BURADASINIZ: Ana Sayfa » Kanserden Haber Al

  • KANSER HİKAYELERİ 3. bölüm

    23 Ocak 2016 Cumartesi tarihinde kanserden haberal eklemiştir.
    6280 izlenme
     
    ÖNEMLİ NOT;SİTEMİZDE YAYINLANAN YAZILAR VE  HİKAYELER  KANSER HASTALIĞI İLE MÜCADELE EDEN OKURLARIMIZ İÇİN BELKİ BİR YOL GÖSTERİCİ OLABİLECEĞİ, FAYDA SAĞLAYACAĞI DÜŞÜNÜLEREK SAYFADA YAYINLANMAKTADIR. TÜM YAZI VE HİKAYELER DİGİTAL DÜNYADA YER ALAN FARKLI KAYNAKLARDAN BİRARAYA GETİRİLMİŞTİR. BU SİTE BUGÜNE KADAR OLDUĞU GİBİ KANSER KONUSUNDA BUNDAN SONRA DA  HİÇ BİR İLAÇ, HİÇ BİR DOKTOR VEYA HASTANE ÖNERMEDEN ÖZELİKLE KANSER SAVAŞINI KAZANMA YOLUNDA YAYINLANMIŞ TÜM HABER, YAZI VE HİKAYELERE HİÇ BİR KARŞILIK BEKLEMEDEN YER VERMEYE DEVAM EDECEKTİR...
    "Kanserle Beraber Yaşamayı Öğrendim"
    Hastalığımın hikayesi, göğsümde elime gelen sertlikle Temmuz 2007'de başladı. Yapılan incelemeler sonunda vakit kaybetmemem gerektiği söylendiğinden, bir günde üç ayrı doktora gidip araştırma yaptık. Aynı günün sonunda tedavimi nerede ve kime yaptıracağımıza karar vermiştik. 3-4 gün içinde hazırlıklarla incelemeler yapıldı ve ameliyata girdim. 
     
    Ameliyata girmeden önce doktoruma gerekiyorsa göğsümün alınmasını, buna dayanabileceğimi söyledim. Çünkü bütün kötü hücreler içimden çıksın ve içim rahat olsun istiyordum. Mantığım bu doğrultuda çalışsa da, ameliyattan sonraki ilk pansumanda ağlamaya başladım. O ana kadar sadece olayı hemen çözüme taşıyan, duygularını bir tarafa koyan ben, artık duygularımın önüne geçemez olmuştum. Zaten geçmek de istemiyordum. 
     
    Uzun süren ağlama krizlerime rağmen kemoterapiye başladım. Doktorum Kerim Kaban, yapılacak tedavileri ve neler yaşayacağımı yavaş yavaş, korkutmadan ama açık bir dille anlattı. Kemoterapi döneminde yaşadığım tüm olumsuzlukların tedavimle beraber biteceğine ve yine eski hayatıma döneceğimi inandım. Bu yüzden sadece iyileşmem için ne gerekiyorsa ve ne söyleniyorsa onu yapmaya çalıştım. 
     
    O günlerde düşündüğüm tek şey, bir an önce bu işin bitmesiydi. 8 ay süren tedavim bittiğinde sudan çıkmış balık gibiydim. Bir an önce bitsin diye beklediğim her şey bitmişti ama ben eski halime kavuşamamıştım. Aldığım 12 kilonun ağırlığı, ruhumun yorgunluğu yanında az bile kalırdı. Ama hayat devam ediyordu, eğer hayatın içinde olmak istiyorsam bir yerlerden başlamam gerekiyordu.
    Amazon Kadınlarıyla Tanıştım
    Kendime ve çevremdeki tüm yakınlarıma karşı sorumluluğum vardı. Bu dönemde, hastanemizdeki meme destek grubunun toplantılarına katılmaya başladım. Burada aynı hastalığı yaşayan ama her birinin özel hayatında farklı sorunları olan, sorunlarının istediği kadarını paylaşan, kimseyi yargılamayan, birbirinden güzel, mücadeleci ve güçlü Amazon kadınlarıyla tanıştım. Her toplantıda kendime çıkarttığım dersler oldu ve bunları hayatıma geçirmeye çalıştım. Eski enerjime kavuşacaktım ama biraz sabretmem gerekiyordu. Eşim, kardeşlerim, dostlarım, tüm yakınlarım ve doktorumla beraber çıktığım bu yolda durmak yoktu. Vazgeçmek ise hiç yoktu. 
     
    Mücadelemin başından itibaren eşim, ailem, yakın dostlarımla arkadaşlarımdan gördüğüm ilgi ve sevgi, tedavimin çok önemli bir parçasıydı. Sevildiğimi hissetmek bana moral veriyordu. Tanıdığım herkes, beni yeniden ayağa kaldırmak için el birliği etmiş gibiydi. Bugün hastalığımın üstünden iki buçuk yıl geçti. Bu süre içinde, herkesin ismini bile ağzına almaktan korktuğu bir hastalığı her şeyiyle yaşamış olmak bana inanmayı, güvenmeyi ve şükretmeyi öğretti. 
     
    İyileşeceğime dair inancımı hiç kaybetmedim. Doktorlarıma güvendim. Ve sahip olduğum her şey için şükrettim. "Kanseri yendim" demek yerine, bu hastalıkla beraber yaşamayı öğrenmeyi seçtim. Geriye dönüp baktığımda, üstümde gereksiz yere ne kadar yük taşıdığımı fark ettim. Önce bu yüklerden kurtulmam gerektiğini öğrendim. Geçmişte yaşananları, bugün yaşadıklarımı ve geleceğe dair endişelerimin hepsini beraber taşımak yerine, eskiyi bırakıp bugünümü yaşamak bana daha anlamlı gelmeye başladı. Bunu başardıkça kendimle ilgili gelecek endişelerini biraz da olsa hafifletebildim. Hayatı her şeyiyle yaşamaya, her anın tadına varmaya çalıştıkça güçlendiğimi hissediyorum.
    Alime Şahin
    "Tek Hedefim Iyileşmekti; Aradığımı Buldum"
    Hayatın hızı ve tekdüzeliği içinde giderken derin bir nefes almayı ne kadar istesem de, bunu bir türlü başaramadım. Yaşayarak öğrendiklerim içime kazındı, çünkü hayat tecrübelerle yazılıyor. 
     
    Göğsümde bir acayiplik vardı. Adını anmak bile istemediğim tanıyı, bir dizi tetkikten sonra aldım. Bu kısım yazılır, anlatılır türden bir şey değil tabii... Bir anda, bir sürü şey kafanıza hızla hücum ediyor. Oraya sığmayan ama girmek için hayli direnen şeyler birbirinden bağımsız, kontrolsüzler… Sığdıramıyorum. İnfilak edecekmiş gibiyim, vücudum çökmüş, kımıldatamıyorum. Ağlayamadım bile... 
     
    Beyin özürlü değilsin… Tanı ortada, böyle kalakalınmaz ki! Bu süreci nasıl yaşayacağım? Allahım bana güç ver, ölümü düşünmek istemiyorum! Çözülmemeliyim, her zamanki gibi dik durmalıyım.
     
    Çocuklarım benim canım. Ailem ve çocuklarıma bu durumu nasıl izah edebilirim? Onların üzülmesini hiç ama hiç istemiyorum. Toparlanmam lazım, hem de hemen. Sıkıştım kaldım orada. Hiçbir şey düşünmek istemiyorum, olmuyor, olmuyor! Bu nasıl bir şey! 
     
    Belirsizlikler canımı sıkıyor. Hem de çok... Canım acıyor ve söyleyemiyorum bile. Evet, nasıl da güçsüz bir duruma düştüm! Zor bir süreç bu, biliyorum. 
     
    Ben de hiç kolay biri olmadım ama böylesi bir şeyi hiç düşünmemiştim ki.
    Dualarım Kabul Oldu!
    Dua ediyorum. Allahım beni bu durumdan kurtar, bana yol göster. Beni iyi insanlarla karşılaştır. Artık ne yapıp nereye gideceğimi de şaşırdım. Dualarımın kabul olduğuna inanıyorum ve sonunda...Çok mükemmel bir ekibe sahip Acıbadem Kozyatağı Hastanesi'nin 1. katı benim ailem oldu. Oraya gittikçe güven duygum gelişti. Allahıma ve doktoruma olan inancım zafere dönüştü. Doktorumu çok sevdim. Bu, iyileşmede çok önemli bir etken. Evet şanslıydım. İşte benim doktorum! Doktorluktan öte şeyler de var, bizi çok iyi anlayabilen biriydi. Tedavi konusunda tereddütlerim varken, odadan büyük bir güven duygusuyla çıktım. Ve tedavi sürecimi başlatmış oldum. 
     
    Hayata tutunmamdaki büyük payları için doktorum Kerim Kaban ve ekibine sonsuz teşekkürler ediyorum. Temiz, titiz, hijyenik, yüksek teknolojiye sahip, hassas ve etkin tedavi yöntemleriyle teşekküre ve takdire layık bir ekibin elindeyim işte! Kaygı ve endişelerimden kurtuldum. 
     
    Sağlık çok önemli. İnsan ancak hastalanınca, bunları yaşayınca çok daha iyi anlıyor. Artık önemsemem gereken sağlığım için kaliteli hizmet aldım. Şanslıydım, Acıbadem kalitesinden yararlanabildim. Fakat ben daha çok içindeki güzel insanlar için oradaydım. Tekrar etmek istiyorum: Acıbadem Kozyatağı Hastanesi'nin 1. katında, bana emeği geçen ekibin tüm çalışanlarına tekrar teşekkür ediyorum. Onları çok seviyorum. 
     
    Bizlere farkındalık kazandıran 8. katta neşeli muzdaripler olduk artık. Bu bile düşünülmüş, bizim için güzel olanaklar sunulmuş. Cerrah, onkolog, iç hastalıkları uzmanı, psikoloğun yakın takibindeyiz. Daha ne isteyebilirim ki? Hiçbir zaman umudumuzu kaybetmeden, bilgili ve işini severek yapan insanlarla durumu değiştirebiliyoruz. Burada bunu öğrendim. 
     
    Hedefim iyileşmekti. Ve bu yolda güven duyduğum, sevdiğim insanlarla beraberdim. Aradığımı burada bulmuştum. Kötü günlerimde yanımda olan bu güzel insanların iyi günlerimde çok büyük payı var. Kerim Bey nezdinde hepinize sonsuz teşekkürler. Sizlerin de sağ ve sağlıklı olmanız dileğiyle…
    Arzu Atik
    "Hayata Umutla Devam Ediyorum"
    Meme kanseriyle mücadelem 25 Nisan 2007'de başladı. Aylık değişimden kaynaklandığını düşündüğüm ve göğsüme dokunduğumda elime gelen kitlenin bir hafta sonra hâlâ aynı yerde durduğunu fark ettiğimde, acilen eski jinekoloğumu aradım. Ki kendisi, bundan yalnızca dört ay önce kontrollerimi kendi elleriyle yapmış ve beni ultrasona yönlendirmeye gerek görmemişti! 
     
    Çekilen ultrason ve mamografi sonucunda, her iki memedeki fibrokistik kitlenin ameliyatla alınması gerektiği söylendi. Hemen bu konuda uzman bir cerrah arayışına girdim ve ameliyatımın Acıbadem Hastanesi'nde yapılmasına karar verdim. İlk cerrahi müdahale 1 Mayıs Salı günü gerçekleşti. Bu operasyonla her iki taraftaki kitleler çıkarılıp patalojiye gönderildi. 4 Mayıs Cuma sabahı sonucu bildirmek için doktorumun benimle görüşmek istediği haberi geldiğinde eşime “Sonuç iyi çıkmadı, hissediyorum” dedim. O ısrarla itiraz etse de, içgüdülerim beni yanıltmadı ve doktorum meme kanseri olduğumu lafı dolandırmadan, sade bir dille anlattı bana. Kendisi hafta başında bir seminere katılmak için Amerika'ya uçacaktı ve o kadar süre bekleyip kafamda kurmak istemiyordum. Dolayısıyla ertesi gün yani 5 Mayıs Cumartesi günü ikinci ameliyatımı oldum. Bu ameliyatta, çevre dokuyla beraber yaklaşık 2.9 cm. olan kitle ile nöbetçi lenfleri aldılar. Lenf bezlerime ulaşıp ulaşmadığını test ettiler. 
     
    İki gece kaldım hastanede. O sırada “Neden ben?” sorularıma bıkmadan usanmadan cevap veren eşim, doktorlarım ve gece boyunca elimi bırakmadığı için özellikle Sibel hemşireye bir kez daha teşekkürlerimi sunuyorum. 
     
    Kendimi daha iyi hissetmeye başladığımda ameliyatımda bulunan doktorlarımdan Sn. Kemal Raşa, tedavi sürecimin nasıl olacağı hakkında beni kısaca bilgilendirdi. Yaşımın 33 olduğu ve önümde daha uzun bir yaşam süresi olduğu düşünülerek, yapılan fish testinde hastalığımın östrojen (kadınlık hormonu) pozitif çıkması nedeniyle 21 günde bir 6 kür kemoterapi ve sonrasında 30 gün radyoterapi almam kararlaştırıldı. Bu zorlu süreçte kendimi Acıbadem Kozyatağı Hastanesi'nde onkoloji doktorum Sn. Kerim Kaban ve ekibinin ellerine güvenle bıraktım. 
     
    Dinledim, Okudum Ve Öğrendim
    Meme kanseri ailemizde (anne, kız kardeş, teyze) görülmeyen bir hastalık olduğundan sebepleri, oluşma şartları, tedavinin nasıl yapıldığı, kemoterapinin beni fiziksel ve ruhsal olarak nasıl etkileyeceği gibi konuları Kerim Bey, ilk görüşmemizde detaylı bir şekilde anlattı. Her şey aynen anlattığı gibi gelişti. Ayrıca hastaneden aldığım ‘Meme kanserini nasıl yendim?' adlı kitap da bana çok yardımcı oldu. Saçımın ne zaman döküleceği, vücudumda ne gibi değişiklikler olacağı, nelere dikkat etmem gerektiği, hijyenin ne kadar önemli olduğu, bu dönemde bağışıklık sistemimin yok denecek kadar azalacağı ve aklıma gelebilecek tüm sorular hakkında önce doktorumdan, sonra da bu kitaptan çok şey öğrendim. Tabii bunlar fiziksel olarak geçireceğim evrelerdi. Ruhsal olarak yardım aldığım kişi olan psikoloğumla da ilk kemoterapimi aldığım gün tanıştım. 
     
    Kasım ayında aktif tedavimin bitiminde (kemoterapi ve radyoterapi), 5 yıl boyunca her gün alacağım ilaçlarıma başladım. Burada amaç, östrojen hormonlarının baskılanması ve hastalığın tekrar nüksetme olasılığının minimuma indirilmesiydi. Bunlara ek olarak, ayda bir göbekten yapılan Zoladex ve kemik erimesini önlemesi için de 6 ayda bir damardan aldığım Zometa adlı ilaç etkili oldu. Ayrıca ilk üç yıl 3 ayda bir, sonrasında 6 ayda bir olmak üzere sürekli kontrol altındayım.
    Yalnız Olmadığımı Öğrendim
    Bunların dışında Psikolog Nazan Hanım'ın öncülük ettiği, her 15 günde bir Salı günleri benim gibi meme kanserinden muzdarip diğer arkadaşlarımızın da olduğu harika bir ekibimiz var. Hepimiz hastalığı kabullenmeyi, onunla baş etmeyi, yalnız olmadığımızı öğrendik; karşımızdakinin bize acımadığından emin bir şekilde, bu hastalıkla ilgili herşeyi konuşabiliyoruz ve yeni tedaviye başlayacak-başlamış olan herkese elimizden geldiğince tecrübelerimizle yardımcı olmaya çalışıyoruz. Kah güldüğümüz kah ağladığımız, zaman zaman sosyal aktiviteler gerçekleştirdiğimiz böyle güzel bir grubun içinde olmaktan dolayı çok mutluyum. Bu hastalığı yenmenin en önemli adımları sahip olduğunuz moral, motivasyon ve yaşama sevinci. Öncelikle bu hastalığı kabul etmek ve onunla savaşmak için yüksek morale ve yaşama sevincine sahip olmak gerekiyor. Kendimizden emin bir şekilde, bu hastalığın geçici bir rahatsızlık olduğuna ve bunu yenebileceğimize inancımız tam olmalı. Unutmamalıyız ki kanser, erken teşhis, doğru tedavi ve pozitif bir yaşam anlayışıyla yenilebilecek bir hastalık. Ben bunu başaracağıma inandım ve hayata umutla devam ediyorum. Hayata gülen gözlerle bakmamı sağlayan başta Acıbadem Hastanesi'nin tüm doktor ve hemşirelerine, aileme, eşime, dostlarıma, hastalığım süresince bana her türlü desteği veren çalışma arkadaşlarıma ve tüm emeği geçenlere sonsuz teşekkürlerimle…
    (Acıbadem Hastanesi İnternet sitesinden alınmıştır)
    ------------
    Zeliha'nın Hikayesi
     
