HER şey bir yıl önce yine bir şubat günü başladı. Sosyal medyanın gücü sayesinde haberdar olduğum Gamze Akbaş, minik oğlu Atakan için tekrarlayan lösemi hastalığına karşı savaşmıyordu, çırpınıyordu.
“Üç aylık ömrün kaldı” denilen bir insanın ne halde olduğunu tahmin ederseniz öyleydi. Çığlığını kaleme döktüğü mektubu okuduğumda Gamze için kenetlenmiş “Nurturia anneleri”nin yanına bir çırpınış da bizden eklendi ve bir yıl boyunca binlerce insan gibi Gamze ile yatıp Gamze ile kalktık. Gamze, İzmir’de başlayan tedavisini Gebze’de devam ettirdi ve geçtiğimiz ay İzmir’e döndü, o “kursun” bittiğini sevinçle duyurabildik. Gamze biraz soluklandı, evine döndüğünü hissetti ve misafir kabul edebilecek duruma geldi. Nihayet buluştuk! Belki de hayatımdaki en acemi röportajı yaptım. Birbirini görmemiş ancak çok iyi tanıyan iki dost gibi çoğunlukla sustuk galiba, gülümseyerek sustuk…
Bundan üç yıl önce lösemi teşhisi konan Gamze Akbaş, geçen Şubat’ta hastalığın tekrarladığını öğrendiğinde “Seyahate giden anne gibiyim” diyerek Atakan’a bir mektup yazmıştı. Okuyan her insanın içi yandı. O mektup belki de Türkiye’nin en büyük ilik bağışı kampanyasının da ateşleyicisi oldu. Binlerce insan kan merkezlerine akın etti, bir tüp kanla hayat kurtarılabileceğini cümle alem duydu. O sırada Gamze’nin şifası İtalyan bir donörden geldi. Aylar süren tedavi süreci sonrasında İzmir’e döndü Gamze, Atakan’a sarıldı, geceler boyu uyumasını izledi, izliyor. Biz de bu sevince tanıklık etmek için Gamze’nin biraz soluklanmasını bekliyoruz ve o aydınlık buluşma nihayet gerçekleşiyor.
“Sevdiklerimle aynı sofraya oturuyorum”
Gamze’nin Karşıyaka’daki evine ulaşıp karşılaştığımızda enfeksiyon tehlikesinden dolayı öpemediğini ama borcunu Atakan’ın ödeyeceğini söylüyor, bu da ziyadesiyle gerçekleşiyor. Annesi Sema Hanım kahvelerimizi getirdiğinde ise ben kaydı açıyorum ama tüm sorular uçuyor aklımdan. İşimi Gamze kolaylaştırıyor ve o muhteşem dönüşü anlatıyor: “Eve girerken zaten bütün vücudum zangır zangır titriyordu. Asansörden indik. Atakan da en az benim kadar heyecanlı, elimden sıkı sıkı tutmuş. Emrah kocaman bir pankart asmış. Sağ ayağımla girdim eve. 2-3 gün hiç uyumadım. Kalkıyorum evi dolaşıyorum, çekmeceleri açıyorum, ‘Aaa bu benimmiş diyorum. İnanamadım resmen. Ben bu evde miyim, kendi yatağımda mı yatıyorum. Çünkü eve dönmeyeceğimi düşünerek çıkmıştım. Sabahlara kadar Atakan’ı izledim. Her karesini öptüm vallahi. Ama görünce tanıyamadım. Boyu uzamış, düşünceleri, konuşma tarzı o kadar değişmişti ki.”
Aylarca parmağını bile kaldıramazken şimdi yürümeye başladığını, kortizondan kaynaklı merdiven çıkamasa, bizler gibi seri yürüyemese de şunları söylüyor: “Her şeyden önce sevdiklerimle aynı sofraya oturuyorum, yatağımda yatıyorum, evimdeyim. Dışarıyı falan aramıyorum bile. Yeter ki evimde olayım.”
