok diyip duruyorlar. Tabi kim inanırki buna o kdr 20 gün yatıyorum hala bişeyin yok diyorlar. ve bir sabah asistanlar toplanıp başıma geliyorlar. seni aşağıdaki bölüme indiricez diyorlar..aşağadaki bölümde ne hani evime gidicektim dediğimde ise bana şu yanıtı veriyorlar… aşağıdaki bölüm daha rahat odalar özel 2 kişilik rahat etmen için seni oraya alıyoruz diyorlar bana..bölümün ismini sorduğumde hematoloji diyorlar.Eee tabi yaşamadan bilemiyor insan hematoloji diyince hiç bişey anlamadım nerden biliyimki ben kanserim buraya kanser hastaları gelir.. nese indim o bölüme kapısında içeri girdik… Tabi bu bölüme indim gene kimse bana bişey söylemiyor ne oldumu bilmiyorum bir haftada bana takılan ilaçarı takip ettim internetten arastırdım isimlerini ve bu ilaçların kanser hastalarının tedavilernde kullanıldğını okudum.. işte bunu okuduğum an şok olmustum neye uğradığımı şaşırdm dona kaldım. ertesi gün doktor odama geldğinde ne zaman çıkacağımı sordum hastalığımı bilmiyor gibi bana sadece söylenen şu oldu kanında mikrop var bu yüzden uzun bi tedavin var dendi bende kendimi tutamayıp kanser olduğumu biliyorum neden benden sakladınız dedimm.! bana nasıl söyliyeceklerini bilmediklerini ve psikolog yardmıyla söyliceklerini söylediler. ama artık ne değişirkiii ben bunu öğrenmiştim kanserdim… işte asıl YAŞAM MÜCADELESİ bundan sonra başlıyordu. önemli olan bundan sonrasıydı burdan çıkmanın iki yolu vardı.. YA SAĞ YADA ÖLÜ. bu biraz kader biraz şans birazda benim elimde olan bişeydi en başta asla pes etmiyecekk moralini bozmayacakk ve en önemliside O BENİ DEĞİL BEN ONU YENECEĞİM diyebilmekti.. kanser olduğumu kabullendim vee artık önümde çok uzunn 1-2 senelik bi tedavi sürecim vardı tek şeyim bu hastalığı yenip burdan sağ çıkmaktı onun beni yenmesine izin vermek değildi ben onu yencektim bunu kafama koymuştum.. ben ondan güçlüydüm çünkü.. Hemen kemoterapi tedavilerim başlamıştı.. 1 ay gibi bi süre sonra yavaşşş yavaşş saçlarım dökülmeye başlamıştı. ve bana gelipp üzülerekte olsa saçlarımın kesilmesi gerektiğini. tamamen kazınması gerektiği söylendi yoksa öle kendiliğinden döküle dökülee yok olcaktı.. ama onlar döküldükçe ben kötü oluyordum.. 1-2 güne odama kuaför gelipp saçlarımı tamamenn.. kazımışlardıı işte böyle yavaşşş yavaşşş bir çok şeyimi kaybediyordumm.. önce saçlarım.. sonra git gide erimeye başladımmm çok zayıfladım.. 1-2 sene boyunca kardeşimi göremedim yanıma hiç kimse giremiyordu.. yasaktıı… her sabah kalktığımda aynada kafama bakıyordum aynada gördüğüm ben bana yabancı geliyordu…. ama bunuda atlatıp kendimi toparladım tekrar ve tedavime baktım gene kemoterapilere devamdı.. kemoterapinin ilerleyen zamanlarımda aldığım ilaçlar kolumu yaktı.. kolumda iz kaldı ben bu genc kızdım her korkuyordum tedavının basında böyle oluyorsa kim bilir sonuna dek neler yasarım diye düşünüyordum hep.. kan değerlerim düşüyordu zaman zaman