    Zeliha'nın Hikayesi
    “Kanser gibi bir hastalığa yakalanan hastaya hastalığı açıkça söylenmeli mi, söylenmemeli mi?”
    Aslında bundan önce anlattığım hikâyelerin tümü bir özel hastanede yaşanan yeni olaylar. Hepsi de son birkaç yıl içinde başımdan geçenler. Ancak Zeliha’nın hikâyesi biraz daha eski. Fakat babasının mesajını yeni aldığım için onu da bu postmodern hikâyelere dâhil ettim.
    Her doktorun unutamadığı hastaları vardır.
    Zeliha benim “unutamadığım hastalar” sıralamasında herhalde ön sıralarda yer alır. Bunun birçok nedeni var elbette. Belki de, en yakınımda onunkine benzer bir hayat yaşayan veya onunla aynı kaderi paylaşan birçok yakınımın olması, onu ayrıcalıklı yapmış olabilir. O benim için sanki bir prototip gibi.
    Aslında kanserli hastalar bizim en önemli hasta gruplarımızdan biri ve artık neredeyse kanıksadığımız vakalar. Bunlar arasında genç kanserli hastaların hikâyeleri ise her zaman daha trajik ve daha dramatiktir. Bu hastaları, özellikli ve dramatik kılan, sadece ölümlerinin yaklaşmış olması değildir elbette. Şairin dediği gibi;
    “Ölüm Allah’ın emri, ayrılık olmasaydı…”
    Üniversite hastanesinde öğretim üyesi olarak çalıştığım yıllar… Zihnimi ne kadar yorduysam da onunla ilk karşılaşmamı bir türlü hatırlayamadım. Çünkü ilk zamanlarda o, poliklinikte her gün baktığım onlarca hastadan biriydi sadece.
    Zeliha’nın makattan uzun süredir kanaması vardı ve bu nedenle bir yolunu bulup muayene olmaya gelmişti. Bu gibi durumlarda, rektal kanama bazen bir kolon veya rektum kanserinin erken bir belirtisi olduğundan ve bu nedenle hastayı doktora getirmesi açısından önemlidir. Genellikle birçok hasta bu durumu “hemoroittir” diyerek ihmal eder, çevreden veya yakınlarından duyduğu ilaçlarla veya yöntemlerle kendini tedavi etmeye çalışır ve muayene olmaktan kaçar. Hastalığın yeri itibariyle sıkıntılı olması da hastayı doktora gitmekten alıkoyar. Zeliha’da da böyle bir gecikme olması muhtemeldi. Çünkü daha ilk muayenede rektumun hemen girişinde büyükçe bir kitle ele geliyordu. Kanamanın nedeni de büyük ihtimalle bu tümöral kitleydi. Hastaya kısa zamanda rektoskopi yaparak biyopsi aldık. Biyopsi sonucu da “malign” yani kanser olarak rapor edildi.
    Zeliha yirmili yaşlarda, genç, güleç yüzlü, minyon tipli, esmer bir kızdı. Ancak başındaki örtüden ve tavırlarından evli olduğu anlaşılıyordu. Sonradan birkaç aylık yeni evli olduğunu öğrendim. Kocasının ne iş yaptığını birkaç kez sormama rağmen tam olarak öğrenemedim. Kendisine veya babasına her soruşumda muğlâk cevaplarla geçiştirdiler. Anladığım kadarıyla sabit bir işi yoktu. Bütün tedavi boyunca kocasını bir veya iki kere görebildim. Bu tip sosyal konulara meraklı ve titiz asistanımız “hocam, kocası tefeci galiba” demişti bana. İriyarı, esmer, kara yağız ve biraz da “donuk” bir tipti. Bir süre sonra hasta her muayene veya kontrole kocasıyla değil, babasıyla gelmeye başladı.
    Şimdi bu yeni evli genç kızın kanser olduğunu ve ameliyat edilmesi gerektiğini ona nasıl söyleyecektim? Biz cerrahların en büyük kâbuslarından biri de buydu. Kelimeleri özenle seçmek, hastayı psikolojik olarak travmatize etmeden doğru bilgilendirmek ve tedavi için onayını almak gerekiyordu. Bu gibi durumlarda hasta yakınlarının çoğu “hasta kanser olduğunu bilmesin” tavrı içine girerler. Ancak bu şekilde, hastalıkları kendilerine tam anlatılmadan, onları yapılacak uzun ve zahmetli tedavi sürecine dâhil etmek çok da mümkün olmuyordu. Aslında siz söylemeseniz bile bir süre sonra hastaların çoğu bir şekilde hastalıklarını öğreniyordu.
    Aslında bu konu, doktorlar arasında da sonu gelmeyen bir tartışmadır; “Kanser gibi bir hastalığa yakalanan hastaya hastalığı açıkça söylenmeli mi, söylenmemeli mi?”
    Kimileri hastalığı açıkça söylemenin hastanın psikolojisini bozacağı ve direncini kıracağı görüşündedir. Bazıları da yapılacak tedavinin zor ve uzun bir süreç olduğunu ve hastalığın ciddiyetini kavramayan bir hastanın tedavisini de ciddiyetle sürdüremeyeceği ve ihmal edeceği görüşündedir. Olaya etik, hasta özerkliği ve otonomisi, insan hakları ve hasta hakları çerçevesinde yaklaşanlar ise hastanın kendi sağlığı ile ilgili her şeyi ayrıntılarıyla bilme ve tedavilerine karar verme hakkı olduğunu savunurlar.
    Benim bu hastalara yaklaşımım, önce hastanın yakınlarıyla olayı tartıştıktan ve hastaya hastalığını söylemenin doğru olduğuna onları ikna ettikten sonra, hastalığı hastaya doğru bir şekilde anlatmaktan yanaydı. Bu yaklaşım herkes için önce biraz travmatize edici oluyorsa da, zamanla hastanın tedavi sürecine uyumunu ve hastalıkla başa çıkma direncini arttırıyordu. Aslında, olayı ilk duyduğunda her hastanın ilk tepkisi de diğerinden çok farklı olabiliyordu. Yine de ne yapılacağına karar vermek o kadar da kolay değildi. Ben bile rahmetli anneme mide kanseri olduğunu söyleyememiştim. En yakınlarına bunu söyleyemeyen birçok doktor arkadaşım da var.
    Ayrıca bu hasta için çok önemli bir sorun daha vardı. Tümör anal kanala çok yakındı ve tam bir kür için hastanın makatının da çıkarılması ve kalıcı kolostomi açılması gerekiyordu. Kolostomi, yani hastanın barsağının karın dışına alınması ise hastaların kanserden daha fazla tepki gösterdikleri bir durumdu. Hasta yaşadığı sürece büyük abdestini karnından yapacaktı. Bu gerçekten kabul edilmesi zor bir durumdu ve hastaların tepkilerini anlamak mümkündü.
    Önce Zeliha’nın babasıyla kısa bir konuşma yaptım. Kızında rektum kanseri olduğunu, ameliyat edilmesi gerektiğini, büyük ihtimalle kalıcı kolostomi açacağımızı ve ayrıca büyük ihtimalle kemoterapi ve radyoterapi de gerekebileceğini anlatmaya çalıştım.
    Zeliha’nın babası sanki kızını her babadan biraz daha fazla seviyordu. Kendisi hiç konuşamadı. Hıçkırıklara boğuldu ve özür dileyerek uzunca bir süre ağladı. Biraz durulduktan ve sakinleştikten sonra kendisi ve kızı hakkında ilave bazı bilgiler de verdi. Zeliha onun tek kızı ve tek varlığıydı. Zaten kızını evlendirmek de ona çok ağır gelmişti. Ayrıca kızının kocası da istedikleri gibi “düşünceli” biri değilmiş ve kızı şu anda mutsuz ve huzursuzmuş. Bu arada Zeliha’nın birkaç aylık hamile olduğunu da öğrenmiş olduk. Şimdi tablo daha da dramatik ve karmaşık hale gelmişti. Çünkü hastaya ayrıca muhtemelen radyoterapi ve kemoterapi de yapılacaktı ve gebelik bunlara engel olabilirdi. Sonunda, hastalığını ve yapılması gerekenleri Zeliha’ya anlatmak konusunda anlaştık.
    Zeliha ve babasını bu çeşit bilgilendirmeler için de kullandığımız pansuman odasına aldım. Servisimiz dördüncü kattaydı. Yanımızda bir asistan da olduğu halde onlara bilgi vermeye başladım. Ben mümkün olduğunca dikkatli olmaya ve kelimeleri özenle seçmeye çalışsam da, kaderin her yönden kıskacına aldığı bu köylü kızı son derece zekiydi. Aslında çok sakin ve saygılı bir yapısı da vardı. Ancak hiçbirimizin ve babasının da beklemediği şiddetli bir tepki verdi. Birden pencereye yöneldi ve:
    “Kimse bana engel olmaya kalkmasın! Ölmek istiyorum” gibi bir şeyler söyleyerek pencereden atlamaya kalktı. Neyse ki atlamadan tutabildik. Ne şantaj yapıyordu, ne de kimseyi korkutmak istiyordu. Bende öyle bir kanaat oluştu ki, bıraksak gerçekten atlayacaktı.
    O gün hayatımın en zor konuşmalarından birini yaptım. Hıçkırıklara boğulan babayı ve asistanı da dışarı çıkararak, Zeliha’yı tek başıma, ölmemesi ve yaşaması gerektiğine ikna etmeye çalıştım.
    “Hocam, görüyorsun durumu, benim yaşamamın artık bir anlamı var mı?” dedi.
    Mutsuz bir evlilik, rektum kanseri, kalıcı kolostomi, hamilelik, kemoterapi… Elbette her biriyle baş etmek bile tek başına son derece yıpratıcı ve yorucuydu.
    Ancak Zeliha’yı çok seven bir babası vardı ve dünyaya gelmek üzere yola çıkan bir bebeği olacaktı. Bu ikisinin kendisini hayata bağlaması gerektiğini anlatmaya çalıştım. Sadece “şimdilik” değil, bundan sonrası için de yılmamak, direnmek ve mücadele etmek konusunda söz vermesini istedim. Zeliha o gün bana “kendini öldürmeyi bir alternatif olarak düşünmemek” konusunda söz verdi.
    Bu arada, kocasının Zeliha’nın hastalığına duyarsızlığı nedeniyle, babası ile kocası tartışmışlar. Kocanın, duyarsız olduğu kadar duygusuz da olduğuna karar vermiş babası. Tartışırken kocası babasına aslında çok daha kırıcı, incitici ve gayri insani kelimelerle “sen bana hasta bir kız verdin” diyerek suçlamış. Babası bunu anlatırken yine duygulanarak uzunca bir süre konuşamadı. Anladım ki, babası ne kadar hassas ve duygusal bir insansa, kocası da o kadar duygusuz ve kaba bir adammış.
    Zeliha çok kısa süre sonra kocasından boşanarak babasıyla yaşamaya başladı.
    Zeliha’yı ameliyat ettik. Kemoterapi ve radyoterapi gebelik sonrasına ertelendi.
    Ben Üniversite’den ayrılarak İstanbul’a taşındım.
    Zeliha’nın bir kızı oldu.
    Babası tedavisinin her aşamasında telefon açarak beni bilgilendirdi.
    Zeliha 4–5 yıl kadar sorunsuz yaşadı. Kızı büyüdü.
    Bir gün her şeyi unutmuşken, Zeliha’nın babası bir mesaj gönderdi bana:
    “Zeliha’yı kaybettik, başımız sağ olsun.”
    Herhalde telefon açmaya cesaret edememişti. Modernitenin nimetlerinden yararlanıp sessiz sedasız paylaşmayı tercih etmişti acısını. Ben de onu arayıp başsağlığı dileme cesaretini gösteremedim bir türlü. Sadece oturup bir şiir yazabildim Zeliha’nın gidişi için o gün:
    Öleceğini öğrendiği günden
    Beş yıl sonra gelmişti o dem
    Hangisi daha güzeldi
    Ya da hangisi daha yalan?
    Karar veremedi bir an
    Yaşamak mı, ölmek mi?
    Gitmek mi, kalmak mı?
    Boşluğa bırakacaktı yüreğini
    Tutamadım, tutmadım ellerini…
    Gitmek istiyorsan git
    Kurtar bedenini
    Ama artık sen bir annesin
    Kime bırakıyorsun bebeğini?
    Adını ne koymuştu?
    Nasıl büyütmüştü kızını?
    Şimdi dört yaşında olmalıydı
    Ama hiç görmemiştim yüzünü.
    Babasının mesajından öğrendim
    Bebeğini göremeyecekti bir daha.
    Dünya lezzetlerinden iğrendim
    Kızını terk etmişti Zeliha.
    Aslında, geniş açıdan bakıldığında, o gün Şanlıurfa’nın varoşlarında rektum kanseri nedeniyle bir genç kız ölmüştü sadece. Yunus Emre’nin dediği gibi:
    “Bir garip ölmüş diyeler
    Üç günden sonra duyalar
    Soğuk su ile yuyalar
    Şöyle garip bencileyin”
     
    Prof. Dr. Ömer Faruk AKINCI
    --------------------
    "Deneyimli kanser yenicisiyim"
    Günümüzün en yaygın ve en korkutucu hastalığı kanser. Ne zaman televizyonu açsak ona karşı alınacak tedbirler ve yeni tedavi yöntemleriyle karşılaşıyoruz. Herkesin çevresinde en az bir tane kanser hastası var. Her yıl 11 milyon kişi 21. yüzyıla damgasını vuran bu hastalığa yakalanıyor. Ve bunların 7 milyonu ne yazık ki hayatını kaybediyor. Davut Topcan da pek çok kanser hastasından biri. Onun farkı hastalıkla savaşması. Davut Topcan önce mide kanserini yendi, şimdi de teda
    vilerin olumlu yanıt verdiği, bağırsağını saran tümörle mücadele ediyor. Hiç yılmıyor, hastalığa yenilecek gibi de görünmüyor. Üstelik sadece kendi değil, diğer kanser hastaları için de savaş veriyor. O pek çok kişinin önünü açacak, umudunu yükseltecek bir projeye öncülük ediyor. Dünyada bir ilki gerçekleştiren bilgisayar programcısı Davut Topcan, Türkiye'deki ilk 'kanser arkadaşlık' sitesini www.herseyeragmenyalnizdegiller.com'u geçtiğimiz günlerde hayata geçirdi. Sitenin amacı pek çok kanser hastasını bir araya getirmek. Davut Topcan Avrupa'dan Türkiye'ye motosikletiyle çıkacağı yolculukta kanser hastalarıyla tanışacak, fotoğraflarını ve videolarını çekip hikayelerini sitesinde 10 farklı dilde anlatacak. Ve onların birbirleriyle tanışmasına, birbirleriyle yardımlaşmasına vesile olacak. Projesine destek veren KöKDER (Kök Nakilleri Öncü Koordinasyon Derneği) sayesinde de siteye üye olan pek çok hasta tedavi olacak. Ancak her şey bu kadar kolay değil. Davut Topcan, projenin en iyi şekilde sürdürülebilmesi için başka maddi katkılara da ihtiyaç olduğunu söylüyor...
    Merve Özaytekin'in röportajı: merve.ozaytekin@posta.com.tr 
     
    - Hikayeniz nasıl ve nerede başlıyor?
    1981 yılında Manisa’da doğdum. Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi Bilgisayar Programcılığı’nda okudum. Üniversiteyi bitirmeme yakın İstanbul’daki Karadeniz Holding'ten iş teklifi aldım. Ailemin maddi durumu pek iyi değildi, bu nedenle okulu bitirir bitirmez mutlaka çalışmam gerekiyordu.
    - Kaç yaşında çalışmaya başladınız?
     
    21 yaşında İstanbul'da çalışmaya başladım. Ama birtakım anlaşmazlıklardan dolayı ayrıldım. Birkaç iş değiştirdim. Sonunda 2005'te Axa Sigorta'ya girdim, hala orada çalışıyorum.
     
    - Kanserle tanışmanız ne zaman oldu?
     
    Benden birkaç sene önce annem yumurtalık kanseri oldu. Doktorlar bir senelik ömrü kaldığını söyledi. Ama annemin moralini yüksek tuttuk, hala yaşıyor.
     
    - Siz ne zaman kanser olduğunuzu öğrendiniz? Sürpriz mi oldu yoksa anneniz kanser diye siz de tetkiklerinizi yaptırıyor muydunuz?
     
    Hayır yaptırmıyordum. Sadece kalbim sıkışıyor gibi oluyordu. Kalp doktoruna gittim, hiçbir şey çıkmadı. Psikiyatriste gittim, sakinleştirici verdi, fakat hiçbir şekilde kalbimin sıkışması geçmedi.
     
    - Başka ne tür belirtiler vardı?
     
    Mide içeride olduğu için belirtiler kolay fark edilmiyor. Mide ağrısı, hazımsızlık, spazm olunca insanlar bunu normal mide ağrısı olarak düşünüp doktora gitmiyor, geçiştiriyorlar. Bende de aynı şikayetler vardı ve sıradan zannedip doktora gitmekte geciktim. Ve sonunda dışkımdan kan gelmesiyle bir şeylerin yolunda gitmediğini, ciddi bir hastalığım olduğunu anladım.
     
    - Mide kanserinin en kötü yanı ne?
     
    En çabuk yayılan kanser türü olması. Midenin tamamını sardıysa kurtulamaz hale geliyorsunuz. Ameliyattan çıkıp çıkmayacağınız da belli değil üstelik.
     
    - Size erken teşhis yapılabildi mi?
     
    Ne yazık ki hemen anlaşılmadı. Kan değerlerim çok düşüktü. Ancak ikinci kez endoskopi yapıldığında tümor ortaya çıktı. Sonra midemden parça alındı ve patolojiye gönderildi.
     
    - Ailenizin haberi var mı durumdan?
     
    Başta yoktu. Benden büyük iki ablam var. Ortanca ablam hemşire. O bu konularda biraz daha bilgili diye hep onunla iletişim halindeydim.
     
    - Kanser olduğunuzu ne zaman öğrendiniz ve ne hissettiniz?
     
    Parça alındıktan 3 gün sonra kanser olduğumu öğrendim. Doktor elini omzuma koydu ve durumu anlattı. Hemen ameliyat olmam gerektiğini söyledi. Ablama da onun söylemesini istedim. Sonucu bekleyen ablam tabii ki duyunca kriz geçirmiş.
     
    - Peki nasıl tepki verdiniz? Bu hastalık ölümcül deyip hiç intiharı düşündünüz mü?
     
    Evet. Doktor kanser olduğumu söyledikten sonra beşinci katta kaldığım odanın cam kenarına kadar geldim, bir an ölmeyi düşündüm. Ama ne olduysa devam etmeye, hastalıkla savaşmaya karar verdim.
     
    - "Anneme ve babama söylemedim" dediniz, onlar ne zaman öğrendi?
     
    Onlara ülser olduğumu, ameliyat olacağımı ve hemen Manisa'dan gelmelerini söyledim. Tabii İstanbul'a gelince mide kanseri olduğumu öğrendiler. Ameliyatta midemi, dalağımı ve reflüyü aldılar. Şimdi gövdem dümdüz, sadece hortumla yaşayan bir adamım.
     
    - Mide işlevini nasıl yerine getiriyor? Nasıl yemek yiyor ve öğütüyorsunuz?
     
    İnce bağırsak esneyen bir yapıya sahip ve midenin yerine görev yapabiliyor. Midenin görevi de emilim değil zaten. Çalkalamak. Artık yediklerimi daha fazla çiğneyip öyle yutuyorum.
     
    - Bu durumda kilo da verdiniz değil mi?
     
    Evet. 2006 sonlarında 85-90'lardaydım. Şimdi 64 kiloyum.
     
    - Kanser olmadan önce nasıl bir hayatınız vardı?
     
    Yerimde duramıyordum. Sabah dörtte kalkıp arkadaşlarımla Rumeli Feneri’ne gider, orada dalardık. Sonra saat yedide dalgıç kıyafetlerimizi çıkartıp mayolarımızı giyip yüzerdik. Bir yerlerde kahvaltı eder, takım elbiselerimizi giyip işimizin başına dönerdik.
     
    - Başka?
     
    Hafta sonunda salsa ve tango yapıyordum. Gece arkadaşlarla dışarı çıkıyorduk. Neredeyse pek çok tanınmış gece kulübü işletmecisi arkadaşım olmuştu. Aynı zamanda motor tutkunuyum. Hız motorum var ve pek çok yarışa katıldım. Çeşme'de dalış yapıyordum. Bana ailenin delisi derlerdi, bu kadar çılgın, deli dolu yaşayıp kansere yakalanmak herhalde takdiri ilahi...
     
    - Duygusal hayatınız nasıldı? Yaşadığınız bir aşk acısından çok etkilendiğinizi öğrendim...
     
    Evet, böyle bir hikayem var. Ve hastalığımda da etkisi olabileceği söyleniyor. Bu tarz şeyler insanı zayıf düşürüyor çünkü. Kansere yakalandığım 2007 yılında güzel bir yaz geçiriyordum ama hayatımda ‘aşk’ gibi saçma sapan bir şey vardı.
     
    - Neden saçma sapan diyorsunuz?
     
    Kendimden 5 yaş büyük bir kadınla beraberdim. Aramızda hep gel-gitler vardı. İlişkimiz kötü gidiyordu. İnsan ne kadar etkilenmiyorum dese de etkileniyor.
     
    - Yaş farkından dolayı mı olmuyordu?
     
    O yaş farkını çok kafasına takıyordu. Sonunun nereye gideceği belli olmayan bu ilişkiyi bitirmek için çok uğraştım. Ama öyleydi ki, akşam bitiriyorduk, sabah tekrar başlıyorduk. Bir sene gel-gitlerle sürdü. Hayatta kimsenin yaşamak istemeyeceği bir ilişkiydi.
     
    - Kansere yakalandıktan sonra mı bitti?
     
    Kansere yakalandığımı öğrendiğinde yanımda olmaya çalıştı, kendini saçma sapan bir yere yerleştirdi. Arkadaş mı, sevgili mi belli değildi. Kangrenli bir kol insana nasıl destek verebilir ki... Sonunda sert konuştum ve hayatımdan çıktı.
     
    - Ya sonra? Başkaları hayatınıza girdi mi?
     
    Zaman geçti, ortak arkadaşlarımız sayesinde facebook'ta biriyle tanıştım. Onunla aynı yaştaydık. Kanseri de atlatınca artık düzenimi kurmak ve evlenmek istiyordum. Bu nedenle kız arkadaşımla her şey çok hızlı ilerledi. Nişanlanınca her şey tersine döndü. Arada gerilim oldu ve ayrıldık. Bir süre sonra ailelere söylemeden tekrar bir araya geldik.
     
    - Mutlu son olmadı mı?
     
    Hayır. Biz bir araya geldikten hemen sonra tekrar kansere yakalandım. Önce hiçbir şey yiyememeye başladım. Su bile içsem kusuyordum. Meğer ince bağırsağın çevresi kanser olmuş. Hemen kemoterapiye başlandı. Beş gün hastanede kaldım. Bu sürede kız arkadaşım da yanımdaydı. Ama hastaneden çıktıktan sonra bir ayrılık maili aldım. Psikolojik sorunları olduğunu söylüyordu.
     
    - Kanser olduğunuzdan dolayı kendini sorumluluk altında hissetmiş olabilir mi?
     
    Olabilir. Ama önceden kanseri atlattığımı biliyordu. Kansere yakalandıktan sonra gitti. Ve bir daha aramadı.
     
    - Ne hissettiniz o an?
     
    Üzülmedim ama insan ırkından tiksindim. E-maili hemen sildim. O an “Ben olsam, sevmesem bile yapmazdım” dedim.
     
    - Siz ne yapardınız?
     
    Onunla bir hayat kurmayacaksam bile en azından iyileşene kadar bir şekilde destek olmaya çalışırdım. İyileştikten sonra bunu söylerdim. Her taraftan vurulmuş bir adama bunu yapmamalıydı.
     
    ************
     
     
     
    - 'İnsan ırkından tiksindim' dediniz ama bir ilke imza atarak kanser hastalarına yönelik bir arkadaşlık sitesi kurdunuz...
     
    Aşk hayatında kötü kızların paratoneri oldum. Bu nedenle artık aşka kafa yormak istemiyorum. Deneyimli kanser yenicisiyim. Ve bundan sonraki bütün enerjimi kanser hastalarına yönelik yardım projelerine adayacağım. Sitenin hikayesi ikinci kez kansere yakalandıktan sonra başladı. Tekrar bu hastalığa yakalanınca bitkisel tedavi yapan birini buldum. Modern tıp yöntemini bırakmadan deneyeyim dedim. Meğer şarlatanlıkmış. Güçten düşen bana, kemoterapiyi ve pek çok gıdayı yasakladı. Tabii dediklerini yapmadım ama insanların gözünü açmak için bir şeyler yapmak gerektiğini anladım. Bu siteyi kurdum.
     
    - Kanser hastalarını bir araya getirmekten başka bu sitenin ne gibi avantajları var?
     
    Site daha yeni yeni takipçileriyle buluşuyor. Üyelik sistemi motosikletle yapacağım projeden sonra şekillenecek. Öncelikle 4 Temmuz'da Frankfurt'a gideceğim. Motosikletle Frankfurt'tan Türkiye’ye gelecek ve ardından Türkiye'yi gezeceğim. Bu turu yaparken Frankfurt'ta kanser organizasyonlarına katılacağım. Türkiye’yi gezerken de kanser hastalarının evlerine konuk olarak, dertlerini dinleyecek, fotoğraflarını ve videolarını çekeceğim. Bunları internet ortamında, sitemde paylaşacağım.
     
    - Ya sonra?
     
    herseyeragmenyalnizdegiller.com'a yüklediğim insan hikayeleri 10 dilde yayınlanacak. Böylece dünyadaki her kanser hastası birbiriyle iletişime geçebilecek. Şu anda bu çalışmayı Doç. Dr. Sarper Diler sayesinde KÖKDER'le yürütüyorum. Bu dernek sayesinde birçok kanser hastasının tedavisine yardımcı olacağız. Yani Hakkari’deki bir hasta Japonya’daki diğer kanser hastasıyla iletişime geçip ortak dertlerini gerekirse tercümanlar aracılığıyla paylaşacak, tedavi yöntemlerini konuşabilecek. Bunun gibi pek çok yenilik olacak.
     
    - Kendinize nasıl bir program çizdiniz? İşinize devam etmeyecek misiniz?
     