“Oğlumun çocuğunu büyütsem mesela”
Şimdi en büyük dileğini “Nefesim Atakan’ın nefesinden bir saniye bile fazla olmasın. Ben sadece yaşayıp yaşlanmak istiyorum. Buruş buruş olana kadar yaşamak istiyorum. Oğlumun çocuğunu büyütsem mesela. Ne güzel bir mutluluktur o” sözleriyle anlatan Gamze, “Dönünce tabii insan ‘Vay be’ diyor. İnsanların iyiliklerini düşünüyorum. O zor zamanlarda ‘nasıl destek olsam’ diye şaşırdılar. Kitap yollayanlar, oyalanayım diye keçe, şiş, yün yollayanlar. Hala bitmedi. Daha dün biri Atakan’ın 4’ncü yaş günü için keçeden tişört tasarlamış, o geldi. Geçen hafta Elazığ’dan üzüm pekmezi geldi. Savaşın sonu hakikaten güzel bitiyor. Umutsuzluğa düşmüyor musunuz çok düşüyorsunuz. Ama sonunda meyvesini yiyorsunuz” diyor.
“Sakın yıkılma biz seni kurtaracağız”
Gamze internette annelerin yardımlaşma sitesi olan Nurturia’daki anneleri de unutmuyor: “Hastalığım tekrarladığında yazdığım mektubu kopyalamıştım. Sonra bana özelden mesaj attılar. ‘Ne olursun beni ara’ diye. Ben de aradım. Tanımam etmem. İzmit’ten bir bayan. ‘Sakın yıkılma biz seni kurtaracağız’ dediler. ‘Nasıl kurtaracaklar ya’ diyorum. Doktor demiş üç ay. Buldunuz buldunuz, bulamadınız gidiyorsun yani.”
“Keşke o odalara dokunabilsek”
Hastane odalarında gördüklerini de anlatan Gamze, “Onların her birinde acılar var. Keşke o odalara dokunabilsek. Herkesin derdi başka yani. Benim çığlığım duyulmasaydı bu kadar çabuk olmazdı biliyorum. Allah bana bir şans verdi ama diğerlerinin suçu ne? Onların niye gecikiyor? Anlam veremiyorum ve üzülüyorum. Benim şifam İtalya’dan geldi. Ne acı ki Türkiye’den, kendi memleketimizden olmadı. Keşke olabilseydi. Benim de elimden daha fazlası gelse keşke. Sadece bana ulaşanlar telefon numarası bıraktıysa hemen arıyorum. ‘Bakın ben de aynı şeyleri yaşadım’ diye. Mesela bir çocuk nakil olmak istemiyordu, annesi aradı gizlice, onu ikna ettim. Kesinlikle istemem ama herkes bir sabah hasta olarak uyanabilir. Sevdiklerinizin yanından bir bavulun içine pijamalarınız koyulmuş şekilde evden çıkıp gidiyorsunuz” diyor.
Annesi Gamze’ye, Gamze Atakan’a yandı
Sema Hanım’ın anne yüreği Gamze’nin tedavi süresi boyunca konuşmasına engel oldu. Röportaj boyunca bizi arkadaki masadan dinleyen Sema Canseven, Gamze’nin Gebze’ye tedaviye gittiği gün 39 derece ateşli Atakan’a da bakan anneanne, onun da söyleyecekleri var: “Gamzem buradan çıkarken çatımızın üstü de uçup gitti. Ben sizinle özellikle görüşmedim, görüşemiyordum zaten. Ama şimdi bir çağrım olsun. Türkiye’de kesinlikle bir ilik bankası olmalı. Kimse demesin ‘bana bir şey olmaz.’ Üç yıl önce benim çocuğum hayat doluydu. Bir kahkaha atardı her yer inlerdi. Ama bununla da savaştık. Rabbim o gücü bize verdi. Bir kere ayakta durmak zorundaydık. Annesin, evladın orda, evladının evladı da sende. 4-5 ay hiç görmedik mesela. Nakilde ama nasıl nakilde? Bilmiyorsun ki. Kanser hastaları umutsuzluğa kapılmasın. Bunu özellikle yazın. İsmi insanı korkutuyor. Çıkanlar savaşsınlar. Yıkılmasınlar. Dangalağın biri gelip dese ki ‘sen öleceksin’ kesinlikle dimdik dursunlar.”