kırmızı kan veya sarı kan almam gerekiyordu ee zaman geçtikçe artık damaların bile bulunmuyordu acı çekiyordun hepp sürekli delik deşik olmak her gün bunları yaşamak.. eritiyordu beni ama en başta bu bölüme girerken karra verdiğim gibi ben burda cıkıcam diyordum hala her şeye rağmen.. heleki en acı seyy tedavi görürken orda arkadas edindiğin insanların ölmeleriiii.. onları kaybetmen o kadar acı bıseyki anlatamam.. o kadar çok ölü çıktıkı ben orda tedavi görürkenn deliricek zamanlara kadar geldim ama genede pes etmek yoktu… ve işte doktorum sabah gelip güzel haberi verdiii kaç aydır görmediğim kardeşimi görecektimm bana 4 günlüğüne eve gidebileceğimi söyledi buna o kadar çok sevindimki anlatamam bu beni en mutlu eden şey olmuştu. kaç aydır çıkamadığım bu odadan çıkıyordum kaç aydır dısarının havasını bile solumamıstım çıkıcaktım yarın evime gitcektım 4 günlüğünede olsa kardeşimi görecekktim dışarı adım atacaktım işte bu yapacağım seyler size su an normal gelen seyler olsada bana bu zamanları yasarken yaptığım en önmlı seydi bu benım içinn ve eve cıkığ kardeşimn yanına gtmiştim.. ama kardeşim beni görünce şok olmustu çünkü artık saçlarım yoktu keldim.. bana ne kadar belli etmek istmesede gözleri dolmuştu bana sımsıkı sarılıp beni çok sevdiğini söylemişti. işte o an ölmeden kardeşimide gördüm ya daha başka bişey istemem dedim… hastanede gecmeyen zamanlar evde çok cabuk gecmişti 4 gün bitmiştiii ve artık gene hastaneye o odalara… dönüş vardı gene yaşam mücadelesi vermek vardı… döndüm ve kempterapi tedavim gene devam ediyordu. bu süreçteee yürüyemez yataktan kalkamaz zamanlarım oldu sürekli baygınlık geçirdiğim dönemler geçirmiştim… vee bu dönemleri geçirirken doktorum tedavinin sonuna yaklaştığımı artık son 1-2 ayımın olduğunu bu kemoterapilerimide alınca bi sorun çıkmassa tedamin son blucağını söylediii. ben mutluluktan havalara uçmuştum… ve sonunda o gün geldiiiiiii.. son bi haftamıda bitirmiştimmm tedavim son bulmuştu ben bunu yapmıstım…. yenmişttimmm bu şeyii benn doktorum tedavimin bittiğini ve 1 hafta ışın tedavisi yani radyoterapi aldıktan sonra tamamen son bulacağını sadece artık kan tahlilleri kontrellerine geliceğimiii artık evime döneceğimi okula gidiceğimii söyledi…. bu benim içinnn en mutlu haberdiii radyoterapimide bitirdikten sonra evimee dönmüştüm artık hastane yok tu. ilaçlar yoktu delik deşik olmak yoktu…. BEN BU HASTALIĞI YENMİŞTİMM BİTİRMİŞTİMMMMMM… Ben bu hastalığı geçirdiğimde lise 1 okuyordum 15 yaşındaydım arkadaşlar şimdi ise ben 17 yaşındayımmm okuluma gidiyorum… saçlarım uzadı… mutlu bir yaşam sürüyorum sadece kntrollerim dewam edıyor o kadarr yaniiii bu hastalıkta pes etmek yok ne olursa olsun… O BİZİ DEĞİL BİZ ONU YENECEĞİZ DİCEZZ…. HAYAT DEĞERLİİ YAŞAMAYA DEĞER… HERŞEYİNNN BİR ÇARESİİİ VARDIR.. UNUTMAYALIMKİİ İNANMAK BAŞARMANIN YARISIDIR… Benimde hikayem bu sizlerle paylaşmak istedim..