    6 ay izinliyim. Geziyi, Frankfurt'tan başlayarak Batı, Orta Anadolu, Doğu Anadoluve Trakya bölgesi olarak beşe ayırdık. İşe başladıktan sonra hafta sonlarımı yurt dışındaki hastalara ulaşıp sitede yayınlamaya adayacağım. Tabii ki projenin gelişmesi için daha fazla sponsora ihtiyacımız var.
     
    - Son olarak herkese vereceğiniz bir mesaj, bir tavsiye...
     
    Canları ne istiyorlarsa onu yapsınlar. Negatif, kaprisli insanları hayatlarından çıkarsınlar, üzücü şeyler seyretmesinler. Şu an yaşadığım her dakika benim için çok değerli. Ayrıca insan kapalı bir kutu. Arada bir kontrole gitsinler, ne var ne yok kontrol ettirsinler.
     
    -------------------
     
    Tıp dünyası, kanserin tedavisini bulmak için daha önce bu hastalığı yenenleri inceliyor
     
    Uzmanlara göre, kansere karşı hastaların bağışıklık sistemini harekete geçirmek için vücuda yeni bir virüs enjekte edilebilir.
     
    KANSERİN tedavisi için yıllardır umut ışığı arayan bilim dünyası, birkaç aylık ömrü kalan kanser hastalarının mucizevi şekilde iyileşmesinin gizemini araştırıyor. Saygın Amerikan dergisi Forbes, esrarengiz bir şekilde kanseri yenenlerin hikayelerini kapağına taşıdı. Uzmanlara göre, bağışıklık sistemini kansere karşı harekete geçirmenin yolu hastaya başka bir virüs vermek olabilir. Virüs sayesinde bağışıklık sistemi daha etkili çalışıp, kansere karşı da savaşabiliyor. Ancak tetikleme süreci “şanslı” birkaç hastada kısa zamanda meydana gelirken kimilerinde yıllar sürebiliyor. Bilim adamları, tüm hastalarda bağışıklık sistemini kansere karşı harekete geçiren bir ilaç geliştirmek için “mucize” hastalar üzerinde araştırmalar yürütüyor. Birçok kanser hastası da bağışıklık sistemi tehlikeyi anlayamadığı için radyoterapi, kemoterapi, ameliyat ve ilaç tedavisine cevap veremiyor. Büyük ilaç firmaları kansere karşı bağışıklık sistemini harekete geçirmek için ilaçlar geliştiriliyor ancak her bünye farklı olduğu için şimdilik bu ilaçlar kimi hastalarda hiçbir işe yaramıyor. Dergide kanseri bu şekilde yenen hastaların hikayeleri de aktarıldı.
     
    AZRAİL’E SON ANDA ÇALIM 
     
    Gönüllü denek oldu 
     
    27 yaşındaki ABD’li Sharon Belvin, 22 yaşında akciğer kanserine yakalandı. İki yıl sonra tümör diğer akciğerine ve iç organlarına yayıldı. Kanser, kemoterapiye yanıt vermiyordu. Genç kadın, daha sonra deney aşamasındaki bağışıklık sistemini harekete geçiren bir kanser ilacı için denek olmaya razı oldu. Belvin dört ay içinde kanserden kurtuldu. 
     
    Mezar satın almıştı
     
    Yedİ yıl önce sırtında mor bir ben fark eden Joseph Rick (43), kolon kanserine yakalandı. Doktorlar, 9 ameliyat olan ve 40 kemoterapi tedavisi gören Rick’e sadece 4 ay ömrü kaldığını söyledi. Rick kendine bir mezar satın aldı ve evinde ölümü beklemeye başladı. Doktorları ona UCLA Üniversitesi tarafından Pfizer için sürdürülen bağışıklık güçlendirici ilaç denemesine katılmasını tavsiye etti. Rick’in tümörü bir ay içinde yüzde 25 küçüldü ve bir yıl içinde kanserden tamamen kurtuldu. Ancak ilaç deneylere katılan diğer hastalarda aynı etkiyi göstermemişti. 
     
    ‘30 gün yaşarsın’ dediler 
     
    ABD’li Charles Burrows (56) doktora gittiğinde karaciğer kanserine yakalandığı söylendi. Bir gün karın ağrısı ve mide bulantısı şikayetlerle yatağa düştü. İyileştikten sonra tümörün ortadan kaybolduğunu öğrendi. Uzmanlar, Burrows’un yakalandığı bir virüsün bağışıklık sistemini virüs ve aynı zamanda kansere karşı harekete geçirdiğini tahmin ediyor. 
     
    Tümörü yok oldu
     
    Barbara Bradfield (66), kurtulduğu meme kanserinin iki yıl sonra geri dönmesiyle en büyük kabusuyla yüzleşmek zorunda kaldı. Daha fazla kemoterapi görmek istemeyen kadın ölümü beklerken, Herceptin ilacını henüz deneme aşamasında kullanmaya başladı. İlacın ömrü en fazla 5 ay uzattığı söyleniyordu ancak Bradfield’in tümörleri birkaç ay içinde kayboldu ve bir daha da geri dönmedi. 
     
    ‘İkinci hayatımı yaşıyorum’ 
     
    Akciğer kanserini yenen ünlü koreograf Uğurkan Erez, “Hastalığımı öğrendiğimde öldüm sandım” diyor.
     
    65 yaşında İstanbul’dan ayrılarak İzmir’e yerleşmeyi planlayan Uğurkan Erez, geçen yıl akciğer kanseri olduğunu öğrenince bu planını 10 yıl önce hayata geçirdi. Kordonboyu’ndan bir ev satın alarak İzmir’e yerleşen ünlü koreograf daha sonra da hastalığıyla mücadeleye başladı. Ve sonunda ameliyatla akciğer kanserini yendi. 
     
    Kendisi için yeni bir dönemin başladığını belirten Erez, hastalığını öğrendikten sonra yaşadıklarıyla ilgili şunları söyledi: “Kanser olduğumu öğrendiğim gün bu dünyadan gideceğimi hissettim. Ölümden korkardım. Kendimi alıştırdım korkmamaya. Hastalığımı öğrendikten sonra ameliyatta geçen 10 günü anlatamam. Yaşam ile ölüm arasında gidip gelmeyi yaşadım. İkinci hayatımı öbür dünya olarak düşünüyordum ama artık canım İzmir’de yaşıyorum. Nerede nasıl mutlu olmak istiyorsanız, bu sizin elinizde. Hayat bunu bana öğretti. İkinci hayatımı yaşıyorum.”
    -----------------
    Kanserin son evresindeki Ann Ercan, hastanede kemoterapi yerine, evinde sevdikleriyle olmayı seçtiAYŞE ARMAN'IN RÖPORTAJI 11 Ağustos 2014 - 01:14:00Kanserin son evresindeki Ann Ercan, hastanede kemoterapi yerine, evinde sevdikleriyle olmayı seçti
    55 Paylaş
     
    inPaylaşın
     
    -
    A
    +
     
    Bir sürü röportaj yaptım bugüne kadar.
    Ann ve Özgür’ünki kadar sarsanı az oldu.
    Acılarını içimde hissettim.
    Anlattıklarını dinlerken bir Özgür oldum, bir Ann oldum.
    Gözümün önüne biri 5, diğeri 9 yaşındaki Ronan ve Zeytin geldi.
    Birkaç hafta sonra anneleri olmayacak.
    Anneleri onlarla birlikte şimdi evde.
    Ama ölüyor...
    Ann, yumurtalık kanseri. Artık son evrede. Geç teşhis edildiği için; ameliyata, kemoterapiye ve denenen bir sürü yeni ilaca rağmen artık yapacak bir şey kalmamış, yolun sonu, buraya kadar, bir adım sonrası ölüm... 
    Sadece günler, haftalar var...
    Doktoru diyor ki, “İki seçenek söz konusu. Ya hastanede tedaviye devam edeceğiz. Ama bir yararı olacağını düşünmüyorum. Ya da evinde kocanla, çocuklarınla huzur içinde hayata veda edeceksin, son nefesini vereceksin...”
    O da, ikinci şıkkı tercih ediyor.
    Ben çok kısa bir süre sonra öleceğini bilen bir kadınla konuştum.
    Güzel ölüm olur mu bilmiyorum, güzel öldüğünü söyleyen bir kadınla konuştum...
    Ölüme hazırlık yapan bir kadınla...
    Ölümünden sonrasını sevdikleri için kolaylaştırmaya çalışan bir kadınla...
    Ölümle yüzleşen bir kadınla...
    Çocuklarına bile öleceğini söyleyen bir kadınla...
    Ve bu cesur kadın henüz o kadar genç ki, 38 yaşında...
    Ona çok bağlı eşi Özgür’le de konuştum.
    Benim çok yakından tanıdığım insanlar bunlar. Gazetemizin yayın koordinatörünü Fikret Ercan’la Mikader Derneği’nin başkanı Nesrin Ercan’ın oğlu Özgür ve şahane gelinleri Ann...
    Ah Ann...
    Müthiş zekidir, yeteneklidir, acayip iyi Türkçe konuşur, bir süre Türkiye’de yaşadılar, sonra Amerika’ya yerleştiler.
    Zeytin ve Ronan’ın öykülerini dinliyorduk Fikret Bey’den...
    Fıstık gibi bir işi vardı, bir üniversitede çalışıyordu.
    Her şey şahaneydi.
    Ve bir gün Ann, karnında bir şişlik hissetti...
    Tokat gibi çarptı beni bu hikâye... 
    Çünkü alışık değiliz, bizim kültürümüzde böyle şeyler yok, birkaç hafta ömrü kalan insanın öleceğini bilmesini istemeyiz, yakınları bilir ama kendisi ıh ıh, onun için böylesinin daha iyi olacağını düşünürüz, bir tiyatrodur gider, biz her şeyi idare ederiz, gizleriz...
    Ama işte orada, “Açık yaşadım, açık ölüyorum!” diyen bir kadın var.
    Soruları sorarken ağladım.
    Ama aynı zamanda, karı-kocanın cesaretlerine hayret ettim, hayranlık duydum.
    Hepimiz için öğrenecek şeyler var bu hikâyede.
    Roman olur, film olur...
    Gözlerden akan yaşlar sel olur.
    Güç diliyorum, sabır diliyorum, başka da ne denir bilmiyorum.
     
     
    2012 Ann-Özgür Ercan ve çocukları Ronan ile Zeytin
     
     
    2014 Ronan ve Zeytin büyüdü.
     
     
    Tam olarak ne yaşıyorsun?
     
    Ann: Yumurtalık kanserinin son evresindeyim. Tedaviyi kestik. Artık bir faydası yok. Evimdeyim. Ve ölüyorum...
     
    O kadar acı ki bu söylediğin! Daha 38’sin. İki minik çocuğun var. Nasıl bu kadar güçlü olabiliyorsun?
     
    Ann: Başka çarem mi var? Birkaç hafta sonra belki hayatta olmayacağım. Belki değil öyle. Ama şu an hayattayım. Ve hayat hâlâ güzel, çocuklarım da öyle. Biri 5, diğeri 9 yaşında. Onlar ve eşim Özgür’le kalan zamanımı güzel geçirmeye çalışıyorum. Güzel yaşadım, güzel ölüyorum. Kafayı kuma gömmek, hiçbir konuda çözüm değil. Yüzleşmek gerekiyor, ölümle bile...
     
    Peki ne zaman öğrendin, nasıl söylediler?
     
    Ann: Öleceğimi mi? Birkaç hafta önce. Doktorum konunun uzmanı. Açık açık bana, “Ann, bir karar vermen gerekiyor. Önünde iki seçenek var” dedi, “Ya kalan zamanını hastanede geçireceksin, tekrar kemoterapi. Ama artık faydası olacağına inanmıyorum. Ya da keseceğiz tedaviyi. Ailenin yanına, evine gideceksin ve onların yanında hayata gözlerini yumacaksın...” İki durumda da öleceğim yani. Ben de ailemin yanında ölmek, kalan zamanımı da mümkün olduğu kadar güzel geçirmek istedim.
     
    Bizde akrabalara söylenir ama hastanın kendisine genellikle söylenmez. Bilmemek daha kolay olmaz mıydı?
     
    -Asla! Kendi hayatımla ilgili bir karar bu, tabii ki o kararı ben vermeliyim. Böyle bir şeyin benden gizlenmesi, özgürlüğümün çalınması demek. Amerika’da hastaya söyleniyor. Bence saklamanın kimseye faydası yok. Evet, ben öleceğim. Bununla yüzleşmem ve kabul etmem gerekiyor. Bu, bir gerçek. Nasıl yok sayabilirim ki? Saysam kaç yazar ki?
     
    Özgür: Burada, Amerika’da, kanser bütün aileyi etkileyen bir hastalık olarak değerlendiriliyor. Ann’e teşhis konunca, hastane bize bir terapist tayin etti. Çocuklar, ben ve Ann, iki sene boyunca terapiye gittik. İnanılmaz yardımcı oldu. Öyle şeyler yaşıyorsun ki, desteğe ihtiyacın oluyor, kendi başına altından kalkabilmen zor. Ann tüm bu süreç içinde tam 50 kilo verdi. Yılbaşından beri yemek yiyemiyor. Sadece sıvıyla besleniyor. Günde 200 kalori alabiliyor. Gözümüzün önünde eriyor. Tabii herkesin reaksiyonu da farklı oluyor. Terapide önce kendini tanıyorsun, kendini çözüyorsun. Ann’e ilk teşhis konduğunda, üçüncü kattan atlasam da, koşmaya devam edecekmişim gibi hissediyordum. Öyle bir güç gelmişti bana: “Ailemi ölüme karşı bile koruyabilirim! Karım için her şeyi yapabilirim!” diye. Ama 6 ay sonra vücudum ve sinir sistemim çöktü. Yataklara düştüm. O zaman, bu hastalığın hepimizi etkilediğini anladım. Terapiyle, bu olumsuz etkileri bir nebze azaltmaya çalışıyorlar. Mesela müthiş öfkeliydim ben. Çocuklarıma karşı daha sabırsız ve tahammülsüz davranıyordum. Terapi sayesinde şunu fark ettim: Ann’e bir şey olursa, çekip gidemeyeceğim için, bilinçaltımda onlara kızıyorum. Oysa annelerinin ölecek olması tabii ki onların suçu değil! Tam tersine bizim birbirimizden güç almamız lazım. İnan terapiye gitmemiş olsaydım ya başka bir kadınla şu an salakça bir ilişki yaşıyor olurdum ya da alkoliktim...
     
     
     
    Ölümlü olduğumuzu bilmemize rağmen, hepimiz hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşıyoruz. Ama sana biri, “Şu kadar zamanın kaldı!” diyor. Bu nasıl bir şey? İnsan duyunca ne hissediyor?
     
    Ann: Tabii ki zor. Bu gerçeği kabullenmek zor. Ama ben hayatım boyunca açık bir insan oldum, insanların da bana açık olmasını isterim. Açık yaşayan bir insanım, şu anda açık da ölüyorum. Şok olmadım. Öfke krizleri yaşamadım. Yas içinde değilim. Ama üzgünüm. Özgür’le hâlâ çok âşığız. Artık bu aşkı yaşayamayacağım. Artık çocuklarımın annesi olamayacağım. (Ağlıyor) Ne var ki, kabullenmek dışında yapacak bir şey de yok.
     
    Özgür: Artık haftalarımızın kaldığı şu günlerde, zamanı olabildiğince güzel değerlendirmek istiyoruz. Bunları sana anlatmamızın nedeni de, ‘sessiz katil’ olarak bilinen bu hastalık konusunda insanları uyarmak. Bir tek aile bile bizim yaşadıklarımızı yaşamazsa, bir tek aileyi bile koruyabilirsek, bu bizim için inanılmaz bir teselli olur. O zaman, kansere, kozmik de olsa bir şaplak atmış oluruz.
     
    ÖZGÜR: ÖLÜM ÇOK İYİ BİR ÖĞRETMEN ASLINDA
     
    Kanser hayatımızda olan en kötü şey ama o olmadan önceki beni istemem şimdi. Basit şeylere sinirlenen, üzülen, takıntılı bir insandım. Ann’in gerçekten bir sürü şeyi aşmış, hatta ermiş biri olduğunu da, ben bu hastalıktan sonra öğrendim. Hayatımızda kanser olmasaydı ben şimdi falanca saçma sorunu dert ediyordum. Başında çatı var, sevinsene! Yaşamın nasıl bir mucize olduğunu, her günü nasıl dolu dolu yaşamak gerektiğini ölüm kapıya gelince fark ediyorsun. Ölüm, çok iyi bir öğretmen aslında.
     
    BAŞIMA GELEN ONCA GÜZELLİĞE 
    'NEDEN BEN?' DEMEDİM DE, KANSERE Mİ DİYECEKTİM?
     
     
     
    “Güzel ölmek” diye bir şey var mı?
     
    -Var, işte ben...
     
    Peki ‘ölüme hazırlanmak’ diye bir şey?
     
    -O da var. Bir süredir hazırlanıyorum. Geçen sonbahar bir kampa gittim. Yumurtalık kanseri olan başka kadınlarla beraber. Birbirimizi dinlendik, durumumuzu konuştuk. Bazılarımız ölüme daha yakındık, bir kısmımız artık hayatta değil. Orada şunu anladım: Ölüm hakkında konuşabilmek, düşünebilmek ve kendini hazırlayabilmek önemli bir şey ve gerekli bir şey. Bu kadar ürkütücü de değil. Ben de başta korkuyordum ama sonra o duygudan kurtuldum ve kalan zamanı anlamlı geçirmeye karar verdim. Bir de kocamın ve çocuklarımın omuzlarından ne kadar yük alabilirsem o kadar iyi. Bu da mümkün, sevdiklerin için, senden sonraki hayatı kolaylaştırabiliyorsun.
     
    Özgür: Meğer o kamptan sonra, bir avukat bulmuş, vasiyet yazdırmış, çevresindeki yakın arkadaşlarıyla konuşmuş. Ölüm ve sonrası için planlar yapmış. Lojistik olarak neler yapılmalı, sorumluluklar paylaştırılmış. Gerçekten de hayatı bizim için kolaylaştırdı.
     
    Peki “Kurtulacağım” diye düşünmedin mi hiç?
     
    Ann: Düşünmez olur muyum? Bu hazırlıkları yaparken de düşünüyordum. Ama yine de önlem alıyordum. Bu şuna benziyor, evimiz yanmıyor ama yangın olabilir ve biz evimizi yangına karşı sigorta ettiriyoruz. Her şeyle yüzleşmemin nedeniyse kalan zamanımı daha az kaygıyla yaşamak.
     
    Hiç isyan etmedin mi?
     
    Ann: Bir miktar ettim. Ama daha ilk teşhiste çok zor bir durumla karşı karşıya olduğumuz belliydi. Üçüncü evredeydi kanserim, dört zaten en sonu. Bu kanserle beş yıl yaşama oranı, yüzde 30’larda. Yani durum biraz ümitsizdi.
     
    Özgür: Tuhaf olan şu: Bu hastalığın ortalama yaşı 62. Ann ise 38’inde. Bu kadar genç yaşta, bu kadar ciddi bir tümör gerçekten milyonda bir.
     
     
     
    “Neden ben!” diye haykırmaz mı insan?
     
    Ann: Bak, onu yapmadım! O kadar güzel bir hayat yaşadım ki. Sevdiğim adamı 19 yaşında buldum. Müthiş bir aşk yaşadık. Dünya güzeli çocuklarımız oldu. Sevgi dolu bir aileyiz. Çok iyi bir kariyer yaptım. Hep şanslı bir insan oldum. Bunların hepsi başıma gelirken “Neden ben?” demedim, kötü bir şey olunca mı diyecektim. Aptalca geldi. Kendim için değil ama çocuklarım için “Haksızlık!” diyorum çünkü anneyi kaybetmek büyük bir travma ve henüz çok küçükler. Ama yapacak bir şey yok. Bu da onların gerçeği.
     
    Söylediniz mi?
     
    Özgür: Evet, geçen hafta çocukları aldık ve okyanus kenarında bir otele gittik. Ve anlattık: “Anne, kemoterapiye devam edemeyecek çünkü kemoterapi anneye daha çok zarar verecek, artık evde sizinle olacak...”
     
    Ann: Yalan söylemedik. Gözlerinin içine baktım ve “Ben öleceğim” dedim. Tabii ki ölmemi istemiyorlar, ben de istemiyorum ama nasıl olsa kalplerimizde her zaman beraberiz. “Peki ne zaman öleceksin?” dediler. “Bilmiyorum” dedim, zaman belirtmedim, “Şu an yaşıyorum. Yarını boş verelim. Gelin şimdiyi dibine kadar yaşayalım.” Hep birlikte okyanusa yüzmeye gittik.
     
    Özgür: Ann, müthiş bir annedir. Anaokulunda çalıştığı zamanlarda o minik çocuklara da inanılmaz bağlıydı. Ben de iyi baba olmak isteyen bir adamdım. Aşk meşk bir yana, biz deli gibi çocuk sahibi olmak isteyen iki insandık. Evren sanki bizi, Zeytin ve Ronan’ı yapmamız için de bir araya getirdi. Yıllar önce seyrettiğim bir belgesel vardı. Afrika’da filler, suya ulaşmak için yüzlerce mil yol kat ediyorlar. Hayatta kalmaları için tek şans bu yolculuğu tamamlamaları. Ama yavru bir fil ayağını incitiyor. Onsuz ilerlemek yerine, bütün sürü, hızına düşüp, onunla birlikte yavaş yürümeye başlıyor. O koca sürü, o bebek fil için hayatlarını riske atıyor. Ann’le benim için de çocuklarımız bu kadar önemli. Ben o yolculuğa Ann’siz de olsa devam edeceğim ve bebek fili suya ulaştıracağım.
     
     
     
    ÖZGÜR: BOYNUMA ANN YAZDIRDIM
     
    Boynuma Ann yazan bir dövme yaptırdım. Yüzük parmağıma da sufi felsefesini anlatan bir dövme. İğne ve iplik. Değişim ve ebediyet.
     
    AKIL ALMAZ DAYANIŞMA
     
    Arkadaşlarınız, dostlarınız..
     
    Özgür: Herkes inanılmaz destek! Öyle böyle değil. Amerika’da bir web sitesi var, insanlar üye oluyor ve bir destek grubu oluşturuyor. Bizim için de, 200 küsur arkadaşımız bir araya geldi. İmece usulü akıl almaz bir dayanışma gösteriyorlar. Noel zamanı perişan bir haldeydik mesela, Ann ameliyat oluyordu. Dediler ki, “Çocukların Noel’lerini biz yapacağız!” Gerçekten de bir kamyonet dolusu oyuncak geldi. Sonra yemek göndermeye başladılar. Salı günü biri yapıyor, perşembe günü diğeri. Türkiye’deki gibi hasta yakınını evde ağırlaman da gerekmiyor, yemekleri kapıya bırakıp gidiyorlar. Biri geliyor, “Çimin uzamış, çimini biçeyim” diyor, öbürü, “Köpeğinin saçı uzamış, dur bir kestirip geleyim” diyor. Çocukları alıp gezdiriyorlar. Gerçekten inanılmazlar!
     
    O GİTTİKTEN SONRA ANN’İ İÇİME ALACAĞIM
     
    Çocuklar seni daha çok hatırlasın diye bir şeyler yapıyor musun? Onlara kutular hazırlamak, mektuplar yazmak gibi...
     
    -Evet, iki kocaman tahta kutu hazırladım. “Bunlar Zeytin’e, bunlar Ronan’a” diye, bir sürü şeyi ayırdım. Mektuplar da yazdım. Son zamanlardaysa kendimi iyi hissettiğimde telefonumla video çekiyorum. Birlikte söylediğimiz sevdiğimiz şarkıları söylüyorum. Bir de annelerini çok erken kaybetmiş iki arkadaşıma, “Annenin sana ne bırakmasını isterdin?” diye sordum. Doğumlarıyla, çocukluklarıyla ilgili sadece annelerinin onlara anlatabileceği hikâyeleri duymak istediklerini söylediler. Ben de bir liste çıkardım. Çekiyorum bir şeyler. Yıllar sonra açıp izlerler. Belki tuhaf gelecek ama hayatla, cinsellikle ilgili, “Annem hayatta olsaydı da sorsaydım” diyecekleri şeylere de yanıtlar veriyorum. Her şeyi yapabilmek istiyorum. Acelem var benim!
     
    Özgür: Ann’in eşarp, fular ve atkı koleksiyonu var. Şimdi iki sanatçı, onlardan hem Ronan’a hem de Zeytin’e özel bir yorgan oluşturuyor. Anneleri yatakta hep yanlarında olacak, hep onlara sarılacak.
     
     
     
    “Benden sonra Özgür bu çocuklarla ne yapacak?” diye düşünüyor musun?
     
    Ann: Hayır, ona o kadar çok güvenim var ki. O halleder. Bebek filleri suya ulaştırır...
     
    Özgür: Ann’den sonra benim bir yarım Ann olacak. Onu içime alacağım. Çocuklar bende hem beni hem Ann’i yaşayacaklar.
     
    KONTROLLERİ SAKIN İHMAL ETMEYİN 
    ERKEN TEŞHİS TEK ÇÖZÜM
     
    Bu hastalık nasıl gelişti? Ne zaman fark ettin? Ne fark ettin?
     
    Ann: Karnımda bir şişlik vardı. Ve kabızlık yaşıyordum. Normalde de yaşamam. Doktoruma anlattım. Baktı, etti. Çok ciddiye almadı. Ultrason, x-ray, kan tahlilleri, her şey normal çıktı. Ben hâlâ, “Bedenimi tanıyorum, anormal bir şeyler oluyor!” diyorum. Doktor değiştirdim. Fakat öyle sinsi bir hastalık ki semptomları yok denecek kadar az ve benim yaşımda pek rastlanmıyor. Muhtemelen doktorlar, o yüzden yumurtalık kanseri ihtimalini düşünmediler. Bu arada aylar geçti tabii. Ama sıkıntılarım devam ediyordu. Bu hastalığın ne yazık ki sadece yüzde 18’i erken evrede yakalanabiliyor. Hele biraz kiloluysan, teşhis etmesi iyice zor. Sonunda doğru doktoru buldum, ameliyat da oldum, kemoterapi ve aklına gelen her şeyi yaptık. Hatta piyasaya altı ay sonra çıkacak ilaçları kullandım. Ama iş işten geçmişti. Geç kalınmıştı.
     
     
     
    Amerika’da doktor ihmali olmazmış gibi geliyor. Öyle değilmiş demek ki...
     
    Özgür: Tıpta, tüm dünyada olasılıklar göz önünde bulunduruluyor. Ann yaşında birinin bu hastalığa yakalanma ihtimali çok düşük olduğu için bu ölümcül saatli bombayı fark edemediler. Hem de Ann’in sürekli, “Bu işte bir iş var” demesine rağmen.
     
    Ann: Benim insanlara vermek istediğim bir mesaj var: Erken teşhis tek çözüm. Vücudunuzu iyi tanıyın ve değişimleri ciddiye alın. Ben pap smear’imi düzenli yaptıran biriydim. Ama yeterli değilmiş. Vajinal ultrason yapılması gerekiyor. Şişme, hazımsızlık, kabızlık, kilo kaybı, kilo alımı türü şeyler çok sıradan duruyor ama ciddiye alın lütfen.
     
    ANN HEP ÇOCUKLARIMIN GÖZLERİNDE OLACAK
     
     
     
    Nasıl tanıştınız?
     
    Özgür: Üniversitede tanıştık. Benim ilk senemdi. Onun oda arkadaşıyla arkadaştım. İlk görüşte çarpıldım. Ama sadece adını biliyorum. O zaman Facebook filan da yok, onu tavlamak için bütün öğrencilerin adının olduğu kitabı bir dedektif titizliğiyle taradım. Arkadaş olduk, kısa süre sonra da çıkmaya başladık. 92’den bu yana birlikteyiz. En fazla 18 saat ayrılmışızdır. Birlikte büyüdük.
     
    Bir hayatla birlikte, bir aşk da bitiyor gibi mi hissediyor insan?
     
    Özgür: Yok hayır. Sanki biz tanışmadan önce de bu aşk vardı. Bu bedenlere doğmadan. Biz her zaman birlikteymişiz ve hep birbirimizi beklemişiz gibi hissettik. Bu sanki bizim ötemizde bir şey. Ruhlarımız hep birlikteydi. Tekrar neden bir araya gelmesin ki. Ölüm, neden bir son olsun ki. Belki bir savunma mekanizması, belki bir avunma ama biz inanıyoruz buna.
     
    Ann: Aşk bitmiyor, ileride farklı bir formda bir araya geleceğiz. Belki bir çiçek ve kelebek olarak. Öyle ya da böyle yine birbirimizin olacağız.
     
    Özgür: Artık hayatı, bir gün olarak düşünüyorum. O gün bitene kadar da dolu dolu yaşıyoruz. Her an, “Çocuklar, anneniz rahatsızlandı, ben onu yatağa yatırıp, geleceğim” diyebilirim ve ölebilir. Tabii ki deli gibi özleyeceğim, eksikliğini hissedeceğim. Ama ben de birlikte geçirdiğimiz bu 23 yıl için sürekli şükrediyorum. Ann, benim piyangomdu. Abuk subuk bir sürü şey geldi başıma ama yanımda hep o vardı. Ve ne mutlu ki, bu sevgiden iki güzel insan doğdu. Biz onu hep yaşatacağız. Biliyorum ki Ann, hep çocuklarımın gözlerinde olacak...
     
     
    Ann kemoterapide dökülen saçlarını, çocuklarını eğlendirmek için punk kestirdi.
    -------
     
    Hakan Şerbetçi
     
    Mart 2015’de yutma güçlüğü artık su çerken bile kendisini gösteriyordu. Endoskopi sonucuna göre tedaviye başlanılacaktı ki gerçekler tahmin edildiği gibi olmadı. Yemek borusunun başlangıcında “özafagus” diye adlandırılan yerde iyi olmayan bir tümör bulundu. Yaşadığımız şehirde görüştüğümüz cerrahlarda çözüm ve sonuç bulma çabalarımız maalesef bize literatürde yeralan ifadelerle direkt olarak karşı karşıya bıraktı ve yıktı.
     
    Tümör 4,5 cm’den büyüktü, 3 seans kemotrapi’den sonra 3 cm’e düşmesi bunca yaşanandan sonra inanılmaz iyi bir haberdi, akabinde 3 seans daha kemoterapi ile bu ameliyatın çok daha kolay hale gelebileceği inancı ile devam ettik ki maalesef PET sonucu bizi yıkıntıya uğrattı, tümör tekrar büyümüştü. Ve ne yazık ki bu aşamadan sonra çözümü başka yerlerde umutsuzca aramaya başlamıştık ki mucizevi şekilde tüm yollar bizi “Prof. Dr. Oktar Asoğlu” adına götürdü.
     
    Mevcut raporlarımızı, Pet ve tomografi çekimlerimizi inceledikten sonra Oktar Bey bize mevcut durumun analizini yaptı ve bundan sonraki aşamaların neler olacağını anlattı. Elbette ki bu ameliyat sıradan bir ameliyat değildi, Oktar Beyin ifadesi ile “Radikal cerrahi” idi. Bizi tüm olasılıklar hakkında bilgilendirdi. Daha önce bu sahneyi yaşamış olmamıza rağmen bize öyle bir güven verdi ki… İnanın bu kelimeler ile ifade edilmez. Tecrübenin verdiği güvenden olduğuna inandığım bu durum 6 aydır kabus gibi geçen zamana ışık oldu ve bu zor kararı o anda verdim, 1 hafta sonra ameliyat olacaktım.
     
    Ameliyat oldukça başarılı geçti ve hastane sürecimiz boyunca Sevgili doktorumuz Oktar Bey ve ekibi bizi bir an için yalnız bırakmadı. Anlamlı anlamsız her türlü sorumuza net oldular. Endişelerimizde çözüm oldular. Ve mutluluğumuzda bizle bir oldular.
     
    İtiraf ediyorum ki zorlu bir hasta oldum, sorularım ve olası senaryolarım bu süreçte hiç bitmedi. Yaşanılan süreç kolay değildi elbette, ama Sevgili Oktar hocam bunca yoğunluğu arasında hiç usanmadan o güler yüzü ve engin tecrübesi ile hiç yılmadan anlattı, işte bu sahne paha biçilmez…
     
    Her şey gönlünüzce olsun hocam, dediğiniz gibi artık biz bir aile olduk ve sağlıklı günlerde görüşmek dileği ile sonsuz teşekkürler
     
    Muhammet Recep Menetliğlu
     
    Liv Hospital Yönetimine,
    Hastalığım yemek yedikten 1 veya 2 saat sonra mide kazıntısıyla başladı. Bu durum için 1-2 kutu mide koruyucu ilaç kullandım. fakat şikayetlerim geçmediği gibi kilo kaybım olmaya başladı. Bunun üzerine İskenderun'da özel bir hastahanede Endoskopi yapıldı sonuç kötü çıkınca Tomografi çekildi ve yapılan biyopsi sonucunda midede tümör olduğunu ve acilen ameliyat olmam gerektiğini ve geç kaldığımızı söylediler. Biz ne yapabileceğimizi araştırırken İstanbul da doktor olan yiğenimin tavsiyesiyle Liv Hospital Tıbbi Direktörü Pr. Dr. Oktar Asoğlu'ndan randevu aldık. Umutsuz ve ne yapacağımızı bilmez bir halde Hocamızın yanına gittik. Hocamızın ilk konuşması ve bizi hastalığım hakkında bilgilendirmesinden sonra bana büyük bir güven geldi. Doğru yere geldiğimi anladım. Önce Allah'a sonra hocama güvendim. Ameliyatım çok zordu Hocamız sayesinde çok başarılı geçti. Ameliyattan sonra çok çabuk toparlandım.
     
    Beni ameliyat eden Hocam Pr. Dr. Oktar Asoğlu'na, tüm ameliyat ekibine ve Liv Hospital Çalışanlarına sonsuz teşekkürler ederim.
     
    29.09.2015
     
    ZEKERİYA ŞAHİN
     
    Adana Başkent hastanesinde rektum de makata yakın yerde kitle tespit edildi ve hemen kemoterapi ve radyoterapi almaya başladım .Bu süre bitiminden 6-8 hafta içinde ameliyat olmam gerekiyordu . Biz de bunun için arayış içerine girdik . Tabi ki Adana da bu ameliyat yapılıyor .Fakat kitlenin riskli yerde olması ve kalıcı torba riskinin bulunması bizi bu arayışa daha çok sürükledi. Arayışımız çok sürmedi Oktar bey bu konuda kendin kanıtlamış birisi olduğundan kendisini bulduk .Şu an iyi ki bulmuşuz diyoruz .Oktar bey tecrübelerine dayanarak Adana da benim tedavimi izleyen doktorlarla irtibata geçip benim ameliyat sonrası almam gereken kemoterapiyi önce almamın daha faydalı olacağını söyledi ve kemoterapiye devam ettik. Daha sonra Oktar beyin haklı olduğunu gördük . Kontrollerde kitlenin küçüldüğü gözlemlendi ve ameliyat programı yapıldı .Oktar bey sayesinde ameliyat başarılı geçti ve geçici torba takıldı.Oktar bey ekibi ve hastane personelinin yaklaşımı sayesinde ameliyata gayet rahat bir şekilde girdim. Kısa bir süre önce ikinci ameliyatı oldum ve geçici torba çıkarıldı .Ben buradan Oktar beye , ekibine ve hastane personeline teşekkür ediyorum beni tekrar sağlıma kavuşturdukları için .
     
    Gülcan FİNCAN
     
    2007 senesinde Rektum Ca teşhisiyle rahatsızlığımı öğrendim. Bu benim için adeta bir yıkım olmuştu…4 ay (8 seans) kemoterapi tedavisi gördüm. Tedavi sırasında kemoterapi odasında diğer hastalardan Oktar ASOĞLU adını sürekli duydum. Adeta bir kurtarıcıdan bahsediyorlardı. Oktar hocanın işinde ne kadar mükemmeliyetçi ve titiz olduğu, hastalarıyla daima pozitif bir şekilde sanki aileden biri gibi onları önemseyerek konuştuğu ve motive ettiği söyleniyordu. Onkolog doktoruma doktorumu değiştirmek istediğimi ve Oktar ASOĞLU’na ameliyat olmak istediğimi söyledim. Önceleri karşı çıktı, fakat zorla da olsa kabul etmek zorunda kaldı. Çünkü hasta ve yakınları ameliyat olacağı doktoruna güven duymalıdır. Hasta bunu hissetmezse zaten baştan kaybetmiş sayılır… Bizler bu hastalığı benimle tanıyan, eşim ve yakınlarım bazı anlarda destek olacak bir doktor sesi duymak istediler. Hasta zor durumda ateşleniyor kötü diye birkaç kez aradıklarında doktor onları önemsemez şekilde cevap verirse, bunları yaşayacaksınız, bir tek sizin hastanız yok devamlı gelmeyin aramayın derse, bu hastayı ve yakınlarını olumsuz etkiler ve başka doktorlar arayışı içine girersiniz.
     
    Oktar hocadan önceki doktorum bu şekilde davrandığı için bunları biliyoruz. Bizde böyle oldu ve iyikide olmuş ki o müthiş kurtarıcımı, bana 2. Hayatı sunan zorlu ve muhteşem ameliyatlarımı yapan Oktar hocama rastladım. İlk izlenim her zaman önemlidir. Kemoterapi tedavi sonrası Patoloji sonuçlarını Oktar hocama gösterdiğimizde 3. Evrede zor durumda olan bir hastaya bunu hiç sezdirmeden o tatlı gülümseyişiyle ooo bu nedir ki çok basit bunu biz hallederiz diyerek tahtaya elini vurdu ve benim çok rahat olmamı söylemişti. Bu sözleri duyduğumuzda eşim ve ben tamamdır doğru yerdeyiz dedik. Ameliyat gününden bir gün önce yatış işlemlerim yapılırken bekleme salonunda beklerken Oktar hoca o gün ameliyat ettiği hastanın yakınlarına bilgi verirken hasta yakınları feryat figan ağlıyor ve bağırıyorlardı. Bu beni doğal olarak olumsuz etkilemişti, ağlamaya başladım. Oktar hocam o kalabalıktan benim durumumu görerek yanıma gelip ağlanacak bir durum olmadığını her şeyin çok güzel geçti, Benim ameliyatında güzel geçeceğini söylemişti. Hatta asistanların odasına götürüp karşılıklı çay içerek benimle bir psikolog gibi konuşarak benim moralimi düzeltti. Ben büyük bir merakla ameliyatın ne kadar süreceğini sorduğumda, sen bunları kafana takma sanki tatile gidiyormuşsun gibi düşün, biz hallederiz dedi ve gerçekten de öyle oldu.
     
    Oktar hocamdan yüz bin kere Allah razı olsun ki ona rastlamışız, size ne kadar teşekkür etsem dualar etsem azdır… Hangisini anlatayım ki Oktar hocamın bana yaptığı iyiliklerin. Cuma günü sabah 07.30 da Ameliyata girdim, öğlen 13.30 da Ameliyattan çıktım. Oktar hocam eşime ve yakınlarıma ameliyat hakkında bilgi verdikten sonra İzmir de kongreye gitmiş ve ben hasta psikolojisiyle hiç iyi değilim gece saat 00.10 kapı çalındı ve Oktar hocam kapıdan girdi o her zamanki pozitif gülümseyişiyle Ameliyat ettiği hastalarını Uçaktan indikten sonra durumlarını bakmaya gelmişti… Ve benim burnumdaki nefes alıp vermemi zorlaştıran hortumu çıkardı ve o geceyi rahat geçirmemi sağladı. Dahası da cumartesi sabah gene tatil dememiş saat 09.00 gene hastasını kontrole geldi. O da yetmedi Pazar sabah 10.00 tatil demeden gelip nasıl ilgili olduğunu gördüm. Ameliyatlardan sonra ben Allah’ıma şükürler olsun ki OKTAR ASOĞLU ve ekibi sayesinde 8 senedir yaşamımı gayet iyi bir şekilde sürdürüyorum ve Allah ömür verdiği sürece sürdüreceğim inşallah…
     
    Diyeceğim odur ki bu hastalıktan ölünmüyor hemen umutsuzluğa kapılmayın mücadeleyi bırakmayın hayata hep olumlu ve pozitif bakın, moralimizi daima yüksek tutmalıyız. Tabi bu arada hastayla ilgilenen yakınlarınızda daima moral verici olmalıdır, umutsuz ve negatif insanları hayatınızdan çıkarın ve olabildiğince pozitif olun… Bana yaşamamdaki en büyük şansı veren ve ikinci hayatı yaşamamı sağlayan öncelikle Allahıma binlerce şükürler olsun. Hayatımda mesleğini mükemmel yapan ve Hastalarıyla yakından ilgilenen ve büyük moraller veren o pozitif insanla Oktar hocamla iyiki tanışmışım. Teşekkürler Oktar ASOĞLU HOCAM başarılarınızın bitmemesi dileğiyle sonsuz sevgilerim ve saygılarımla.
     
    Aykut DEMİR
     
    Yaşamın Kıyısında;
     
    2008 yılının Nisan ayında kanser hastalığının soğuk adını yüzüme 3. Defa vuruyorlardı. Ben o tarihilerde yeni doğan ikizlerimin ardından korkunç hastalığı kendime hiç konduramıyordum. Teşhisi koyan doktor yemek borusu kanseri olduğumu söyleyince yere yığıldım kaldım. Aklımdan ilk geçen soru olan ‘’ Bu hastalıktan ameliyat olup yaşayan hastanız varmı ?’’ sorusunu sordum. Doktorun yaklaşımı bir deep freez edasıyla evet oldu. Bu evet kelimesinin telaffuzu bile oranın ne kadar düşük olduğunu hissetmeme yetmişti. Kendisi bana doktor tavsiyelerinde bulundu fakat o soğuk evet in tavsiye etmiş olduğu doktorlar hiç içime sinmemişti. Herbiri ayrı bir korku saldılar sanki içime.
     
    Bedenim daha önce iki defa kanser hastalığı ile mücadele etmiş ve galip gelmişti. ama yaşattığı travmalar beni çok yıpratmıştı. Hastaneden karamsar ve karmaşık duygular ile çıktım. Hangi doktora sığınacaktım, bu süreçte hayatımı kime emanet edecektim.
     
    Ertesi gün işe geldim. Patronumla bu hastalığı paylaştım. Bir şirketin IT müdürü olarak işleri devredip ameliyat için doktor aramam gerektiğini söyledim. Kendisi bana bir yere gidemeyeceğimi ve iyileşip geri döneceğimi söyledi. Patronun pozitif yaklşımı beni mutlu etmişti. Ardından beni ameliyat edecek olan Prof. Doktor Oktar Asoğlu’na ulaşmamı sağladı.
     
    Bu buluşma beni çok etkilemişti. Kendine güvenen yaklaşımı ve bana ayrıntılarla ne kadar zor bir ameliyat olacağımı anlatması aramızdaki güveni arttırmıştı. Bana zor olacağını söylerken sanki beni ameliyat olmadan iyileştiriyordu.
     