    ----

    Kansere karşı umut kanseri yenenlerde
    Tıp dünyası, kanserin tedavisini bulmak için daha önce bu hastalığı yenenleri inceliyor
    Uzmanlara göre, kansere karşı hastaların bağışıklık sistemini harekete geçirmek için vücuda yeni bir virüs enjekte edilebilir.
    KANSERİN tedavisi için yıllardır umut ışığı arayan bilim dünyası, birkaç aylık ömrü kalan kanser hastalarının mucizevi şekilde iyileşmesinin gizemini araştırıyor. Saygın Amerikan dergisi Forbes, esrarengiz bir şekilde kanseri yenenlerin hikayelerini kapağına taşıdı. Uzmanlara göre, bağışıklık sistemini kansere karşı harekete geçirmenin yolu hastaya başka bir virüs vermek olabilir. Virüs sayesinde bağışıklık sistemi daha etkili çalışıp, kansere karşı da savaşabiliyor. Ancak tetikleme süreci “şanslı” birkaç hastada kısa zamanda meydana gelirken kimilerinde yıllar sürebiliyor. Bilim adamları, tüm hastalarda bağışıklık sistemini kansere karşı harekete geçiren bir ilaç geliştirmek için “mucize” hastalar üzerinde araştırmalar yürütüyor. Birçok kanser hastası da bağışıklık sistemi tehlikeyi anlayamadığı için radyoterapi, kemoterapi, ameliyat ve ilaç tedavisine cevap veremiyor. Büyük ilaç firmaları kansere karşı bağışıklık sistemini harekete geçirmek için ilaçlar geliştiriliyor ancak her bünye farklı olduğu için şimdilik bu ilaçlar kimi hastalarda hiçbir işe yaramıyor. Dergide kanseri bu şekilde yenen hastaların hikayeleri de aktarıldı.
    AZRAİL’E SON ANDA ÇALIM
    Gönüllü denek oldu
    27 yaşındaki ABD’li Sharon Belvin, 22 yaşında akciğer kanserine yakalandı. İki yıl sonra tümör diğer akciğerine ve iç organlarına yayıldı. Kanser, kemoterapiye yanıt vermiyordu. Genç kadın, daha sonra deney aşamasındaki bağışıklık sistemini harekete geçiren bir kanser ilacı için denek olmaya razı oldu. Belvin dört ay içinde kanserden kurtuldu.
    Mezar satın almıştı
    Yedİ yıl önce sırtında mor bir ben fark eden Joseph Rick (43), kolon kanserine yakalandı. Doktorlar, 9 ameliyat olan ve 40 kemoterapi tedavisi gören Rick’e sadece 4 ay ömrü kaldığını söyledi. Rick kendine bir mezar satın aldı ve evinde ölümü beklemeye başladı. Doktorları ona UCLA Üniversitesi tarafından Pfizer için sürdürülen bağışıklık güçlendirici ilaç denemesine katılmasını tavsiye etti. Rick’in tümörü bir ay içinde yüzde 25 küçüldü ve bir yıl içinde kanserden tamamen kurtuldu. Ancak ilaç deneylere katılan diğer hastalarda aynı etkiyi göstermemişti.
    ‘30 gün yaşarsın’ dediler
    ABD’li Charles Burrows (56) doktora gittiğinde karaciğer kanserine yakalandığı söylendi. Bir gün karın ağrısı ve mide bulantısı şikayetlerle yatağa düştü. İyileştikten sonra tümörün ortadan kaybolduğunu öğrendi. Uzmanlar, Burrows’un yakalandığı bir virüsün bağışıklık sistemini virüs ve aynı zamanda kansere karşı harekete geçirdiğini tahmin ediyor.
    Tümörü yok oldu
    Barbara Bradfield (66), kurtulduğu meme kanserinin iki yıl sonra geri dönmesiyle en büyük kabusuyla yüzleşmek zorunda kaldı. Daha fazla kemoterapi görmek istemeyen kadın ölümü beklerken, Herceptin ilacını henüz deneme aşamasında kullanmaya başladı. İlacın ömrü en fazla 5 ay uzattığı söyleniyordu ancak Bradfield’in tümörleri birkaç ay içinde kayboldu ve bir daha da geri dönmedi.
    ‘İkinci hayatımı yaşıyorum’
    Akciğer kanserini yenen ünlü koreograf Uğurkan Erez, “Hastalığımı öğrendiğimde öldüm sandım” diyor.
    65 yaşında İstanbul’dan ayrılarak İzmir’e yerleşmeyi planlayan Uğurkan Erez, geçen yıl akciğer kanseri olduğunu öğrenince bu planını 10 yıl önce hayata geçirdi. Kordonboyu’ndan bir ev satın alarak İzmir’e yerleşen ünlü koreograf daha sonra da hastalığıyla mücadeleye başladı. Ve sonunda ameliyatla akciğer kanserini yendi.
    Kendisi için yeni bir dönemin başladığını belirten Erez, hastalığını öğrendikten sonra yaşadıklarıyla ilgili şunları söyledi: “Kanser olduğumu öğrendiğim gün bu dünyadan gideceğimi hissettim. Ölümden korkardım. Kendimi alıştırdım korkmamaya. Hastalığımı öğrendikten sonra ameliyatta geçen 10 günü anlatamam. Yaşam ile ölüm arasında gidip gelmeyi yaşadım. İkinci hayatımı öbür dünya olarak düşünüyordum ama artık canım İzmir’de yaşıyorum. Nerede nasıl mutlu olmak istiyorsanız, bu sizin elinizde. Hayat bunu bana öğretti. İkinci hayatımı yaşıyorum.”
     

     

     
     
Bu sitenin alt yapısında Santral.TV kullanılmaktadır.
Yasal Uyarı: Sitede yer alan herhangi bir içerik veya imaj Kanserden Haber Al izni olmadan, kesinlikle kopyalanamaz.