    Ameliyat zamanı gelmiş çatmıştı. Ameliyat bititikten sonra iki gün yoğun bakımda kaldım. Odaya aldıklarında o odadan çıkamayacğımı düşünmüştüm.26 günlük süreçte hergün Oktar Bey ve ekibinin odaya gelmesi beni pozitif etkilyordu.26 gün sonunda beni kademe kadem eve adapte edip sonunda taburcu ettiler.
    Şimdi düşen bir hayat kalitem vardı ve buna adapte olmak zorundaydım. Daralan boğazım nedeniyle yemek yiyemiyordum. Oktar hoca bu konuda inad ederek onlarca defa endoskopik yöntemlerle bu daralmanın açılması için çalıştı. Aksi takdirde ameliyat olmam gerektiğini ama bunun daha da zor olacağını en ince detayına kadar anlattı. Ve sonunda kazandık. Sağlıklı bir insan gibi yemek yiyebiliyordum.
     
    BU zor süreçte kesinlikle içinizdeki yaşama sevincini aileniz, doktorunuz büyütür. Kendine olan güveni bu zor zamanda saniye saniye size işleyen Oktar beye sonsuz teşekkürler.
     
    ALLAH bir defa daha yaşatmasın diyerek sağlıklar dilerim.
     
    Şeref DEMİREL
     
    HERŞEYE RAĞMEN HAYATA TUTUNMAK
     
    2001 yılında devlet memuru olarak İstanbul’da görev yapmaktaydım. Tuvalet ihtiyacı ihtiyacım için çıktığımda kanama olduğunu gördüm. Toplumun genel eğilimi gereği her konuyu biliriz ve her şeyi kendimize göre yorumlarız. Bu kanamanın hemoroid olabileceğini düşünerek doktora gittim. Doktor birkaç krem vererek beni gönderdi. Ancak sıkıntılarım ortadan kalkmadı ve devam etti.
     
    Eşimin devamlı olarak bu konuya eğilmem gerektiği ısrarına karşın, işlerin yoğunluğu sebebiyle hep öteledim. Birgün kurum doktoruna durumu anlattım. Kanamanın hayra alamet olmadığını ifade ederek acilen bir cerraha gitmemi önerdi. Genel cerrahın muayenesi sonucunda sert bir kitle bulunduğu ve kolonoskopi yapılarak sonucun netleşeceğinden söz etti. Hemen randevu aldım ve randevu günü makinenin arızalı olması nedeniyle özel bir hastanede kolonoskopi çekimini yaptırdım. Alınan parçanın patoloji sonucuna göre tümör olduğu belirlendi. O anda başımdan kaynar sular dökülmüştü. Acaba bu tümör kötü huylu çıkabilirmiydi ? Tespit sonucu ameliyat olmamın kaçınılmaz bir durum olduğu ortaya çıktı.
     
    Rektum bölgesinde ameliyatın zor olması nedeniyle hangi hastanede yaptırmamızın daha uygun olacağı konusunda araştırmalara başladım. Doktor dostlarımız üniversite hastanelerini tercih etmemizi önerdiler. İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesinde Prof Mustafa Keçer ile tanışarak durumu kendisine anlattım. Hocamız ameliyatın zor bir bölgede yapılacağını ancak başaracaklarını ifade ederek moral verdiler.
     
    Eylül ayında hocalarımız Mustafa Keçer ve Oktar Asoğlu’ndan oluşan ekip, başarılı bir ameliyat gerçekleştirdi. Patoloji sonucunda tümörün iyi huylu olduğu ortaya çıktı. 14 günlük hastane döneminde Pazar günleri dahil hocalarımız beni yalnız bırakmadı. Taburcu olduktan sonra bağırsağım dışarı alınarak kolostomi torbasına bağlı olarak birkaç ay böyle yaşadım. Bu şekilde yaşantımda sıkıntılı durumlarla karşılaşmama rağmen, eşim fedakarca bu sıkıntıları göğüsledi. Süre tamamlandıktan sonra 9 gün daha hastanede kalarak kolostomi torbasına bağlanan bağırsak tekrar normal işlevine döndürülerek taburcu oldum. Hocalarımız her ne kadar tümör kötü huylu olmasa da onkoloji tedavisi önerdiler ve bunu yerine getirdim.
     
    2001 yılında geçirdiğim kalın bağırsak (rektum) ameliyatından bugüne kadar kontrollerime dikkat ettim. İkametgahımın uzaklığı ve başka şehirde görev yapmam nedeniyle hocalarımdan uzak kaldım. Bu nedenle başka yerlerde yaptırdığım kontrollerde zaman zaman moral bozukluğuna kapıldım. Son kontrolümde ameliyat olabileceğim yönünde söylemler olması üzerine ameliyatımı gerçekleştiren Prof. Dr Oktar Asoğlu’nden randevu aldım. Durumu izah ettiğimizde aynı yerden hastalığın nüksetmesinin mümkün olmadığını ifade etti. Hemen beni kolonoskopiye alarak bölgede bulunan polipi temizlemek suretiyle “operasyon sona ermiştir” diyerek motivasyonumu yükseltti.
     
    İnsanoğlunun başına her türlü hastalık gelebilir. Özellikle kanser (tümör) deyince insanlar dehşete kapılıyor. Benim kişisel görüşüm erken teşhis hayat kurtarır. Ayrıca toplumda rektum bölgesinde bir hastalı oluşunca utanma duygusu ortaya çıkmaktadır. Hiçbir şey yaşamaktan önemli değildir ve sağlığın utanması olmaz.
    Ben bu hastalığı ilk duyduğumda, bunu yenebileceğim inancı ve sağlıklı bir hayata kavuşacağım umuduyla bu yolculuğa çıktım. Bu inancımı ve umudumu hiç yitirmedim. Bir umuttur yaşamak.
     
    En kötü gördüğümüz hastalık bile yenilmez değildir. Fakat erken teşhis, işin uzmanı bir doktor ile fedakar bir aileden oluşacak üçlü desteğe ihtiyaç vardır. Geçirdiğim bu rahatsızlık, işin ehli doktorlarla eski sağlıklı günlere dönülebileceğini ortaya çıkarmış ve her şeye rağmen hayata tutunmak gerektiğini bana öğretmiştir.
    Emeği geçen ve beni hayata bağlayan doktorlarıma sonsuz teşekkürlerimi sunarım.
     
    Sağlıklı ve mutlu olmak dileğiyle…. 02/03/2015
     
    Ali Özocak
     
    2013 yılının on birinci ayı, bir kontrol sonucunda kolon kanseri olduğumu öğrendim. Hiç beklemediğim bir sonuçtu. Altmış sekiz yıllık hayatımda iyi beslendim. Düzenli spor yaptım. Düzgün bir aile hayatım oldu. Stresli bir işim vardı fakat kanser olacağım aklımın ucundan dahi geçmezdi.
     
    Yapı olarak çok araştırmacı biriyim. Araştırmalarım sonucu kolon kanseri konusunda belli başlı bazı isimlere ulaştım. Randevu aldım ve herbiriyle görüştüm. Son görüştüğüm isim Prof.Dr.Oktar Asoğlu idi. Çok etkilendim. Detaylı ve anlayabileceğim şekilde hastalığımı anlattı bana. Son derece güler yüzlü, psikolojimi anlayan, çok kibar ve çok mütevazi idi. Kararım Oktar Bey’le şifa aramak yönünde oldu.
     
    Hemen PET taraması, MR ve kan tahlillerim yapıldı. Kolon kanserimin karaciğerime de dağınık bir şekilde metastaz yaptığı tespit edildi. Oktar Bey’in programı doğrultusunda bir yıl sürecek olan tedavi sürecim başladı. Bu süreçte defalarca kemoterapi gördüm; karaciğer ve kolon için iki ameliyat geçirdim.
     
    Evet, çok yoğun ve yıpratıcı bir tedaviydi. Fakat her şey olumlu bir şekilde ilerledi. Liv Hospital benim için bir şifa merkezi oldu. Bütün sıkıntılarım hastane içerisinde çözüldü. Çok değerli bir ekiple çalışan Oktar Bey, her iki ameliyetımda da her gün kontrole geldi, tedavi sürecimle yakından ilgilendi. Evde olduğum dönemde de ne zaman ihtiyacım olsa bir telefonla aydınlatıldım. Her zaman ilgi gördüm, gerekli cevaplara ulaştım.
     
    Bugün bir yıl süren tedavi sürecimin sonuna ulaşmış durumdayım. Şu an son derece sağlıklı bir şekilde iş hayatıma devam ediyorum.
     
    Sn.Prof.Dr.Oktar Asoğlu... Çok teşekkür ederim. İyi ki varsınız. İyi ki sizi tanıdım. Sizin gibi insanların varlığı büyülü bir umut veriyor bizlere. Umarım daha uzun yıllar boyunca şifa dağıtmaya devam edersiniz.
     
    Tuğçe Özocak
     
    5 dakika içinde hızlıca derdini anlatmalı. Şimdi onların çok vakti yoktur.. Acaba doktorun yanından çıktı mı? Arasam saçma bir zaman mı olur yoksa uygun mudur? Asıl sorun, şimdi babam hastalığını anlatırken herşeyi net anlatabildi mi yoksa sakladıkları oldu mu?.. Ya yanlışlıkla anlatmayı unuttuğu, paylaşmamayı tercih ettiği bir şey olursa ve o şey çok önemli bir başka şeyin sebebiyse ve o bir başka şeyi doktorlar bulamazsa ve..
     
    Bazen insan, ki bir kızsanız ve konu babanızsa, çok sevdikleri yakınları, dertlerini, hastalıklarını anlatırken eksik anlatacaklarını, gereksiz olur diye sormaları gereken soruları sormayacaklarını sanırsınız ve bir şeyler ters gidecek diye endişelenirsiniz. En azından ben babamın durumuyla ilgili öyle sandım. Çünkü en başından alacak olursak konu başlığımız olan Kanser bence tersti ve ürkünçtü.
     
    Randevulara gelip, babamın hastalığı ile igili soruları ben sormak, neredeyse babamın duygularını ben size anlatmak istedim ki anlayın diye. Ya anlamazsanız diye çok çekindim. Babamın hastalığı ile ilgili süreçlerde kafamdaki soruların cevapları verilmeyince hastaneyi basmak, ameliyata girip, doğru yapılıyor mu diye kontrol etmek, biz yokken babamın hastalığı ile ilgili ne konuştuğunuzu birer birer duymak istedim. Babamın ameliyatı öncesinde akşam kaçta uyumaya gittiğinizi kontrol etmek, sabah sıkı bir kahvaltı yaptınız mı?? diye sormak istedim.
    Ben bu süreci kontrol etmek istedim çünkü kaybetmekten korktum, hastalığı konduramadım ve bu da benim tepki gösterişimdi. Yaşım ne olursa olsun, ben hep babamın kızıyım..
     
    Eminim birçok hasta yakını da bunu bu şekilde hissetmiştir ve belki bunun tıbbi bir tanımı bile vardır.
    Babam sizlere bir teşekkür yazısı yazmaya çalışırken, eskiden işte de olduğu gibi, 'abla ya şu yazdığımı okuyup biraz düzenlesene' dedi ve ben geçen sene bu dönemlerde yaşadıklarıma bir geri uzandım.. Madem bu süreçte Oktar Bey yönetimine ve sürece güvendim ve fazla duygusal sorularımı kendime saklayarak sessiz kaldım, o zaman teşekkürü ben yazayım dedim ve babamın yazısını silip sizlere bu yazıyı yazıyorum.
     
    Oktar Bey, öncelikle tüm süreci yönettiğiniz, her zaman aynı güler yüzünüzle odaya girip durumu anlattığınız ve doğru şekillerde bizi yönlendirdiğiniz için size, sonra tabii ki Kürşat Bey istikrarınızla, babamın tüm emin olamamalarını dert etmeden doğru bildiğiniz şekilde bizleri yönlendirdiğiniz için size ve ekiplerinize minneti borç bilirim.
    Sizlere kendim ve ailem adına da tekrar tekrar teşekkür ederim. Babam size olan sonsuz güveni sayesinde, o haliyle ailesini telkin etti, süreci anlattı ve bizde sizlere güvendik. Gece-gündüz tüm hemşireler, ekipleriniz, hastane hizmetleri hep güler yüzlü ve içtendi.
     
    Umarım bundan sonra sizlerle keyifli ortamlarda rastlaşırız ve bu olayda bizim ailemiz için önemli bir deneyim olarak tarihte yerini alır.
     
    Babama verdiğiniz şifa gibi her hastanızın şifalanması dileğiyle... Tekrar teşekkürler..
     
    Sevgiler,
     
    Zatiye Sözen
     
    Mayıs 2010 tarihinde makattan gelen kanama nedeniyle gittiğim Bahçelievler de bulunan özel bir hastanede “Rektum Kanseri” teşhisi konuldu. Yine aynı hastanede yaranın makat çıkışına çok yakın bir yerde olduğu bu nedenle bağırsaktaki yaralı bölgenin alınacağı ve makatın dikilip ömür boyu torbayla yaşayacağım konusunda doktor tarafından bilgilendirildim.
     
    Ailemle yaptığım görüşmede böyle bir tedaviyi kabul etmediğimi ömür boyu bağırsaklarımın dışarıdan bağlanacak bir torbayla yaşayamayacağımı aileme söyledim.
     
    Daha sonra kızım tahlillerimi ve bağırsak filmlerimi Samatya’da bulunan bir hastaneye götürdü. Burada üç doçentin incelemesi neticesinde yaranın ışın tedavisi ile küçültülüp alınacağı, çok kısa bir süre torba ile yaşayacağımı ve sonra bağırsaklarımın tekrar yerine konulacağı söylendi. Ancak bu ışın tedavisinin Çapa Tıp fakültesinde  yapılabileceği ve bu konuda  o zamanlar Doçent doktor  olan Sayın  Oktar ASOĞLU’nun konusunda uzman olduğunu ve bu tedaviyi kendisinin yapabileceğini söylediler.
     
    Doktorların tavsiyesi üzerine Çapa Tıp Fakültesinde Sayın Oktar ASOĞLU hocadan randevu alarak muayeneye gittim. Kendisi verileri inceledi ve bağırsakta bulunan yaraya ışın tedavisi yapılıp sonrasında ameliyatla bu dertten kurtulacağımı söyledi.  Daha sonra hemen tedaviye başladık ve ışınla yara küçüldükten sonra Temmuz 2010 da ameliyat  oldum. 4 ay gibi kısa bir süre bağırsaklarımın bağlandığı torba ile dolaştıktan sonra Kasım 2010 da ikinci bir ameliyatla bağırsaklarım tekrar yerlerine dikilerek gündelik normal yaşantıma devam ettim.
     
    Şu an ameliyatımın üzerinden 4 seneden fazla geçti ve Oktar hoca sayesinde hiç bir sıkıntı çekmeden hayatıma devam etmekteyim.
     
    İsmail SÖNMEZ
     
    Sene 2013 Eylül ayında kalın bağırsaklarımda bir sorun olduğunu bir kısım tahlillerden sonra öğrendik. İzmir deki hekimlerin bazıları ameliyat dedi. Kimisi ameliyat dedi. Kimi ilaçla geçer dedi. Bende ameliyattan çok korktuğum için katiyen ameliyat olmam dedim. Derken Sayın Prof. Dr. Oktar ASOĞLU nun İstanbul da Liv Hospitalde çalışan çok başarılı bir hekim olduğunu öğrendik. Telefonla 30 Eylül 2013 tarihi için randevu aldık. O gün saat 15:00 de hoca ile İstanbul da hastanede buluştuk,konuştuk ve yarım saat içinde beni ameliyat olmam için ikna etti. Aynı gün hastane ye yatırdı ve bir gecede beni ameliyata hazırladılar. Hoca 01.10.2013 te beni ameliyat etti. Allah ondan bin kere razı olsun, beni bu dertten kurtardı. Hocayı biz aileden biriymiş gibi sevdik bir kardeşimiz gibi konuştukça o Atatürk gibi duruşun altında altın gibi bir kalbi olduğunu, hoş görülü ve alçak gönüllü olduğunu gördük. Müşvik iyi bir hatip olmadığım için tam anlamı ile hocanın başarılarını anlatamıyorum. Tekrar tekrar kendisine ve ekibine candan teşekkür eder, saygılarımı ve şükranlarımı sunarım. Allah Oktar hocama sağlıklı uzun ömür versin inşallah. Daha nice vatandaşlarımızın derdine derman olsun saygılarımla.
     
    İZMİRDEN SELAMLAR!!!
    Yeni Yılınızı Kutlarım!!!
     
    Nazile Qehramanova
     
    SALAM Men Qehramanova Nazile Memmed qizi Azerbaycandan size yaziram.
    Men 10.02.2010 cu ilde yemek yeyerken narahat oldum bu hal gunden gune agirlawdi bir cox hekimlere muraciet etdim bir nece muddet nevroz xesteliyine gore mualice aldim sonra veziyetim daha da agirlasdi Bakida Ankalogi merkezde Doktor Elman Ibrahimov biops aldi 03.03.2010 cu ilde mende xerceng oldugunu soyledi. Hemin an heyatimin sonu oldugunu duwundum ne edeceyimi bilmedim, sanki her wey ustume gelirdi nefes ala bilmirdim. yaxinlarim ovladlarim xususende yoldawim yanimdaydi hamimiz caresiz qalmiwdiq cox hekimleri arawdirdig lakin yawamimi davam etdirecek bir yol tapa bilmedik. Sonra klinik merkezde Kamran Yaqubov ve Kerim doktor Capa univertstitinde Genel Cerrah Oktra Asaoglunu meslehet bildiler. 13.03.2010 cu ilde men Turkiyeye getdim. Oktar Hekimle goruwduk men xesteliyimle elaqedar Oktar Hocaya daniwdigca sanki yungulewirdim Oktar hekim qida borusundaki kutlenin askar olunmasi ucun filimlerin cekilmesini meslehet gordu. Biz filimleri cekdirdiy Oktar hekim filmlere baxdiqdan sonra ilk once mualice 3 ay ve sonra ise emeliyyat olacagimi hetta emeliyyatimin nece aparacagini mene izah etdi. Ankologi Doktor Esra Kaytan Saglamla daniwdiqdan sonra meni Ankologi bolume gonderdi orada men kimyaterapi radioloji mualice olunduqdan sora her wey yeye bilirdim hetta fikirlewdim ki emeliyyat olmayacam . Oktra hekimle goruwduk yeniden film cekildi Oktar hoca emeliyyatin qacilmaz oldugunu soyledi. Asistanti Sami beyi menim emeliyyatimla bagli iwlemlere bawlamasini soyledi 16.07.2010 cu ilde men emeliyyat oldum 23 gun xestexanada yatdim 23 gun erzinde Oktar hoca her gun menle maraglandi gunde 2 defe seher axwam mualice ve muayinelerim haqqinda mualimat alir menim yanima gelirdi. Men xestexanada olarken yemeye bawladim hec bir narahatciligim olmadi.Men mene eziyyet ceken qaygimi ceken Esra Kaytan Saglama, Sami beye, butun hemwirelere tewekkur edirem.En boyuk tewekkurum Oktar Asoglunadir meni Oktar Asoglunun sozleri duzgun fikirleri bu xesteliyie qalib gelmeye komey etdi. Bu gun heyatda yawayiramsa Ulu Tanrima birde Oktar hocaya borcluyam. Anam ,ovladlarim, yoldawim, Oktar hekimi Allah bize gonderdiyi bir lutfu bilir. Men Oktar hocaya menim xilaskarim , meni heyatda yawadan her sozune urekden inandigim varlig kimi baxiram. Yawamim Oktar hocam ellerinen opurem. Allah sizi hemiwe var etsinki siz bizim kimi xestelere heyat veresiniz .Men Oktar hocaya Allahin bir elcisi kimi baxiram yoldawimda ovladlarimda ozumde omrumun axirina kimi sizi ailemizin bir uzvu kimi bileceyik.
     
    TEWEKKUR EDIRIK SIZE OKTAR HOCA
    Azerbaycandan 30.09.2014
     
    Nimet Polat
     
    Yaşamın kısa yada uzun olması önemli değil önemli olanı yaşamdaki kritik anları nasıl olumsuz dan olumluya dönüştürmekten geçiyor. Özellikle benim gibi yurt dışında yaşayan ve estetiğin dışında Türkiye'deki hastane ve kurumlardan haberi olmayan bir çok insan gibi, sağlığımızın diğer yanını hiç ölmeyecek ya da hiç hasta olmayacak kadar ciddiye almadan yaşıyoruz. Ve bazen hastallık hayatın içinden bende varım diye hatırlatıyor. Ve birdenbire yaşamı boşa harcamanın kaygısına düşüyorsunuz, elim hastalıklarla karşı karşıya geliyorsun. İşte o zaman Türkiyede neden estetiğin dışında her hangi bir hastalık konusunda araştırma yapmadım referans alicagimiz herhangi bir doctor ismi yada hastane neden yok kaygısına düşüyorsunuz. Üstelik bu konuda çaresiz kaliyor ve kimden referans alicam diye düşünüyorsunuz.
     
    Prof. Dr. Oktar Asoğlu böyle çaresizlik hissettiğim günlerde karşıma çıktı. Üstelik çok iyi dalında uzman olan doktorlar tarafından referans gösterilerek, yani bir hastanenin onkoloji bölüm başkanı Dr. Oktar beyin ismini verdi gözünüzü kapatıp ameliyat olacağınız ve konusunda uzman Türkiye'nin teklerinden birisi diye aldığım referanslar la kendisine ulaştım. Ulaşmak bir o kadar kolay oldu bir telefonun uzaklığında, derdimi anlattım hastalığımın ciddiyetini, yardımcısı Burçin hanım anlattim ve aynı güne randevu verdi, muayane olmaya gittiğim gün ameliyat hazırlıklarına başladık.
     
    Elbette hastahane muhteşem, elbette teknik harikulade ama önemlisi hastanede doktorumla kurmuş olduğum bağ ve güvendi benim için Dr. Oktar Asoğlu, hasta psikolojisini anlayan yaklaşımı ve emin ellerde olacağım güvencesini hissettirdi bana ve benim için en önemli olanı bu idi. Hiç tereddüt etmeden aynı gün ameliyat kararı olmak hiç de zor olmadı ve çok doğru karar verdiğimi ameliyat öncesi ve sonrasında daha iyi anlayabildim. Colon kanseri teşhisi ve o hastalığın ismi benim her zaman içimi ürperten bir hastalık ,elbette hastalığın ciddiyetini biliyorum. Ama Dr. Oktar Asoğlu ile bu hastalığı yendiğimi ameliyat dan sonra kendime geldiğimin ertesi günü anladım.
     
    Yapılan kapalı ameliyat dan sonra mikrop kapma olasılığı olmadığı için her hangi enfeksiyona maruz kalmadan çok rahatlıkla ayağa kalktım. Planlanan iyileşme sürecini bire bir yaşadım. Bu benim için muhteşem bir süreçti.
     
    Diyebilirim ki hayatımın girmiş en doğru insan ve uzun sürede sevgiyle saygıyla anacağım ilişkimi koparmadan yaşamında olacak bir insan elbette hasta ve Dr ilişki çerçevesinde ama hayatımı kurtaran insan yüreğinde de yeri farklı olacak bu insanın. Bilemiyorum her hasta Doktoru için aynı duyguları taşırmı ben taşıyorum ki Dr. Oktar Asoğluna gelene kadar bir kaç Doktor ilede görüşmüşdüm. Gönül gözü ile hastasına ulaşan çok az Dr. gördüm ve çok şanslıyım ben doğru uzman ve dolayısıylada doğru hastanede tedavimi oldum.
     
    Bundan sonraki yaşamımda görevim özellikle yurtdışında yaşayan tüm insanlara bunu anlatmak olacak Teşekkürler doktorum Prof. D. OKTAY ASOĞLU ve teşekkürler tüm hastane personeli.
     
    İsmail SÖNMEZ
     
    Sene 2013 Eylül ayında kalın bağırsaklarımda bir sorun olduğunu bir kısım tahlillerden sonra öğrendik. İzmir deki hekimlerin bazıları ameliyat dedi. Kimisi ameliyat dedi. Kimi ilaçla geçer dedi. Bende ameliyattan çok korktuğum için katiyen ameliyat olmam dedim. Derken Sayın Prof. Dr. Oktar ASOĞLU nun İstanbul da Liv Hospitalde çalışan çok başarılı bir hekim olduğunu öğrendik. Telefonla 30 Eylül 2013 tarihi için randevu aldık. O gün saat 15:00 de hoca ile İstanbul da hastanede buluştuk, konuştuk ve yarım saat içinde beni ameliyat olmam için ikna etti. Aynı gün hastaneye yatırdı ve bir gecede beni ameliyata hazırladılar. Hoca 01.10.2013 te beni ameliyat etti.
     
    Allah ondan bin kere razı olsun, beni bu dertten kurtardı. Hocayı biz aileden biriymiş gibi sevdik bir kardeşimiz gibi konuştukça o Atatürk gibi duruşun altında altın gibi bir kalbi olduğunu, hoş görülü ve alçak gönüllü olduğunu gördük. Müşvik iyi bir hatip olmadığım için tam anlamı ile hocanın başarılarını anlatamıyorum. Tekrar tekrar kendisine ve ekibine candan teşekkür eder, saygılarımı ve şükranlarımı sunarım. Allah Oktar hocama sağlıklı uzun ömür versin inşallah. Daha nice vatandaşlarımızın derdine derman olsun saygılarımla.
     
    Setrak Keçecioglu
     
    Sevgili doktorum, Prof.Dr. Oktar Asoğlu'nu üç beş cümle ile anlatmak gerçekten imkansız. Midemin tumunu kaybetme endisesi ile kendisine ilk gittigimde, gösterdigi ilgi, uzmanı olduğu Robotik Cerrahi sisteminin ayrıntılarını sabırla anlatması ve samimi sıcaklıgı ile kısa sürede tüm kalbimi ve güvenimi kazandı. Uzmanlığının önemli bir kanıtı da diğer doktorlardan farklı olarak midemin bir bölümünü bana hediye etmekte ısrarlı olması ve bunu büyük bir ustalıkla başarmış olmasıdır. Güler yüzlü, samimi, dost, bir o kadar da konusuna hakim bir uzman.
     
    Bence gastrointestinal cerrahi ve özellikle Robotik Cerrahide en büyük isim.
     
    Bu yöntemle beni kısa zamanda sağlığıma kavuşturan doktoruma başarılarının devamını diler, sonsuz teşekkürlerimi sunarım, varolsun
     
    Nejat Başar
     
    Prof. Dr. Oktar Asoğlu, 2014’un Temmuz ayında kolon metastazi nedeni ile oldukça zor olan açık ameliyatımı gerçekleştirdi.
     
    Bu benim zaman içerisinde muhtelif hastanelerde geçirdiğim altıncı ameliyat.
    İnsanların, yasam sürelerini ve yaşam kalitelerini belirleyen bu kadar önemli ameliyatları verdiği pozitif enerji ile kararsızlıklarını kolayca aşmalarını sağlayarak, bu denli sükunet, huzur ve güven vererek yapmak, öncesinde olduğu gibi sonrasında da takip, ilgi, ulaşılabilirlik, doktor-hasta ilişkisi yanında insani ilişkiler…
     
    Bütün bunlar son derece önemli, ayrıcalıklı özellikler ve çok sık karşılaşılabilen durumlar değil hele ki hepsi bir arada.
     
    Kendilerini Oktar bey ve ekibine teslim edenler şanslı ve güvende hissetmeliler.
    Geçirdiğim bu zorlu ameliyatı büyük bir kolaylık içinde aşmamı sağlayan, başta Oktar bey olmak üzere tüm ekibi kutluyor şükran duygularımı iletiyorum.
     
    Ayten Doğan Ulutaş
     
    Ben kısaca başımızdan geçenleri anlatmak istiyorum,
     
    Babamın uzun süredir bir rahatsızlığı vardı ve ne olduğunu hiç bir doktor bulamamıştı, 1 mayıs 2013'te ailecek Çanakkale gezisine giderken babamın yolda fenalaşması üzerine Tekirdağ Devlet Hastanesine kaldırdık. Sağolsun orada çok iyi bir hoca çıktı karşımıza ve isterseniz babanızı 1 hafta yatırıp inceleyelim dedi, İstanbul'da yaşamamıza rağmen büyük bir memnuniyetle bu teklifi kabul ettik ve 1 hafta yapılan tüm tetkikler ve endoskopiden alınan parçanın incelenmesi sonucu 'mide kanseri' tanısı konuldu. Tabiiki bunu babama söyleyemedik. Biz üç kardeş tedavi için en doğru yolu ve en doğru doktoru bulmak için kolları sıvadık.
     
    Çalıştığım hastanedeki tüm doktorlara, tanıdığımız doktorlara, tanıdıklarımıza herkese sorduk soruşturduk, internetten araştırdık, tüm bilgiler Dr Oktar Asoğlunu'nu işaret ediyordu. Neyse biz 3 en iyi doktor ismi alarak bu doktorlarla görüşmek için yollara düştük, ikisiyle görüştük, en son Oktar hocanın yanına geldik, bizi öyle iyi, sıcak ve samimi karşıladı ki, içimize güven duygusu doldurdu, ve tamam dedik babamızı Oktar hocaya emanet edebiliriz. Çünkü bir hekimin eğer canınızı emanet ediyorsanız iyi bir hekim olması dışında iyi bir insan olması çok önemli, herşeyi danışabilmeniz, çekinmeden sorabilmeniz, güvenebilmeniz.
     
    Velhasıl biz Oktar Hocada karar kıldık, ertesi gün babamı da Oktar hocaya getirdik, o ameliyat olmam diyen adamın Oktar hocanın karşısında birden yumuşadığını gördük :) Eğer başka bir doktor karşısında olsaydı babam mümkün değil ameliyatı kabul etmezdi. Oktar bey bize ameliyatı nasıl yapacağını, niçin yapacağını, ameliyattan sonra neler olabileceğini hiç yorulmadan ve usanmadan ayrıntısı ayrıntısına anlattı.
     
    Ertesi güne ameliyat tarihi verildi ve babam ameliyata alındı, Oktar hoca sabah 'bizden önce' uzun süren bir ameliyat yaptığı halde babamın ameliyatı boyunca ameliyathaneyi hiç terketmedi, ne yemek ne dinlenme molası vermedi kendine, ve ameliyat bittiği gibi yanımıza gelip bizi bilgilendirdi. Çok şükür iyi geçmişti babamın ameliyatı.
     
    Babam ameliyattan sonra 7 gün hastanede kaldı ve Oktar hoca hergün gelip kontrollerin yaptı, babamla ve bizlerle hep diyalog içinde oldu, Şimdi babam çok iyi çok şükür, bunu önce Allah'a sonra da Dr. Oktar Asoğlu'na borçluyuz bunu biliyoruz. Gerek Oktar Bey'i gerek yardımcısı Burçin hn'ı her zaman arayabileceğimiz için, çekinmeden herşeyi sorabileceğimiz için içimz çok rahat. Onlara çok büyük bir teşekkür borçluyuz. ALLAH DOKTOR BEYDEN ve TÜM YANINDA ÇALIŞANLARDAN RAZI OLSUN. Şimdi ameliyattan sonraki 3 aylık kontrollerdeyiz Oktar hoca sabır ve sevgiyle bizi takip ediyor. Babamın ömrünün sonuna kadar kontrollerini Oktar hocanın yapacağını bilmek de ayrıca büyük mutluluk.
     
    Aslıhan Demirci
     
    Adım Aslıhan Demirci, İzmir'de yaşıyorum ve öğretmenim. Bundan yaklaşık üç sene önce şiddetli mide ağrısı ve kusma şikayetleri ile gittiğim doktorlar mide üzerine yoğunlaştılar. İki kere endoskopi yapıldı. Birçok ilaç kullanmama rağmen şikayetlerim geçmediği gibi daha da arttı.
     
    Sonunda özel bir hastanede kolonda bir problem olabileceği tespit edildi ve kolonoskopi sonucu sağ tarafta bağırsağı tıkayacak kadar büyük olduğu söylendi. Bu arada ben hiç bir şey yiyemiyordum ve son günde büyük abdestim ağzımdan gelmeye başlamıştı. Yapılan tetkikler sonucu eşime kanserin karaciğerime sıçradığı, hemen amiliyat olmama gerektiği söylenmiş ve belki birkaç ay daha yaşar denmiş.
     
    17 Mayıs 2012 gecesi Oktar Hoca'mı Çapa'dan tanıyan be hemşire olan görümcemin tavsiyesi ile Hocam'a ulaştık. Gece hastaneye yatışım oldu ve ertesi gün ameliyat oldum. Açık ameliyat olabileceğimi söylediği ameliyatı kapalı olarak gerçekleştirdi. Karaciğerimdeki kistin hemanjiyom olduğunu belitti. Kendime geldiğimde çok sevindim. Beş günde ayağa kalktım. Bugün yirmialtı ay bitti. Hiç bir şikayetim yok. Sadece şeker ve şekerli gıda tüketmiyorum, her şeyi yiyebiliyorum.
     
    Yeniden doğdum ve hayatın ne kadar değerli olduğunu anladım.
     
    Bana hayatımı yeniden bağışlayan yüce Allah'a ve Sayın Oktar Hocama her gün uyandığımda şükrediyorum.
     
    Ona rastlayan tüm hastalarında çok şanslı olduklarını düşünüyorum. Biliyorum ve diliyorum ki Allah onu ve onun gibi işini gerçekten çok iyi yapan doktorları korusun ve yollarını açık etsin.
     
    Damla Işık
     
    Dönüm noktaları vardır insan hayatında; şaşırtan, afallatan, sorgulatan. Keskin bir viraj misali bir anda hazırlıksız yakalayan…
     
    14 Haziran 2014 tarihinde yapılan kolonoskopi işlemi neticesinde babamın kalın bağırsağında bir kitle olduğunu öğrendiğim andır benim dönüm noktam; korktuğum, dünyanın başıma yıkıldığını hissettiğim, çaresiz kaldığım an.
    Bugün 26 Haziran 2014 ve ben bu satırları Liv Hospital 8302 numaralı odada, içimde huzur ve mutlulukla yazıyorum. Babam, başarılı geçen ameliyatı sonrası, koridorda yürüyüş yapıyor, etrafa gülücük saçıyor ve bu sizin sayenizde Oktar Hocam.
     
    Bu on iki günlük süreç kısa bir zaman aralığı gibi görünse de, zordu bizim için. Bir yandan sudan çıkmış balık misali “peki şimdi ne olacak?” sorusuna cevap, bir yandan da derdimize derman olacak güvenilir bir el arayışı… Gerçekten zordu!
     
    Ta ki sizi bulana kadar. İtiraf etmeliyim ilk önce özgeçmişiniz, çalışmalarınız, yayımlarınız, kolorektal cerrahi alanındaki tartışmasız tecrübeleriniz güven verdi bizlere. Sonra sizinle tanıştık, başarılarla dolu hekimlik hayatınızın yanı sıra saygıdeğer kişiliğiniz de bir o kadar kıymetliydi bizim için.Sıcak içten bir ön sohbetle rahatlattınız bizi.Hastalık hakkında en ufak ayrıntıyı bile bizimle paylaşarak,duymak istediklerimizi değil,gerçeği söyleyerek bizi yönlendirdiniz.Maddi konular dahil her alanda sonuna kadar yanımızda oldunuz.
     
    Sayın Prof. Dr. Oktar Asoğlu, doktorumuz, çok şey borçluyuz size. Hastaneye adım attığımız ilk andan itibaren bize olan olumlu, güler yüzlü, sevgi dolu yaklaşımınız ile moral oldunuz bize, umut oldunuz. Sizin desteğinizle bu hastalığın korkulacak bir yanı olmadığını gördük. Erken teşhis, doğru tanı ve güvenilir ellerde uygun tedavi ile kolon kanserinin önlenebilir olduğunu öğrendik. Hayatımızın dönüm noktasında en büyük pay sizin. İyi ki varsınız, iyi ki sizi tanımışız. Size ve ekibinize her şey için çok teşekkür ederiz.
     
    Sevgi ve saygılarımızla.
     
    Damla Işık
    (Hastanın Kızı )
     
    Doç. Dr. Ilir HOTI
     
    Bu yılın ilk birkaç ayında, bazı sağlık sorunlarım oldu ve muayene için İstanbul’a gelmeye karar verdim. Mayıs sonunda, rektum tümörü teşhisi konuldu. Benim için çok üzücüydü.
     
    Hemen aklıma 2012’te İstanbul’da anneme göğüs kanseri teşhisi konulduğu geldi.
     
    O zamanlar İstanbul’da çalışıyordum ve bu yüzden annem Çapa Üniversitesinde ameliyat ve tedavi edildi. Annemi ameliyat eden Prof. Dr. Oktar Asoglu ile orada tanıştım. Yaptığı ameliyat çok başarılı oldu. Bu, annemin İtalya ve Almanya’da gittiği doktorlar tarafından da teyit edildi.
     
    Benim için söz konusu durumla ilgili tek ve en yetkili referans Prof. Dr. Oktar Asoğlu idi.
     
    Prof. Dr. Oktar Asoğlu’nun telefon numarasını bulmak için iki gün harcadım. Sonra onu aradım ve durumumla ilgili tavsiye aldım.
     
    Bizimle tanışmak için gösterdiği sürat ve samimiyet beni çok etkiledi ve 45 dakika sonra Liv Hastanesinde buluştuk.
     
    Dr Oktar beni, hastanenin Üstün Kaliteli personeli ile tanıştırdı ve teşhisimle yakından ilişkili alanlarda yaptığı bilimsel araştırmalar ve başarılardan söz etti.
     
    Bir sonraki gün ameliyat oldum. Dr. Oktar size çok teşekkür ediyorum, Allah sizi korusun!
     
    Ek olarak, Prof. Dr. Yeşim Eral’a da kemoterapi tedavisi ile ilgili olan ameliyat sonrası süreci atlatmamda profesyonel ve teşvik edici rolünden dolayı teşekkürlerimi sunuyorum!
     
    Genel Müdür Meri Hanım dâhil personelin çoğunluğu, denetleyici personel ve diğerleri bize bakmak ve şikâyet ve ihtiyaçlarımızı sormak için bizi odada ziyaret ettiler.
     
    Live Hastanesi, ileri teknoloji, araştırma ve hasta tedavisinin profesyonel doktorlar, yüksek disiplinli yönetim ve “müşteri memnuniyetinden” ziyade hasta memnuniyeti ile uyum içinde olduğu organik karşılıklı bir ilişkinin kurulduğu bir yerdir.
     
    Pazarlama departmanından, yüksek sorumluluk, dürüstlük ve doğruluk duygusuyla bana ve aileme çok yardımcı olan Emel Mejzini’nin çalışmasını özellikle belirtmem gerekir. Hemşireler de çok pozitif bir etki yarattılar. Özellikle, Meryem Belören ve İnci Ayyldız’a çok teşekkür ediyoruz.
     
    Umarım ki görüşlerimiz var olan ve potansiyel hastaların ihtiyacına hizmet eder.
     
    Saygılarımla
     
    Doç. Dr. Ilir HOTI
     
    28.10.2013
     
    Zafer Erdem
     
    Ben ve kardeşim 1 emekli anne babanın Elazığ da yaşayan 2 memur çocuğuyuz.Rutin olarak devam eden hayatımızda herşey 2012 yılının 6. ayında babamıza Rectum CA teşhisi konulduktan sonra tamamen değişti.Ne yapacağımızı bilmez bir halde sürüden ayrılmış başıboş koyunlar gibi olduk.Babamız hastalığının ne olduğunu bilmiyordu ve konulan teşhisle ona her baktıkça zamansız kaybedeceğimiz duygusu ile kahroluyorduk.Çevremizdekiler bizi büyük bir özel hastanenin ünlü bi doktoruna yönlendirdiler.
     
    Yapılan 3 aylık radyo kemotrapiden sonra cerrahi operasyon aşamasına gelindiğinde hastane önümüze çok yüklü bir rakam getirdi.Her ne kadar babamız için herşeyimizi ortaya koyduysakda söylenen rakam gücümüzün çok çok üzerinde bi rakamdı ve çaresizce operasyonu yapamadan Elazığa geri döndük.
     
    Herşeyde bir hayır vardır sözü gerçektende bizde tam anlamıyla vuku buldu çünkü durumu Elazığda bir doktor yakınımıza bahsettiğimde kendisi beni Prof.Dr. Oktar ASOĞLUNA yönlendireceğini tam anlamıyla işinin üstadı mesleğinde 1 numara olduğu gibi çok canayakın vicdanlı ve yardımsever bir hoca olduğundan bahsederek kendisinden haber beklememizi istedi.Kendisi durumumuzu hocamızla görüştükten sonra Oktar hocamızın bizi beklediğini,hocamızın ameliyatı son teknoloji olan robotik cerrahi ile yapacağını ve bunuda büyük bi özveri ile diğer hastanenin verdiği maliyetin yarısına mal olacağını söyledi.Hemen vakit kaybetmeden 23.09.2013 tarihinde hocamızın yanına geldik ve daha ilk yüzyüze geldiğimizde hem ben hem annem hocamıza o kadar yakınlık hissettik o kadar cana yakın ve güleryüzlü karşılandık ki gönül rahatlığı ile babamızı önce Allaha sonra Oktar hocama teslim edebileceğimize emin olduk.Hocamız babamı 24.09.2013 de hastaneye yatırdı ve 25.09.2013 tarihinde ameliyat etti.
     
    Bu satırları şu an hastanede yazıyorum ameliyatımız son derece başarılı geçti babamız turp gibi ve hocamızın sayesinde tekrar yüzümüz gülüyor.3 ay sonraki tamamlayıcı ameliyattan sonra babamız hocamızın sayesinde hayatına eskisi gibi deva edebilecek.Allah sizi hastalarınızın ve sevenlerinizin başından eksik etmesin.Ömür boyu size minnettar kalacağız değerli hocam.
     
    Minnet ve Saygılarımla
     
    Güvher ÜTEBAY GÜNEY
     
    2010 yılı haziran ayında, aşırı karın ağrısıyla karşı karşıya kaldım. Uzun bir araştırma ve inceleme sonunda bana; sağ kolon tümörü teşhisi konuldu. Hemen iyi bir cerrah arayışı içine koyulduk. Sonunda herkesin çok beğeni ile söz ettiği iyi bir ismi olan bir cerraha 14 Temmuz 2010 yılında ameliyat oldum. Benden 2,5 cm’lik bir kitle çıkartıldı. Aileme ve bana çok erken bir kanser vakası olduğunu, diğer organlarımda da herhangi birşey olmadığı için çok şanslı olduğum söylenildi. Yine de cerrahım beni iyi bir hastanenin onkoloji servisine yönlendirdi. Onkoloji bölümündeki doktorumda bana herhangi birşeye gerek olmadığını hayatıma kaldığım yerden devam etmem gerektiğini söylediler.
     
    Ne yazık ki, 3 ay sonra ben batın bölgemde çeşitli sertlikler hissetmeye başladım. Ama ne ailemi ne de ameliyat olduğum doktorumu bende birşey olduğuna ikna edemedim. Bu durum böyle devam ederken 2011 yılının mayıs ayında yine aşırı bir şekilde ağrı ve ıstırapla doktoruma gittiğimde, yapılan tahliller sonucunda karın boşluğumda kocaman bir kitle olduğu saptandı. Beni tekrar onkoloji bölümüne yönlendirdi. Onkoloji doktorum kitlenin çok büyük olduğunu, bunun için öncelikle kemoterapi almam gerektiğini söyledi. Ama ben beni yıkan gerçeklede ne yazık ki o gün tanıştım. Çok büyük şoklar ve üzüntüler içerisinde kemoterapiye başladım. Ağrım ve ıztıraplarım azalmıştı ama kitlem çok büyük olduğu için istediğimiz oranda küçülmüyordu. 9 seans kemoterapiden sonra ameliyat için cerrahlarla görüşmem gerektiğini söylendi. Çok korkuyordum kocaman bir kitle, çok riskli bir ameliyat yaşama şansım çok azdı. İyi bir cerrah!.. Ama bu cerrah neredeydi? Sonunda bana Prof. Dr. Oktar Asoğlunun çok iyi bir cerrah olduğu işini çok iyi yaptığını söylendi. Böylelikle Oktar hocayla tanıştık. Oktar hoca bana ameliyatımın çok zor olduğunu, yaşama şansımın çok az olduğunu, eğer genç olmasaydım asla ameliyatı kaldıramayacağımı söylüyordu. Benimde başka bir şansım yoktu. Ameliyat olmaya karar verdim. 2 şubat 2012′de ameliyat oldum. 8,5 saat süren ameliyatımda sıcak kemoterapide verildi. 3 gün yoğun bakımda kaldım. 10 günde cerrahi servisinde kaldıktan sonra taburcu oldum. 1 ay sonra onkoloji doktorumla görüştüğümde bana çok başarılı bir ameliyat geçirmiş olduğumu ama buna rağmen 6 kür daha kemoterapi olmam gerektiğini söyledi. Şuan sonuncusunu oldum. Kendimi çok sağlıklı hissediyorum. Hayata ve yaşama yeniden dört elle sarılmaya başladım.
     
    Bana tüm bunları sağlayan asla ve asla maddiyata önem vermeyen önce insan ve insan hayatı diyen ameliyat öncesi ve sonrasında bana moral ve desteğini esirgemeyen Sayın Oktar hocama bu vesileyle birkez daha şükranlarımı sunarım ki dilerim ki ülkemizde Oktar hoca gibi doktorlarımızın sayısı artar. Oktar hoca ailemin ve benim gerçek kahramanıdır. Binlerce teşekkürler. İyiki varsınız Oktar hocam.
     
    Ecz. Serpil ŞENOL
     
    14 Şubat 2012 de ösofagus ca teşhisi konulduktan sonra, yaptığım ilk iş pek çok hasta gibi konusunda uzman doktor aramaya koyulmak oldu. Konu oldukça özel olduğu için ameliyatı yapabilecek hekim sayısı da oldukça sınırlıydı. Yolum Sn. Prof. Dr.Oktar Asoğlu’na düştüğü gün, kendimi önce Allah’a sonra daO’nun ellerine emanet edeceğimi anladım. Anladım anlamasına da bu kez de karşıma tedavi farklılıkları çıktı. Neo-adjuvan tedavi mi, adjuvan tedavi mi olacaktım? Çoğunluk neo-adjuvan diyordu. Bense radikal cerrahiyle önce hastalığı fiziken vücüdumdan atmak hevesindeydim. İçimde kalmayan bir şeyi kafamdan atmak da kolay olacaktı kanımca. Çoğunluğa uyup Neo-adjuvan tedaviyi kabul ettiğim akşam, içimden bir ses Oktar Bey’i aramam için dürttü. Tedavi neo-adjuvan başlasa bile ameliyatımı O yapmalıydı. Saat sanırım akşam 22:00 civarıydı. Henüz hastası bile olmadığım Oktar Bey, son derece sabırlı ve içten bir ifadeyle bana seçimin risklerini anlattı. Ertesi gün beni görmek istedi. İçimdekini bir an önce almak konusunda beni destekleyen tek doktordu! Her açıdan zor bir hasta olsam da beni olduğum gibi kabul etmekte kararlıydı.
     
    3 Nisan’da ameliyat oldum. Harika geçti. Hastanede kaldığım 13 gün içinde sabahın erken saatinde, gün içinde hatta akşamın geç saatinde bile ziyaretlerini eksik etmedi. Odaya her gelişinde adeta pozitif enerji yayıyor, beni hep yüreklendiriyordu. Ben de O’nun ve sevdiklerimin emeklerini boşa çıkarmamak için elimden geleni yapmaya kararlıydım, hala da kararlıyım. Konusunda uzman olmak çok önemli, ama bunun yanına yüksek insani değerleri de koyabilmek çok daha önemli. Oktar Bey de böyle bir İNSAN. Hastanede kendisine yardımcı olan diğer personeli ve kendisiyle çalışmaktan son derece mutlu olduğu her halinden belli olan genç cerrah arkadaşını da yaptıklarıyla hepimizin yanında takdir ederek ön plana çıkaracak kadar mütevazı ve herkese hakkını veren bir İNSAN. 3 kız annesiyim. Kızlarımın hepsinin gözünde ve gönlünde apayrı bir taht kurdu Oktar Bey. Ben, eşim, kızlarım, tüm ailem ve sevdiklerim kendisine minnettarız. Bana çok büyük yaşam şansı ve ümidi veren saygıdeğer Prof. Dr. Oktar Asoğlu’na ne kadar teşekkür etsem azdır. Kendisine tüm kalbimle herşeyin en güzelini diliyorum. İyi ki yolum sizinle kesişti hocam! Saygılarımla….
     
    Ayşe Değirmencioğlu
     
    "Nereye gideceğini bilmeyen yelkene hiçbir rüzgar yardım edemez…”
    10.11.2010 yılında Rectum Ca teşhisi konulduktan sonra 1 yıllık çaresizliğimi ve üzüntümü anlatan özet cümle…Ta ki hocaların hocası Prof.Dr. Oktar Asoğlu Beyefendi ile tanışana dek…
    SayısaL verilere dayanarak yaptığı ameliyatların başarı oranlarını ortaya koyan, vücut bütünlüğü ve konforu bozmadan %90 şans veren, bana “pozitif düşünelim ben elimden geleni yapacağım, sizde güzel düşünün bu işi birlikte başaralım” diyerek beni ameliyat olmaya ikna eden; bende “inanmak başarmanın yarısıdır” düsturu ile önce Yüce Yaradana sonra hocamıza inandım, güvendim ve başarılı bir ameliyat gerçekleşti.
    Hz.Mevlana şöyle der;” Kan ve kemik tüm insanlarda bulunur, önemli olan yürek ve niyettir.” Tabiplerin bu dünyada Yüce Yaradanın şevkat ve merhamet eli olduğuna hep inanmışımdır.
    Yaşadığımız şu materyalist dünyada para hırsından uzak, yaptığı kariyerin farkında olan, mütevazı davranan, hastalarının gözündeki sevinç ve mutluluk ışığı ile mutlu olan, yaptığı işin kompetanı, bu dünyada insan olarak tekamülünü tamamlamış, kocaman yürekli, harika insan…Bana yaşama sevinci ve mutluluğu verdiğiniz için size ömrüm boyunca minettar kalacağım.
    Enerjik ve canlı bir hekim olarak sabahın 7′sinde hastalarını vizite eden,
    Dürüst güvenilir ameliyat öncesi vadettiği şeyleri gerçekleştirerek, beni hayal kırıklığına uğratmayan,
    Sade ve mütevazı,
    İnsana ve işine saygı duyan… Anlaşılan hocamızı anlatmaya kelimeler kifayetsiz kalacak. Özetle;
    “ Hakiki Tabip… Mütevazı İnsan… Ğerçek Kahraman vesselam…”
     
    NOT: Ameliyattan sonra duygularımı sözel olarak ifade edememiştim. Başta Prof.Dr. Oktar Asoğlu hocam olmak üzere herkes duysun, okusun istedim. Saygılarımla,
     
    Nilüfer Hendem
     
    22 yaşındayım İstanbul Ticaret Üniversitesinde İç Mimarlık 3. Sınıf öğrencisiyim. Hayatım 04.04.2011 yılında rektum kanseri olduğumu öğrendiğimde bambaşka bir yere doğru gitmeye başladı. 1 ay boyunca çapada kemoterapi ve radyoterapi gördüm. Tedaviye tümör çok iyi tepki vermişti ama ben korktum ve ameliyattan kaçtım. Yaklaşık 8 ay sürdü bu kaçış ve kontrollerde tümörün hala orda olduğu ortaya çıktı. Yani mecburdum ameliyata. Tümör rektumdan 3 cm mesafedeydi ve hayat boyu torba takmaya mecbur olabilirdim ki gittiğim bütün doktorlar bana bunu söyledi. Sonra Oktar Asoğlu var dediler. Gittim beni 15 dakikada ameliyata ikna etti ve ertesi gün ameliyat oldum ve hayatımın en güzel haberlerini aldım ondan sadece 4 ay torba takıcaktım. 1 ay bitti bile geriye sadece 3 ay kaldı. Ben Oktar Asoğlu’nu bir doktor değil bir baba gibi sevdim ve hayat boyu ona minnettar kalacağım. Herşey için çok teşekkürler. Bana yaşama umudu verdiniz.
     
    Hale Algan
     
    2009 Aralık ayında sigmoid kolonumda tümör teşhis edildi. Ameliyat için cerrah arayışına girdik. Tıp camiasındaki tanıdıklarımızın tavsiyesi büyük çoğunlukla; o dönem İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi öğretim üyelerinden Oktar Asoğlu oldu. Oktar Bey’i önerirken genellikle söyledikleri şuydu: “Çapa’daki doktorların dahi, kendi hastalıklarının tedavisi için tercih ettikleri isim…”
     
    Oktar Bey’le İstanbul Üniversitesi’nde görevli bir büyüğümüz vasıtasıyla tanıştık. Bana rahat olmamı ve ameliyattan sonra sağlığıma kavuşacağımı söyledi. Konuşma tarzı bir cerrahtan daha ziyade psikolog gibiydi. Hastalığım ve ameliyatımla ilgili anlattıkları içime su serpmişti…
     
    25 Aralık’ta gerçekleşen ameliyatım sonrası 3 günde taburcu oldum. Şaşkındım… Kanser ameliyatı mı olmuştum yoksa apandis ameliyatı mı!..
     
    “Kanser” adının bile ne denli ürkütücü olduğu bu dönemi kolaylıkla geçmemizi sağlayan Sayın Oktar Asoğlu’na sonsuz teşekkürlerimi sunarım.
     
    27 Şubat 2012
     
    Cengiz Algan
     
    Eşimin tetkikleri sırasında, kolonoskopinin sadece teşhis değil tümör oluşumunu önleyici olgusunu öğrendim. Hiçbir şikayetim olmamasına rağmen kolonoskopi yaptırdım ve rektum bölgemde tümöre rastlandı. Eşim kadar şanslı değildim maalesef… “Kanserde de şans olur mu?” demeyin, oluyor…
     
    Mart 2011′de başlayan kemoterapi ve radyoterapi tedavilerinden sonra Oktar Bey ameliyat tarihimi açıkladı: 5 Ağustos… Ameliyat sonrasında ya her şey eskisi gibi olacak ya da makat bölgem iptal edilerek kalın barsak karnımdaki bir torbaya ömür boyu bağlı kalacaktı… Tümörün makat çıkışına mesafesi 3 cm. olmasına rağmen Oktar Bey çok başarılı bir operasyon gerçekleştirdi…
     
    4 Şubat’taki tamamlayıcı ameliyattan sonra şimdi her şey eskisi gibi olma yolunda…
     
    Bize verdiği güven duygusuyla önce eşimi sonra da beni sağlığımıza kavuşturan Sayın Oktar Asoğlu’na sonsuz şükranlarımı sunarım.
     
    27 Şubat 2012
     
    (Bu bölüm yazıları www.oktarasoglu.com sitesinden alımıştır.)
    .-------------------------
    EĞER NEFES ALABİLİYORSAK, HALA UMUT VARDIR.... 
    Ağustos 2005. Muhteşem bir tatil sonrası evdeyiz. O zaman 1.5 yaşında olan kızımı anneme bırakıp tatile çıkmıştık. Tatil bitmiş eve dönmüştük nihayet. Kızımla yerde yuvarlanıp, hasret gideriyoruz. Epey yorulduk. Koltuğa uzanmış dinleniyorduk. Elim birden sağ göğsüme gitti. Sağ göğsümün iç tarafında elime küçücük bir sertlik geldi. İyice baktım, evet orda bir kitle vardı. Hemen diğer göğsüme baktım. Öyle bir setlik yoktu onda. Eşime söyledim. O kadar küçüktü ki önce bulamadı. Sonra iyice inceleyince buldu. Aman şu kadarcık şey önemli bir şey olamaz dedi. Bende öyle düşündüm aslında. Ama içime bir kurt düştü. Ki ben hiç evhamlı biri değilimdir. Ama hep garip bir şekilde meme kanserinden korkmuşumdur. Acaba hangi doktora gitmek lazım, onu bile bilmiyorum ki. Ertesi gün jinekoloğuma gittim. Muayene etti. Benim alanım değil ama seni iyi bir cerrah’a göndereceğim birde o baksın dedi. Hemen o gün dediği doktora gittim. Muayene edip, bir sürü sorular sordu. Ultrason istedi. Çektirdim. Fibrokist çıktı.O zaman doğum kontrol hapı kullanıyordum. İlacı bırakıp 2 ay sonra tekrar gelmemi istedi. Yaşım çok genç olduğu için kötü bir şey düşünmedi. İçim rahat etmemişti. Ben arkadaşımız da olan başka bir cerraha daha gittim. O ultrasana baktı. İstersen birde biyopsi yapalım, içimiz rahat etsin dedi. Peki dedim. Biyopsi yapıldı. Sonucu heyecanla bekliyorum. Ve sonucu aldık. TEMİZ. Oh be işte şimdi rahatladım. Eşim ‘ben sana demedim mi diye’ şakalaştık hatta. Nasılsa her şey yolunda diye doğum kontrol hapını bırakmadım. Aradan 3-4 ay geçti. Hiçbir şikayetim yok. Ama kitle inanılmaz bir hızla büyüyordu. Artık dokunmadan da belli oluyordu. Ağrı sızı hiçbir şey yok. Bir gün tamamen tesadüf arkadaşımız olan, ikinci gittiğim doktorumla karşılaştık. Ne oldu senin şu kitlen diye sordu. Bende çok büyüdü, ama ağrı sızı yok dedim. Yarın hemen hastaneye gel bakayım dedi. Akşam eşime anlattım. Hatta ‘canı sıkılıyor bu doktorun’ diye söylendim de. 1-2 gün sonra söylene söylene gittim hastaneye. Muayene etti. ‘Gel biz bu kitleyi alalım, hoşuma gitmiyor’ dedi. Nasıl alınacak diye sordum. Önemli değil küçük bir operasyon dedi. Ben düşüneyim dedim. Aynı gün ilk gittiğim prof.doktora gittim. Tabi bana çok kızdı. Bu kitle bu kadar büyüyene kadar nerdeydin diye. Diğer doktordan bahsettim. Bana kitleyi alalım diyor dedim, siz ne dersiniz. Olmaz öyle şey dedi. Tru-cut biyopsi olması gerek dedi. Tekrar ikinci gittiğim doktora gittim. Prof. Tru-cut yapılması gerek diyor dedim. Gerek yok böyle bir şeye, hem tam sonuç vermeyebilir bu test dedi. Kafam allak bullak olmuştu. Sürekli eşimle konuşuyorum ne yapalım diye. Eşim başından beri bir şey olmadığına inandığı için tru-cut biyopsisine gerek yok, aldır gitsin dedi. Ve basiretim bağlandı. Tamam dedim. 2. doktora gidip alalım dedim. Ameliyatla kitle alındı. Doktor odama gelip ‘kitleyi aldık ve patalojiye gönderdik. Eşine telefon numaralarını verdim sakın ihmal etmeyin yarın sonucu alın’ dedi. (Ama ben sonradan öğreniyorum ki, ameliyatta kitle çok sert olduğu için tamamını alamıyor, alabildiği kadar alıp, kapatıyor) Ben Salı günü ameliyat olmuştum. Çarşamba günü aramadım daha çıkmamıştır diye. 2 gün sonra, Perşembe günü pataloji merkezini aradım. Çıkmadı dediler. Cuma aradım. Çıkmamış. Ameliyatı yapan doktoru aradım. Çıkmadığını söyledim oda çok şaşırdı. Ama ben iyice korkmaya başlamıştım. Korkuyorum ama, kötü bir şey çıkacağını aklıma bile getirmiyorum. Ve cumartesi günü nihayet bizi aradılar. Sonucunuz çıktı. Doktor sizi bekliyor dediler. Ben gelemem şimdi, bana sonucu fax ile gönderin dedim. Olmaz doktor sizinle görüşmek istiyor dediler. O an içime bir ateş düştü. Ama alev almıyor. Hala bir umut var içimde. Eşimle beraber apar topar çıktık. Bizi içeri aldılar. Çok sevimli bir doktor. Bana çok daha genç duruyorsunuz dedi. Başladı anlatmaya. Hiç susmuyor ama. ‘tekrar ameliyat olmam gerekiyormuş, göğsümün tamamını alabilirlermiş, çok uzun ve yorucu bir tedavi süreci geçirecekmişim, moralimizi yüksek tutmamız gerekmiş, birbirimize destek olmamız gerekmiş…….’ İçimden ne diyor bu adam diyorum. Birdenbire ben KANSER miyim dedim. Eşimde doktorda şaşırdı. HAYIR dedi. Evet doğru duydum HAYIR dedi. Lavaboyu kullanmak üzere izin isteyip, odadan çıktım. Çıktım ki bana söyleyemedi tamam, bari eşime söylesin dedim. Geri geldiğimde hala bir şeyler anlatıyordu. ‘Keşke tru-cut biyopsi olsaydı daha iyi olurdu gibi’ Dikkatle eşimin yüzüne bakıyorum. Bir değişiklik var mı diye. Yok. Bıraktığım gibi. Raporu verdiler ve çıktık. Bir sürü anlamadığım terim yazıyor. Kanser kelimesi arıyorum. Yok öyle bir şey de yazmıyor. Eve geldik. Herkes deli gibi bizi arıyor. Doktor ne dediyse anlattık herkese. Ertesi gün yani Pazar günü ameliyatı yapan doktor aradı. Sonuç belli oldu mu, raporu aldınız mı? diye. Bizde rapor çıktı, aldık dedik. Bana okuyabilir misiniz dedi. Eşim aldı telefonu. Okumaya başladı. - ÖYLEMİ, - EMİN MİSİMİZ, - KESİN Mİ, - NASIL OLUR? …………………………………………�� �…………………………………. Son duyduklarım bunlardı. Nihayet gerçeği öğrenmiştim. Öğrenmez olaydım. Aylardan şubat ayıydı. Hava çok soğuk. Boğuluyorum sandım. Kendimi dışarı zor attım. Ve hayatımın sonuna kadar pişman olacağım sözler maalesef ağzımdan dökülüverdi. Allah’ım sana isyan etmiyorum. Ama madem bana bu hastalığı verecektin, kızımı niye verdin. Onu nasıl bırakırım ben.(ALLAH’IM NE OLUR AFFET BENİ) O an tek hissettiğim buydu. Oysa kızım benim yaşama sebebim olacaktı. Sonra birden annem aklıma geldi. Saatlerce bunu düşündüm. Allah’ım nasıl söylerim, ‘anne kızın KANSER oldu’ nasıl derim. Eve geri geldim. Saat 22.00 civarı birden kendimi çok güçlü hissettim. Annemi aradım. Sizinle bir şey konuşmam gerek dedim. Annem babam, kardeşlerim toplanmış beni bekliyorlardı. Her şeyi anlattım. Bana soru sormalarına izin vermeden, kaçarcasına çıktım. Yüreğim yangın yeri. İçime düşen ateş, baba evinde alev almıştı artık. Babamın evi yanıyordu artık. Ama üzerimden büyük bir yük kalkmıştı. Şimdi ne olacaktı. Beynim bomboş. Ben bu dünyada değildim artık. Kendimi, kızımı, eşimi, ailemi hiç birşeyi düşünemiyorum. Ağla be kadın. Yok. İçimden ağlamak gelmiyor ki. Dedim ya BEN BU DÜNYADA YOKUM Kİ. Ertesi gün pataloji raporunu alıp, ilk gittiğim prof. Doktora gittik. ‘Neden beni dinlemediniz, neden kafanıza göre iş yaptınız’ gibi sözler bekliyordum. Hiçbirşey söylemedi. Muhteşem adam diyorum ben artık ona. Hemen defterini açtı 4 gün sonraya gün verdi. Hemen ameliyat olman gerek dedi. Göğsünün tamamını alacağız dedi. Hiçbir şey hissetmiyorum. Şubat’ın 10’u ameliyat olmam gerek. O güne kadar yüzlerce tahlil, tomografi, röntgen, kemik sintigrafisi vs.. hepsi yapılıyor. Metastaz var mı diye. Çok şükür bir şey çıkmıyor. O günden sonra ben dilsiz olmuştum sanki. Eşim daha güçlü. Onu güçlü görünce bende biraz daha iyi oluyorum. Kimseye bir şey sormuyorum, Kimseyle konuşmuyorum. Kendimi dünyaya kapattım. Zaten BEN BU DÜNYADA YOKUM Kİ. Evim ne kadar kalabalık, telefon susmuyor. Çıldıracağım. Kimseyi istemiyorum, kimseyi. Gelenler, arayanlar moral bozmaktan başka bir işe yaramıyordu. Herkes yarın ölecekmişim gibi bakıyorlardı. Hatta o zaman bana çok acı veren bir olay olmuştu. Bir yakınımız beni ziyarete gelmişt. Nerdeyse açık açık ‘çok yazık oldu, bari Allah çocuğuna bağışlasa’ dedi. Onu duyduğum an bittim. Eşim delirdi. Nasıl olur, nasıl bir vicdan, nasıl bir cahillik. Beynimden gitmiyordu o sözler. İnanmayacaksınız ama, benim tedavilerim daha bitmemişti , o kişi hayatını kaybetti. Aniden. İnanamadım, çok üzüldüm. Yani ölüm Allah’ın emri. Hasta olan değil, zamanı gelen ölüyordu. Ve artık telefonlara da çıkmıyorum. Evde kim varsa o bakıyor. Beni soranlara uyuyor dedirtiyorum. Eve de kimseyi istemiyorum. Bana acıyarak bakmalarına dayanamıyorum. Vücudum bana ihanet etmişti. Kendimden nefret ediyordum. Adını koyamadığım bir ruh halindeydim. Utanıyordum galiba. Evet UTANIYORDUM. Sanki yüz kızartıcı bir suç işlemiştim. Bu dönemde kızım ne yapıyordu, hiç hatırlamıyorum. BEN BU DÜNYADA YOKUM Kİ.Sadece bedenim buradaydı. 8 Şubatta hastaneye yatıyoruz. Ben, annem ve eşim. Doktorlar geliyorlar, sorular, sorular boğuluyorum sanıyorum. ‘Saçlarım dökülecek mi?’ diye soruyorum. Evet diyor. Doktorlar çıktıktan sonra eşime, ‘ Oh be şu boyalı saçlardan nasıl kurtulurum diye düşünüyordum’ diyorum, gülüyorlar. Hala arsız bir umut vardı sanki içimde. Ameliyat olurum biter sanıyordum, bana o tedavileri yapmazlar sanıyordum. Ama üzülmemem gerek. Annem yanımda. Bana olan oldu, bari o daha fazla üzülmesin. Annem kalkıp lavaboya gidiyor, içerde hıçkırarak ağladığını duyuyorum. Yapma anne ne olur….. Ameliyat günü sabah erkenden kalkıp, banyoya gidiyorum. Son kez göğsüme bakıyorum. İçim acıyor. Canım annem dualar okuyup duruyor, ziyaretçiler gelmeye başlıyor, boğulmaya başladım yine. Tahammülüm yok kimseye. Hemşireler gelip beni alıyorlar. Ah be annem ne olur bakma bana öyle … Uyandığımda her şey bitmişti. O geceyi ağrısız geçiriyorum. Kimseyle konuşmuyorum. Ertesi gün doktorum ve beraberinde bir sürü doktor odama geliyor. Pansuman yapacaklar. Allah’ım herkes görecek şimdi, çok utanıyorum. O an yok olsam oradan. Sargılarımı açıyorlar, ben kafamı çeviriyorum. Doktorum ‘bakmak zorundasın, ne kadar çabuk görürsen ameliyat yerini,o kadar çabuk kabullenirsin’ diyor. Hayır diyorum görmek istemiyorum. Ertesi gün yine geliyorlar, yine sargıları yeniliyorlar ve ben yine bakamıyorum. 2 gün sonra evim hastaneye çok yakın olduğu için beni taburcu ediyorlar. Evime geliyorum. Evim yine çok kalabalık, telefon yine susmuyor. Akşama doğru nihayet kimse kalmıyor. Ameliyat yerime bakmak istiyorum. Odama gidiyorum. Gözlerim kapalı soyunuyorum. Ama yok gözlerimi açamıyorum. Giyiniyorum. 2 gün daha geçiyor. Eşim ‘hadi diyor beraber bakalım’ diyor. Hiç sesimi çıkarmıyorum. Soyunup, nihayet gözlerimi açtım. Çok garip ama, hiçbir şey hissetmiyorum. Düşündüğüm kadar kötü değil. Ben çok daha kötü bir görüntü bekliyordum. Gece kızım ve eşim uyuduktan sonra, tekrar ameliyat yerime bakıyorum. ‘31 yaşındaydım. Bu yaşıma kadar hep başkalarını düşündüm. Kendim için inatla hiçbir şey yapmadım. Aman üzülmesinler, kırılmasınlar, her zaman önce başkaları geldi hayatımda, her şeyi içime atardım. Aynaya baktım tekrar, işte dedim kendi kendime, bak hayat göğsüne madalyanı taktı…. hayırlı olsun…. Ben, bu hastalıkla savaşmayı hiç düşünmedim. Yenerim ben bu hastalığı vs.. hiç demedim. Kendimden vazgeçmiştim. Ben baştan kaybetmiştim. Doktorlar ne derse onu yapıyorum, hiçbir şey sormuyorum.Tek korkum, benden bir şey saklamaları, eşime ne yeminler ettirdim, benden bir şey saklamasın diye. Bir gece tüm cesaretimi toplayıp, eşime ‘bana ne olacak şimdi’ diye sordum. Ve baştan beri güçlü görünen o koca adam BİLMİYORUM diye hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Bu olanlardan beri, İlk defa biri benim yanımda ağlıyordu. İçim parçalanıyor, ne hakkım vardı onu bu kadar ağlatmaya, ANNEM’i hiç düşünemiyordum bile. Ama ben hiç ağlamamıştım, İlk defa o gün ağlıyorum. Allah’ım inanamıyorum. Başıma neler geldi böyle. İnsan bu yaşta kanser olur mu hiç. Hayat benden sonra devam edecek, kızım büyüyecek ve ben onların yanında olmayacağım. Çok ama çok canım yanıyor. İnsanın kalbinin ağırdığını hisseder mi? Kalbim ağırıyor, canım yanıyor. Ne kadar ağladığımı bilmiyorum. Hastaneden çıktıktan 10 gün sonra, ameliyatımı yapan cerrah beni arıyor. Pataloji raporu çıkmış. Ameliyatta 41 Ad. Lenf nodu çıkarılmış ve hepsi negatif çıkmış. Yani lenf yayılımı yokmuş. İyi bir şey galiba, eşim deliler gibi seviniyor. 20 gün sonra onkolog randevusuna gidiyoruz. Korkudan titriyorum. Doktor hemen bugün başlayalım diyor. 21 günde bir 6 kür kemo olarak tedavime karar verilmişti.. Korkudan ağlamaya başlıyorum. Nasıl bir şey bilmiyorum ki. Daha doğrusu duyduklarım çok korkunç şeylerdi. Hastaneye gidip, işlemlerimizi yaptırıyoruz. Ama geç kaldığımız için o gün alamıyorum tedaviyi. Ertesi gün annem ben ve eşim daha rahat gidiyoruz. Onların yanımda olması güçlü hissettirdi beni. İlaçları damarlarımdan vermeye başlıyorlar. Eve geliyoruz, ben beklemeye başlıyorum. Midem bulanacak diye, ama bir şey olmuyor. Ertesi gün de bir şey yok. Seviniyorum. Ama 3. gün yataktan çıkamıyorum. Yapıştım kaldım. İnanılmaz midem bulanıyor, ilaç kokusu geliyor burnuma sürekli ve korkunç bir halsizlik. Yerimden kalkamıyorum. Onkoloğum 17. günden sonra saçlarımın döküleceğini söylemişti. Kendi kuaförüme gidemem, istemiyorum. Eşimle çıktık evden, kuaför arıyoruz. Herhangi boş bir kuaföre gidelim dedik. Bulduk bir yer, ben oturdum. Ama ağlamamak için kendimi zor tutuyorum. Kuaför nasıl keselim diyor, 3 numara olacak diyorum. Nasıl yani, emin misiniz diyor. Allah’ım kaçmak istiyorum ordan. Gözlerimi kapatıyorum ve saçlarım gidiyor. Daha önce aldığımız peruğu çıkarıyorum, kuaför anlıyor her şeyi. Peruğu kafama göre yerleştirip, çok güzel bir şekil veriyor. Çıkıyoruz kuaförden, herkes bana bakıyor sanıyorum. Evde de peruğu çıkarmıyorum. Eşim ‘ne olur çıkar kısa saç çok güzel oldu diyor’ ama utanıyorum yinede çıkaramıyorum. Geç saatte kafam çok terlediği için çıkarmak zorunda kaldım ama. Kızım beni öyle görünce korkup ağlamaya başlıyor. Bende odaya saklanıyorum. Deliler gibi ağlıyorum. Allah’ım ne olur yardım et bana. Ben nasıl baş edeceğim bunlarla. Sonraki 1 hafta içinde tüm saçlarım döküldü. Kızım kış güneşim benim…Kızıma doğduğu gün ve her doğum gününde 1 tane mektup yazmıştım. Her doğum gününde de yazacaktım. 15 yada 16 yaşına geldiğinde de beraber okuyacaktık o mektupları. Hep bunu hayal etmiştim. 3 tane mektubu vardı. Bir gün oturup hepsini yırttım o mektupların. Anlamı yoktu artık o mektupların. Ben o yaşlarında yanında olamayacaktım ki. Eğer bensiz okuyacaksa, anlamsızdı. Belki bencillikti yaptığım, dayanamazdım ben buna. Her kemo tedavim, öncekinden daha zor geçiyordu. Halsizlik, beni mahvediyordu. Ağzımdaki ilaç kokusu delirtiyordu. Aynalara bakamıyorum. Korkunç görünüyorumdur herhalde. Sanırım 5. kemo tedavimi aldığım dönemdi. Evlilik yıldönümümüz gelmişti. Eşim beni akşam yemeğe götürecekti. Uzun zamandır ilk defa gece dışarı çıkacaktım. Makyaj yapmak için aynanın karşısına geçtim. Rimeli gözüme götürdüm, yok gitmişler, kirpiklerim dökülmüş. Kaşlarım neredeyse kalmamış. Hiç aynaya bakmadın mı be kadın. Deli gibi ağlıyorum….. 6 kür tedaviden sonra, 25 seans radyoterapi aldım. Cerb2 testimin pozitif çıkması nedeni ile de 9 ay (12 kür) herseptin tedavisi aldım. Bu dönemde psikolojik yardım almak zorunda kaldım. Çünkü kendimi tamamen kapatmıştım. Aslında ölümden de korkmuyordum. Hiç ama hiçbir şey hissetmiyordum. Kendimden o kadar vazgeçmiştim ki, tek bir şeye odaklanmıştım. Benden sonra kızıma kim iyi bakar. Çevremdeki herkesi, ama herkesi tek tek inceliyordum. İşte o dönemde, kızımın doktoru (muhteşem kadın), bana sürekli olarak ‘bir çocuğa annesinden daha iyi kimse bakamaz, kızına da sen bakacaksın, iyileşmek zorundasın, kendini mi kızını mı daha çok seviyorsun’ diyordu. İYİLEŞMEK. BEN. Nasıl olur. Olabilir mi ki acaba. Nasıl oldu, ne zaman oldu bilmiyorum ama, bir şekilde toparlandım. Hayata bir yerlerinden tutundum. Terapiler ve kızımın doktorunun telkinleri sonucu kendime inanmaya başladım. İyileşmek zorundaydım, başka şansım yoktu. Hayata, kızıma, aileme, sıkı sıkı tutundum. Ben iyi oldukça, onlar da iyi oldular. Evde kahkaha sesleri tekrar duyulmaya başladı. Şu anda 6 aylık kontrollerim devam ediyor. Şimdilik bir sorun yok. İnşallah da olmaz. Hayata kaldığı yerden devam ediyorum. İşime tam gün olarak geri döndüm. Allah’a en büyük duam kızım, (kış güneşim) kendi ayakları üzende duruncaya kadar bana zaman tanıması. İşte benim gerçek hikayem. Şöyle de bir durum vardı. Beni eşim ve kızımın doktoru dışında kimse ağlarken veya morali bozuk görmedi. Herkes şaşırıyordu, nasıl bu kadar güçlü olabiliyor diye. Ama içimde yaşadıklarım, yani asıl BEN bu anlattıklarım. Ne büyük bir çelişki değil mi. Hala hatırladıkça, film izlemişim gibi geliyor. Ama hala, bazen içim acıyor. Veeee eğer ben bugün buradaysam, tüm yaşadıklarımı birileriyle paylaşmaya cesaret edebilmişsem, yapmam gereken bir şey daha var demektir. Kızıma (kış güneşime) tekrar mektuplarını yazmam gerekiyor. Her doğum gününde. Hem kimbilir belki zamanı gelince beraber okuruz. Hastalığın bana bıraktığı diğer izlere gelince. Herkes stresten uzak kalacaksın, kendin için yaşayacaksın diyip duruyorlar. Hayatımı değiştirmem söz konusu değil. Hem içindeki ben olduktan sonra değiştirmenin ne faydası varki. Stresten uzak durmak demek, hayattan uzak durmak demek. Ve ben her şeyiyle hayatın içindeyim. Bunun için değilmiydi, tüm yaşadıklarım, korkularım. Hayatın içinde olmak. Sadece çok ağır 1-2 yükümü üzerimden atabildim. Ama sinirlerim harap olmuş durumda. Tahammülsüz, korkak biri oldum. Evet hayattan korkar oldum. Ya bana yine oyun oynarsa. Hayal kurmaktan korkar oldum. Ya gerçekleştirecek kadar zamanım olmazsa. Bazen kendimi hayal kurarken yakalıyorum. En çokta kızımla ilgili hayaller. Sonra kendime geliyorum. Kızıyorum kendime. Biliyorum kendime eziyetten başka bir şey değil, ama elimde değil. EN BÜYÜK HAYALİM, HAYAL KURMAK oldu. Maalesef hastalığın bana bıraktığı en kötü iz bu. Plan yapamamak. Her şeyle başa çıkıp, tolere edebildim. Ama bunu yenemiyorum. Korkak biri oldum çıktım. Lütfen kendinizi bırakmayın. Ben hastalığımı bu kadar depresif, bu kadar ağır geçirmeyi hiç istemezdim. Ki erken teşhis edilmiş bir meme kanseri hastasıydım. Hayatımdan 2 yılı kaybetmiştim. Hasta da olsam bana aitti o 2 yıl. Kendime hep şunu tekrarladım. Eğer sona doğru yaklaşıyorsam, son zamanlarımı ağlayıp sızlayarak geçirmek istemiyorum, yok eğer öyle değilse de boşuna ağlayıp sızlamış olmak istemiyorum. Anneme ve eşime ne kadar teşekkür etsem azdır. Onlar benden hiç vazgeçmedi. Bende kendimden vazgeçmeyeceğim. …. Ve ne olur siz, bu hastalığın savaşçıları, sizde vazgeçmeyin. HAYATTAN, KENDİNİZDEN, SEVDİKLERİNİZDEN.
     
    Kaynak: http://www.estanbul.com/kanseri-yasayandan-gercek-hayat-hikayesi-233626.html#.VqOwXfmLTIU
    ------
    Bir Küçük Kanser Hikayesi
    By kadersevinc.com on August 24, 2012 in Genel, Kader Sevinç
    St Luc Hastanesi, Brüksel
    St Luc Hastanesi, Brüksel
    İnsan hayatta kendisini neyin, nasıl ve ne zaman beklediğini bilemiyor… Bir bahar günü, 2011’de tiroid kanseri olduğumu öğrenmem de böyle beklenmedik bir anda ve biçimde oldu.
     
    O yaz TBMM seçimlerinden hemen önce iyice artan yorgunluk ve malum bir dizi şikayet nedeniyle Türkiye’de bir “check up”  yaptırdım. İlgili doktorlar arkadaşımdı. Testlerin sonucunda herhangi bir şeye ulaşamadılar. Ben de son dönemdeki yoğun çalışmalara yordum şikayetlerimi fakat bir şeylerin ters gittiğini hissediyordum.
     
    Brüksel’de teşhisin konulmasından ve ameliyata alınmamdan önce Türkiye’ye son seyahatimde epeyce zorlandım, bu şikayetlerimin artması nedeniyle.
     
    Bu sırada bir seyahat sırasında bir SPA’ya gittim, hem de hiç hesapta yokken, aniden girdim. Çok az İngilizce bilen bir Çinli kadın ilgilendi benimle. Ben ayrılırken endişeliydi. Anlam veremedim. Bana “Sizin çok ciddi bir sağlık sorununuz var. Bu tiroid ile bağlantılı fakat ileri bir noktada. Acilen hastaneye gidin…” dedi. Söylediklerini çok ciddiye almadığımı farketmiş olmalı ki, dönüp ısrarla bir kaç kez, “Hastaneye gidin hanımefendi, hastaneye gidin, önemli…” dedi.
     
    Seyahatten dönüşte iyice yorgundum, soğuk algınlığına yakalanmıştım. İlaçlarla biraz iyileşir gibiyken tekrar çöktüm. Bunun üzerine buradaki yakın bir doktor arkadaşıma gittim. Bünyemi güçlendirecek bir şeyler yapmasını umuyordum.
     
    Bana büyük olasılıkla bağışıklık sistemimin çöktüğünü söyledi. Sonra Çinli kadının söyledikleri aklıma geldi, sohbet ederken öylesine söyledim. Şaşırdı, “Tiroide bakmamız gerek. Kan testinde bakacaktım ama emin olmak için radyoloji testini de hemen bugün yaptıralım” dedi. Biraz yüzümü buruşturdum testler ve hastanede zaman geçirmeyi duyunca, “Peki o zaman en hızlı nasıl yaparız?” dedim. Onun arkadaşı radyoloji uzmanından hızlı bir randevu alındı. Henüz bunun her şeyin başlangıcı olduğunu bilmiyordum o sırada.
     
    Böylece biri büyükçe , altı tane tümör tespit edildi. Sonrası malum.  Ameliyat kararı ve tedavi.
     
    Türkiye seçime giderken, ben de hastaneye gittim…
     
    Teşhisten itibaren çok rahattım. Hatta ameliyatımı yapan doktor, “Yeni bir uygulama olacak, henüz yayımlamadık. Kabul ederseniz sizde uygulamak istiyorum sizin durumunuz için uygun bir yöntem” diyerek hipnoz ile ameliyatı önerdiğinde gülümsedim, “İlginç olabilir, neden olmasın” dedim. Sorduğum sorulara da tatminkar yanıtlar alınca 2 saatı aşkın süren ameliyatımı hipnozla anestezi altında yapıldı.
     
    Tiroid bezlerim tamamen alındı, bundan sonra sürekli kullanacağım ilacıma ve radyoaktif iyot tedavi sürecine başladım.
     
    Çevremdeki dostlarım tedavinin izolasyon altında yapılması, yoğun radyoaktif madde alıyor olmamdan çok endişelendiler. Bense olaya başka bir açıdan bakmaya, biraz kendimle başbaşa kalacağım zorunlu bir tatil olarak görmeye çalıştım. Bu süreçte ailem ve dostlarımın desteği çok değerliydi.
     
    Hastane odasında, özellikle de o radyoaktif ilacı aldıktan sonra size kimsenin yaklaşamadığı türden bir izolasyon altındayken çokça düşünme imkanınız oluyor. Yaptıklarımı ve yapmak istediklerimi düşündüm… Hayaller kurdum…
     
    O hastane odasından bu iki proje çıktı:
     
    Turkish Coffee Briefings
     
    Türk Kahvesi Brifingleri, Brüksel
     
    www.turkishcoffeebriefings.org
     
    Sınıf 1B
     
    www.sinif1b.org
     
    İlki, Türk kahvesi ve lokum eşliğinde sohbet şeklinde tasarlanmış, AB kurumlarına yönelik bir tartışma platformu, düşünce kuruluşu. Brüksel’de popülerliği artıyor.
     
    İkincisi, Brüksel’de yaşayan Türk kökenli, dar gelirli ailelelerin 6-14 yaş aralığındaki çocuklarına yönelik bir eğitim ve koçluk projesi. Onlara farklı bir pencere açma girişimi. Çocuklarla neler neler yapmadık ki… Fotoğraflarımın arasında her ikisinin de fotoğraf albümlerini bulabilirsiniz.
     
    Bu iki proje de anafikirleri hep aklımda olmuş ancak, enerjimi yoğunlaştırıp başalatamadığım, zaman yaratıp üzerine düşünemediğim projelerdi. Hastane odası bana bu zamanı ve yoğunlaşma imkanı vermişti sanırım.
     
    Kanseri adı gibi ürkütücü biçimde yaşamadım, tiroid kanseri de insanın başına gelebilecek en iyisi. Bu süreçte tiroid kanserini ve etrafındaki konuları oldukça okudum. Bugün hem benim, hem de tedavimi üstlenen doktorumun kanaati belirleyici sebebin Çernobil patlaması olduğu yönünde. 1986 yılında Samsun’da, Türkiye’nin patlamadan en çok etkilenen bölgelerden birinde yaşıyorduk ve bizleri korumak için yetkililerce hiç bir önlem alınmamıştı. Tiroid kanserinin açıklanabilen tek sebebi olan “yoğun radyoaktiviteye maruz kalma”nın hayatımın başka hiç bir döneminde çocukluğumun o dönemindekinden daha yüksek olma ihtimali olduğunu sanmıyorum.
     
    Bu süreç beni öteden beri takipçisi olduğum ve duyarlı olduğum nükleer ve Çernobil konusunda bir aktivist haline de getirdi. Bugün sosyal medya ve diğer çalışmalarım kanalıyla Türkiye’de bu kampanyalara destek verirken Brüksel’de de imkan bulduğum her platformda bunu gündeme taşıyorum…
     
    Dilerim ki,  bu tedavi süreci tamamlanıp hayatımın bundan sonrasında tekrar ortaya çıkmamak üzere onunla vedalaşacağım. Ancak, bu süreçte yaşadıklarımın da önemli bir anlamı olduğu için ona kızamıyorum. İnsan hayatta kendisini neyin, nasıl ve ne zaman beklediğini bilemiyor…
     
     Kader
    ---------------
     
     
Bu sitenin alt yapısında Santral.TV kullanılmaktadır.
Yasal Uyarı: Sitede yer alan herhangi bir içerik veya imaj Kanserden Haber Al izni olmadan, kesinlikle kopyalanamaz.